İlyas Harfuş
Lübnanlı gazeteci ve yazar
TT

İsrailli generaller ve barış süreci

“Generallerimiz, savaşın dehşetlerini tattılar ve barışı, en çok onlar istiyor.” Bu ifade, İsrail’de hükümet ortağı ve Savunma Bakanı Benny Gantz’a ait.
Bugün Binyamin Netanyahu liderliğinde dinsel bir ideoloji ile hareket eden, aynı zamanda ısrarla hem toprak hem de barış isteyen Likud bloğu politikacılarının aksine Gantz ve onunla birlikte İsrail’in birçok generali, kapsamlı barışın bir bedeli olduğunu kabul ediyorlar. Filistinlilerin İsrail’in en yakın komşusu olduklarını ve onlarla uzlaşmadan Ortadoğu’da kapsamlı bir barışın gerçekleşemeyeceğini biliyorlar.
Benny Gantz, İsrail ordusu generallerinin Filistinliler ile barışta oynayabilecekleri rolden bahsettiğinde, bu uzun çatışmanın tarihini takip edenlerin aklına ister istemez İsrail’in eski bir başbakanının, İzak Rabin’in pozisyonunda yaşanan değişiklik geliyor. Rabin, seksenli yılların sonlarında patlak veren Filistin intifadasında “Filistinlilerin kemiklerini kırma” çağrısında bulunan bir general ve savunma bakanı iken, “Artık ne Filistinlilerin ne de İsraillilerin kanı dökülmesin” diyerek Yaser Arafat ve Şimon Peres ile Oslo Barış Anlaşması’nı imzalamış ve barış sürecinin partnerlerinden birine dönüşmüştü.
Rabin’in aşırılık yanlısı bir “kemik kırıcı”dan barış sürecinin bir partnerine dönüşümü, İsrailli aşırı dini ve siyasi grupların hoşuna gitmedi. Bu gruplar Rabin’in eski pozisyonlarından vazgeçmesini, Filistinlilerin haklarına tam anlamıyla düşmanlık temeline dayanan kendi sloganlarına “ihanet” saydılar. Yigal Amir’in 4 Kasım 1995’te Rabin’i öldüren kurşunları, Rabin ve Peres’in İsrail’de en güçlü savunucuları olduğu barış sürecine indirilen en büyük darbeydi.
Şarku'l Avsat gazetesine verdiği röportajda (17 Ocak Perşembe) Rabin gibi Benny Gantz’ın da, Gazze Şeridi’ne karşı iki savaşı yönetmiş bir İsrail Genelkurmayı’ndan, Filistinliler ile anlaşmadan Ortadoğu’da barışın mümkün olmadığını itiraf eden bir “sivil”e dönüştüğünü görüyoruz. Gantz şunu da söylüyor, “Filistinliler bağımsız bir şekilde yaşayacakları bir oluşumu hak ediyorlar.” Kudüs’ün statüsü dahi Gantz için bir tabu olmaktan çıkmış, “Kudüs, herkes için kutsal yerlerle dolu son derece geniş bir şehir olduğu için, içinde Filistinlilerin başkenti olan bir yer de bulunacak.”
Filistinli ve Arap bakış açısından, bu kaçınılmaz bir sonuç. Çatışmanın bu tarafı, Filistinlilerin haklarının korunması ve yaşadıkları adaletsizliklerin sona ermesi konusunda hemfikir. Ancak, askeri bir çatışma dengesinde ordusunun gücünü ve üstünlüğünü, buna karşılık Filistinlilerin (aynı şekilde Arapların) ne kadar zayıf olduklarını çok iyi bilen bir İsrailli generalin bunu söylemesi, tek başına askeri üstünlüğün İsrail’e kalıcı istikrar ve barışı sağlamaya yetmeyeceği gerçeğinin bir itirafıdır. Aynı şekilde, Gantz’ın dediği gibi İsrail’in en yakın komşusu Filistinliler ve diğer Arap ülkeleri ile kalıcı barış için gerekli uygun bir zemin var. Barış yapmak genellikle askerlerin işi değildir. Ancak Arap ülkelerinde birçok lider aksi yönde ilerleyerek, savaş meydanında hiçbir deneyimi olmayan sivillerden, göğüslerini madalya ve nişanların süslediği generallere dönüştüler. Halklarını ve ordularını mağlubiyetlere ve felaketlere sürüklediler. İsrail’de ise ordu komutanlarının deneyimliliğini sorgulamak zordur. Bu nedenle söz konusu komutanlar, tek başına silahın barışı sağlayamayacağını çok iyi biliyorlar.
Genelkurmay başkanı üniformasını çıkarıp siyasi arenaya giriş yaptığında, Gantz’ın iki eski general ortağı daha vardı: Gabi Aşkenazi ve Moşe Ya'alon. Bu 3 generalin kurduğu bloğa “Generaller Partisi” adı verilmişti. Ancak Benny Gantz, Binyamin Netanyahu ile koalisyon hükümeti kurmayı kabul ettiğinde bu blok dağıldı. Aşkenazi, siyasi davranışları ve hakkındaki yolsuzluk suçlamaları nedeniyle Netanyahu’yu sürekli eleştirse de Gantz’a katılarak koalisyon hükümetinde Dışişleri bakanlığı görevini üstlendi. Ya’alon ise muhalefette kalmayı seçti.
Bununla birlikte, üç liderin ve diğer generallerin tutumları, Likud Bloğu ve yerleşimcileri destekleyen gruplarla karşılaştırıldığında, İsrail’in “ılımlı kampı”na daha yakın olmaya devam etti. Doğrusu bu, başka ülkelerde benzerine nadiren rastlanabilecek bir paradoks; ordu komutanları ılımlı iken, siyasi liderlerin çoğu aşırılık yanlısı. Gantz, Ya’alon ve eski Genelkurmay Başkan Yardımcısı Yair Golan, Netanyahu’nun geçen yaz Batı Şeria’nın büyük bir bölümünü ilhak etme kararına (dondurmadan önce) alenen karşı çıkmışlardı. Gantz bu kararı reddettiği gibi, geçen Haziran Kudüs’ü ziyaret eden bir ABD heyetine, Netanyahu’nun ilhak için belirlemiş olduğu tarihin (1 Temmuz) “değiştirilemez ve kutsal bir tarih olmadığını” iletmişti. Aynı zamanda, “Engellerin olmadığı rahat bir yaşam için uygun bir coğrafi uzantıya sahip” Filistin varlığının gerekliliğine olan inancına dayanarak, hükümetin plansız yerleşim yerlerine “yasal koruma” sağlamasına da karşı çıkıyor.
Yair Golan’a gelince, İsrail ordusu subaylarının ve mensuplarının ezici çoğunluğunun Batı Şeria'dan büyük topraklar ilhak edilmesine karşı olduğunu vurguluyor. Bu komutanlar, Batı Şeria'dan herhangi bir toprak ilhak etme kararının gerekirse zorla savunulabileceğini biliyorlar. Fakat aynı zamanda bu kararın, Filistinliler ve Ürdün ile ilişkilere, İsrail'in barış ilişkileri kurmaya çalıştığı Arap ülkeleriyle ilişkilerinin geleceğine olumsuz yansımalarının da farkındalar.
Bu ilişkilerin İsrail için taşıdığı önemi nedeniyle, Gantz bu ilişkileri ılımlı, geleceğe bakan ve vatandaşlarının yaşam koşullarını iyileştirmeye çalışan güçler arasındaki "barış ittifakları" olarak görüyor. Bu eğilime karşı çıkan güçlere gerekli sonuca varma ve barış sürecine katılma çağırısı yapıyor.
Elbette, tek başına çağrıların barışı sağlamayacağını, Filistin-İsrail ihtilafını her iki tarafın da kabul edeceği kurallarla sona erdirmeyi amaçlayan ılımlı fikirlerin, iki taraftan aşırılık yanlısı, “aşırı çözümler”, yani hiçbir taviz vermeden her şeye sahip olmak isteyen fikirlerle çatıştığını hepimiz biliyoruz. Bu nedenle, Gantz’ın sözleri, bunları uygulama gücüne, yani Gantz ile bu tutumunu destekleyenler İsrailli seçmenlerin oylarıyla Knesset’te çoğunluğu ele geçirmedikçe, yalnızca siyasi sloganlar olarak kalacaktır.
Rabin'in başına geldiği gibi, aşırılık yanlılarının barış fırsatlarını ortadan kaldırmaktaki rolüne dönecek olursak, çatışmanın her iki tarafında da aşırı çözümleri destekleyenler “uzlaşı" olarak gördükleri hiçbir şeyi kabul etmiyorlar. İsrailli aşırılık yanlıları genişleme, sahada egemenlik ve (her ne kadar komutanları barış arayışında olsalar da) askeri üstünlük kartlarına tutunuyorlar. Filistinli aşırılık yanlıları da “karşı çıkma” sloganlarına sıkı sıkıya bağlılar ve “gaspçı oluşum” ile herhangi bir çözümü reddediyorlar. Oysa tek işlevi Filistin davasını sömürmek ve ondan yararlanmak olan sloganlar, Filistin topraklarının bir karışını dahi kurtarmayı başaramadı.