İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

Biden: Beyaz Saray’daki ikinci Katolik

ABD Seçici Kurulu’nun da Demokrat aday Joe Biden’ı seçmesi ile Julius Caesar'ın bir zamanlar söylediği gibi “zar atıldı” (ok yaydan çıktı anlamında) ve Joseph Biden, ABD tarihinde 46’ncı başkan oldu.
Ancak, birçoklarının dikkatinden kaçtığını düşündüğüm belirli bir nokta var, o da Biden’ın mezhebi ve inancı. Biden, Roma Katolik Kilisesi’nin deyim yerindeyse Amerikan modelinin mensuplarından biri olmakla alenen övünüyor.
ABD’de başkanların WASP’lardan yani beyaz, Protestan ve Anglo-Saksonlardan seçilmesi adettir. Bu kuralın ilk istisnası Beyaz Saray’daki ilk Katolik başkan olan ABD’nin 35’inci başkanı John Kennedy idi. Joe Biden ikinci oldu.
Katolik Biden’ın ABD başkanlığını kazanması, özellikle son başkanlık seçimlerinin eşiğinde çözülen ve neredeyse parçalanan toplumsal doku düzeyinde şu ya da bu şekilde ABD’nin iç seyrini ve gidişatını değiştirebilir mi?
Biden'in zaferi, hızlı bir şekilde de olsa, Roma Katolik Kilisesi ile ABD arasındaki ilişkinin boyutlarını, Katolikliğin tarihsel olarak ABD’de karşılaştığı zorlukları akla getiriyor.
ABD’deki “Haklı veya hatalı olsun ABD vatanımdır” ilkesi kilise için de geçerli, “Hatalı veya haklı olsun kilise benim kilisemdir.” Yani kilisede ilahi, koro halinde söylenir, eğer birisi onun gidişatını etkilemek istiyorsa koroda kalmalı ve ilahiye devam etmeli. Bu, ABD’de dini uygulamaların neden bazı Avrupa ülkelerine göre çok daha yüksek bir düzeyde olduğunu açıklıyor.
Amerikan Katolik Kilisesi, gerçekten de sadık ve inançlı insanların fedakarlıkları sayesinde inşa edilmiş görünüyor. Bu büyük eğitim ağı ayrıca ilkokullar, liseler ve üniversiteler de içeriyor. Kilise, inancı korumanın yanı sıra ülkenin liderlerinin yetişmesinde de epey önemli bir etkiye sahip.
Bu durum akla şu soruları getiriyor: Amerikalı olmayanlara göre, ABD’de şu ana kadar bir Katolik siyasi partinin kurulmamış olmasının sırrı nedir? Katolikler neden iki kanatlı Demokrat-Cumhuriyetçi siyasi sistem (her ne kadar Demokratlara daha yakın görünseler de) çerçevesinde kalmayı tercih ediyorlar?
Her halükârda, ABD’deki Katolikler, tarihin en azından bu döneminde dünyanın en güçlü ve en büyük kilisesi olduklarının farkındalar. Bir Amerikalı Katolik, kendisini ABD’nin 5’inci başkanı Monroe'nun ünlü doktrini gereğince dünyanın dışında konumlamak yerine, Amerikan Katolik piskoposların kesinlikle kabul etmediği yöntemlerle dünyanın herhangi bir yerinde düzeni sağlamakla sorumlu olduğunu hisseder. Bu, Katoliklerin kendi aralarında da tartışmalara neden oluyor. Aralarında ABD’nin mevcut rolünü kabul etmeyenler, hatta örneğin adil savaş ve önleyici savaş teorisini reddedenler de var. Nitekim ilginçtir ki Katolik Biden seçimi Katolik olmayanların oylarıyla kazandı. Bu, 2016 seçimlerinde Başkan Donald Trump'ın başarısının sebebinin de Katolikler olduğunu açıkça gösteriyor. Nedeni de Trump’ın, Katolik olmamasına rağmen onun söylemlerinden bir tür muhafazakarlık, Hristiyan inancının özelliklerine ve vasıflarına bir dereceye kadar ilgi gösterme isteği taşıdığı hissine kapılmaları olabilir. Ne var ki bu bir siyasi oyundu ve Trump ustaca inananların duygularına oynadı.
ABD’nin 329 milyona varan toplam nüfusu içinde Katoliklerin sayısı 74 milyona ulaşıyor. Dolayısıyla, her ne kadar seçimlerini dini eğilimlerinden ziyade toplumsal sınıfları belirliyor olsa da ülkenin en büyük dini grubunu oluşturuyorlar.
Burada başkanlık seçimleri öncesi durumun ve ne şekilde ilerlediği üzerinde durmak istemiyoruz. Bizim için önemli olan Beyaz Saray’a yerleşmesinden sonra Biden’ın Katolik olmasının, farklı renkleri ve kesimleriyle ABD toplumunu etrafında birleştirecek bir köşe taşı mı yoksa bir engel mi olacağıdır.
Bu noktada karşımıza iki görüş çıkıyor. Bazıları Biden’ın ismen Katolik olduğunu, gizli ruhani hayatını Roma Katolik Kilisesi'nde yaşamayı hak etmediğini düşünüyor. Joe Biden’ın senatör olduğu 2008 yılında Katolik Kilisesi’nin ABD’deki başpiskoposu John Ricard’ın kendisine yazdığı mektup da bunun kanıtı. Bu mektubunda başpiskopos, Biden’ın “Efkaristiya” adı verilen kilisenin temel sırlarından birine ulaşma hakkına sahip olup olmadığını sorgulamıştı. Bunun nedeni, Biden’ın kürtaj özgürlüğünü kısıtlamaya karşı muhalif tutumuydu. Diğer başpiskoposlar da bu kararı uygulamaktan kaçınmadılar ve Ekim 2019’da Biden’ı bu sırra ulaşma hakkından mahrum ettiler.
7 Kasım’da Joe Biden’ın zaferi kesinleşince, ABD Piskoposlar Konseyi Başkanı Başpiskopos Jose Gomez yaptığı açıklamada, Amerikan halkının son sözünü söylediğini ve bir Amerikalı Katolik’in barış yapıcı olmasını umut ettiğini ifade etti. Seçilmiş başkandan, çeşitli erdemler, bencillik ve benmerkezciliği aşabilecek karşılıklı şefkat yoluyla Amerikalıları birleştirecek bir araç olmasını talep etti.
Korona pandemisi, ölümcül yara alan ekonomik koşullar, bir yandan aşırı sağ grupların diğer yandan köktendinci solun korkutucu, hızlı gelişimi ve yükselişinden kaynaklanan korkular gibi Biden’ın karşısına dikilen büyük zorluklar var. Bu zorluklar göz önüne alındığında ve mücadele edilmesi, çözülmesi gereken daha önemli ve ciddi sorunlar varken, ABD içindeki din ve inanç ilkelerinden bahsetme lüksüne sahip olunmadığını söyleyenler olabilir.
Ama bunu söyleyenlerin, Papa 13. Leo'nun yayınladığı “Rerum Novarum” (Yeni Şeyler Hakkında) adlı genelgeden diğer modern belgelere kadar Kilise'nin sosyal doktrininin ne olduğuna bakmaları gerekebilir. Bunlar, insanın adaletsizliği, devletin rolü, iktidar kolları, sosyal örgütlenme, sosyal adalete önem verme ve servet dağılımıyla ilgili fikirlere yer verir.
Bu kişiler o zaman, Katolik Biden’ın ellerinin arasında tüm ırklar ve cinsiyetler için geçerli, ABD’nin acilen kapitalizmin vahşiliğinden ve neoliberalizmin narsizminden kurtuluşunu temsil eden bir ahlaki inanç zenginliğinin var olabileceğini anlayabilirler. Peki bu düşünce ve belgeler nedir? O da bir sonraki makalenin konusu.