Vahdettin İnce
Yazar
TT

Cinnet sarmalı

“İnsanların yüzde 2’si dahi, yüzde 2’si deli ve geri kalan yüzde 96’sı farklı zeka kategorilerinde olmak üzere normal kimselerdir, süper zeki, üstün zekalı, zeki, donuk zekalı, geri zekalı vs gibi” diyor bilim adamları…
Çeşitli katmanları ve özellikleriyle hayatın ağır yükünü taşıyanlar işte bu yüzde 96’ya giren kimselerdir. Bu tespiti yapanlar, delilerin toplumsal hayatta hangi rolü üstlendiklerini açıklamamışlar ama dâhilerin toplumsal hayatın krize girdiği dönemlerde devreye girerek yol göstericilik yaptıklarını ve tekrar hayatın normal akışını yüzde 96’ya tevdi ettiklerini biliyoruz.
Aynı durum bir fert için de geçerlidir. Çünkü fert de nihayetinde insanlığın küçük bir modelidir. Dolayısıyla genel insanlıkta deliler, dâhiler, normal insanlar şeklindeki kategoriler tek bir fertte nitelik olarak mevcuttur. Yani bir insanın genel duygu ve davranışlarının yüzde 2’sini deha, yüzde 2’sini delilik yüzde 96’sını da normal olarak nitelendirmek mümkündür bu yüzden.
Tıpkı insanlığın genelinde olduğu gibi bir insan açısından da hayatın akışının ağır yükü yüzde 96’lık duygu ve davranış kısmı tarafından karşılanmaktadır. Yine insanlığın genelinde olduğu gibi bir insanın duygu ve davranışlarının dahilik ve delilik boyutları da sıra dışı, olağanüstü durumlarda, zor zamanlarda ortaya çıkar.
Sıradan bir insanın son derece kritik bir süreçte normal zamanlarda tanık olunmayan çığırlar açtığını ya da tam tersine cinnet geçirip hem kendine hem de çevresine zarar verdiğini çoğumuz görmüşüzdür.
O yüzden Kürtler “Dîn an di şahiyan de an jî di şînan de aşkere dibin” (Deliler ya şenliklerde ya da matemlerde belli olurlar) demişler (Bu sözü dâhilere de uyarlayabiliriz: dâhiler olağanüstü, sıra dışı durumlarda, zor zamanlarda belli olurlar).
Anlaşıldığı üzere hayatın devamı hem fert hem de genel insanlık açısından yüzde 96’nın varlığına bağlıdır. Tamamını dâhilerin veya delilerin oluşturduğu bir toplulukta hayat akmaz.
Sadece normal insanlardan ibaret, özellikle dehadan yoksun bir toplum da kokuşmuş bir su birikintisi gibi hayat belirtilerinden yoksun olur. Bütünüyle deha veya delilik düzeyinde olan bir ferdin hayatı da normal seyrinde devam edemez. Sıra dışı durumlarda devreye girip çıkış yolu gösterecek deha boyutundan yoksun bir fert de tükenişe mahkûmdur.
Hiçbir şey boşuna olmadığına göre deliliğin hem fert hem de insanlığın geneli açısından mutlaka olumlu bir etkiye sahip olduğunu bir prensip olarak vurgulayalım. En azından sosyal anlamda deha ve normalliğin işlevsiz kalması durumunda insanlığın nasıl bir cinnet atmosferine gireceğini göstermesi açısından yararlıdır dahi diyebiliriz.
Peygamberimiz (s.a.v) bir hadisinde “bana verilen ilmin örneği gökten yağan sudur: bir kısım toprak onu alır, ağaca, meyveye, yeşil ota dönüştürür, bir kısım toprak onu alır, içinde tutar insanlar, hayvanlar ondan istifade eder. Bir kısım toprağın da üzerinden akar gider”.
Bu hadis, vahyin insanlık katmanları üzerindeki etkisini yağmurun üç farklı toprak türü üzerindeki etkisine benzetmektedir. Bu hadis bize yağmurun üç farklı toprak türü üzerindeki etkisinin aynısının vahiy tarafından deha, deli ve normal insanlar üzerinde gösterdiğini anlatmaktadır (fert açısından da bu üç vasfı etkilemektedir).
Buna göre vahiy karşısında dâhiler veya deha gökten yağan suyu ağaca, meyveye, yeşil otlara dönüştüren toprak, normal insanlar o suyu insanlar ve hayvanlar istifade etsin diye içinde tutan toprak, deliler de suyun sadece üzerlerindeki tozu silip süpürdüğü sert, kayalık toprak olarak konumlanmaktadır.
Nitekim peygamber efendimizin sunduğu vahye muhatap olan sahabe neslinin üç kısım şeklinde belirginleştiğini görüyoruz. Hz. Ali gibi (onun hutbe ve kısa sözlerinden meydana gelen nehcu’l belağe’yi hatırlayın) önde gelen bazı sahabeler peygamberden duyduklarını kendi koşullarında yeniden yorumlayarak çığır açıcı dâhiler olarak aldığı sudan ağaç, meyve, yeşil otlar üreten toprak görevini görmüşler.
Peygamberin söz ve fiillerini duydukları ve gördükleri gibi nakleden bazı sahabeler ise suyu içinde tutup insanların ve hayvanların istifadesine sunan toprağın işlevini görmüşler.
Sahabe içinde yer alan münafıklar ise sadece dış görünüşlerini düzeltmek suretiyle suyun üzerindeki tozu silip süpürdüğü verimsiz, kayalık toprak şeklinde bir konum edinmişler. Sonraki dönemlerde deha çapında sahabilerin etkilerinin azalması ve ana gövdenin de istikrarsızlaşması sonucu münafıkların nasıl toplumsal bir cinneti tetiklediklerini biliyoruz.
Buna göre kriz döneminde, insanlığın yüzde 96’lık kısmının çaresizleşerek verimsiz bir toprağa döndüğü süreçlerde deha gökten inen suya benzetilen vahyi veya insanların tarih içinde oluşmuş müktesebatını yeniden yorumlayıp içinde bulunulan koşullara uyarlayarak toplumun önünü açar. Toplumun geneli yüzde 96) da onun açtığı yolda normal hayatını sürdürür.
Yazının başında yer verdiğimiz tespit ve peygamberimizin hadisini göz önünde bulundurarak şöyle diyebiliriz: insanların ana gövdesi (yüzde 96) gelenek doğrultusunda hareket eder. Çeşitli nedenlerden dolayı gelenek krize girip artık ana gövdeyi taşıyamayacak hale gelirse bir tür cinnet (delilik) olarak ifsat hali etkin olur. Tam bu noktada deha devreye girerek toplumu bu çürümüşlükten ve delilikten kurtararak tekrar onarılmış gelenek üzere hayatını sürdürmesini sağlar.
Dehanın sunduğu çözüm devrimci bir karakterde olması hasebiyle gökten yağan yağmur gibidir. Yağmur suyu toprağa değmedikçe besleyici değil. Toprağa değmesi, ondan çeşitli mineraller alması, sonra akarsuya karışarak topraktan aldığı mineraller dışındaki bazı zararlı şeylerden arınması gerekir. Akarsu ise gelenektir.
Gelenek yegane besleyicidir, insan hayatının ikamesi ona bağlıdır. Kuraklık zamanlarında akarsular kuruduğu veya kokuştuğu gibi gelenekler de kriz zamanlarında tıkanırlar, çürürler. Yağmur yağıp geleneği yeniden harekete geçirdiği gibi deha da çözümleriyle toplumu yeniden geleneksel rotasına döndürür. Bu süreç de normal akışını sürdüren insanlık hayatı bir dönem deliliğin etkisine girer.
Resulullah (s.a.) hadisinde buyurduğu gibi kendisine indirilen vahiy aracılığıyla kokuşmuş, bir tür cinnet halini yaşayan Arap toplumunu yeniden ihya etmiştir. Onun arındırdığı gelenek üzere ümmet bugüne kadar varlığını sürdürerek geldi. Birkaç yüz yıldır gelenek yeni şartlar müvacehesinde artık toplumu taşıyamaz hale gelmişti. Son yüz yılda ise sosyolojik bir delirme hali olarak şiddet İslam toplumuna egemen olmuştur. Vahyi ve insanlığın müktesebatını yeniden yorumlayıp ümmetin önünde yeni bir çığır açacak dehaya ihtiyacımız vardır bu yüzden.
Ya da şöyle söyleyelim: Krizin baş gösterdiği dönemden itibaren bireysel çabalar şeklinde devreye giren dehanın kurumsal bir deha haline getirilip ifsadın tükenişe sürüklediği ümmetin önünün açılması elzemdir.
Diğer bir ifadeyle hali hazırda geleneğin tefsirine, anlaşılmasına, öğrenilmesine, birebir taklit veya tatbik edilmesine değil, geleneği besleyecek, diriltecek, değer üretecek, değer üretir haline getirecek, bir toprağı yeniden yeşertir gibi canlandıracak deha işlevine ihtiyacımız vardır. Bundan sonra da gökten yağan suyla beslenmiş coşkun bir ırmak gibi gelenek de toplumun ağır yükünü taşır hale gelir.
Bugün bizi boğan toplumsal delilik mesabesindeki şiddet sarmalı bundan çok uzakta olduğumuzu gösteriyor ne yazık ki.