Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar
TT

Beyaz Saray’da yeni bir ekip: Tokenizmin ötesinde

Başkan Joe Biden geçtiğimiz ay yeni yönetim ekibini kurmaya başladığında ABD’yi olduğu gibi temsil edecek en iyi ekibi oluşturma sözü vermişti. Dünya genelinde Biden yönetiminin memnuniyetle karşılandığı gerçeğine göre hükmedecek olursak, aramızdan birinin çıkıp Biden’ın sözünü tuttuğunu söyleyebilme hakkında sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Basında yer alan birçok habere göre Sayın Biden’ın ekibi, Kanada, Meksika ve Batı Avrupa gibi dünyanın çeşitli bölgelerinde memnuniyetle karşılandı. Radio France Internationale’nin haberine göre Başkan Biden’ın yeni ekibinin Nijerya asıllı birçok ABD vatandaşını içermesi nedeniyle Nijerya’nın başkenti Abuja’da bu durum mutluluk ve neşe ile karşılandı. İran’daki devlet medyası, İran asıllı ABD vatandaşlarını yeni başkanlık ekibine dahil etme çabası veya bu pozisyonlarda bulunmalarının, ABD’nin İran hükümetine yönelik politikalarının seyrini değiştirmeye yardımcı olacağı umudu taşıdığına işaret etti.
Bunlara ek olarak Sayın Biden’ın ekibi içerisinde birçok ‘ilki’ barındırıyor.
ABD’nin ‘ilerici beyaz adamlar’ olarak nitelenen grubun azınlıkta olduğu ilk kabinesi. CIA World Factbook isimli kitaba göre ‘Beyazlar’ toplam nüfusun yüzde 73'ünden biraz fazlasını oluşturuyorken, ‘Beyaz Anglo-Sakson Protestanlar’(WASP) olarak adlandırılan vatandaşlar nüfusun yaklaşık yüzde 47’sini temsil ediyor.
Başkan Biden'ın ekibi, Biden'ı kaygan seçim kutbunun zirvesine iten toplam oyların yaklaşık yüzde 50'sini sağlayan, çok sayıda etnik veya dini kökene sahip çeşitli isimlerden oluşuyor. ABD’deki gözlemciler, azınlıklar arasında çok mezhepli bir ittifakın kurulmasından bahsediyor. Demokrat Parti’nin tabanının bel kemiğini oluşturan da budur. Sayın Biden bir sonraki aşamanın ana sloganını oluşturan ‘beyaz fanatizmini yenmek’ için çalışma sözü verdi.
Peki, ülkenin tüm sakinleri için eşit vatandaşlık haklarına dayanan demokratik bir devlette ‘azınlık’ ifadesi ne anlama geliyor? Bu ifade, bir oluşumun ‘üst mertebelerine kıyasla, alt mertebelerini’ ifade eder. Yine de, demokratik bir devlette belirli bir vatandaş kategorisinin diğer vatandaşlardan ‘daha aşağıda’ derecelendirilmesi nasıl algılanmalı? Çünkü ilerlemeci perspektif gerçekliğinden bakacak olursak; ABD gibi demokrat bir devlette vatandaşların ırk temelinde ayrıştırılması çağ dışı toplumlara uzanan gerici bir tutumdur. Eski Yunanlıların insanların geneli ve etnik kökenler arasında yaptığı ayrımı anımsatıyor. Irk terimi, bir toplumdaki grupların gelenek ve göreneklerinden oluşan, ortak bir alan yaratmak ve işletmek için bir araya geldiğinde gerçekte deneysel bir model oluşturan bir toplumu ifade eder. Antik Yunan forumundaki tartışmalar etnokrasi değil, demokrasi hakkındaydı. Antik Yunan algınız buysa, fikir basitleştirilmelidir: Irk ve Modern Avrupa dillerindeki ‘kabile’, Hint dillerindeki ‘sınıf’ veya Arapça ve diğer Doğu dillerindeki ‘halk’ gibi ifadeler, bir ulus fikri ortaya çıkmadan önce insan toplumları için kullanılırdı. Bu nedenle ABD’de ‘biz azınlığız’ fikrine değil ‘biz halkız’ ilkesine odaklanıyor. Demokrasi, toplumu parçalar ve oluşumlara ayıran bir bıçak değil, herkes için bir eritme potasıdır.
İlerlemecilik veya ilericilik, kendi başına siyasi rekabetlere alan açacak bir ideoloji değil, seküler bir dindir. Vatandaşların dinsel inanç temelinde bölünmesi bile demokrasi şemsiyesi altında bir yere sahip değildir. Saint Augustine, kendi Hristiyan inancı kavramını insan toplumlarını desteklemenin tek değilse de en iyi yolu olarak tanıtmak için ‘religare’ (bağlayıcı) terimini kullandı. Daha yakın zamanlarda, Papa 16. Benedict ve Alman filozof Jürgen Habermas, Batı medeniyetini kurtarma ortak projelerinin ortasında bu inancı dile getirdiler. Bununla birlikte Cicero ve Sevillalı İsidor günlerinden beri birçok kişi ayrıcalıklı bir ülkede ortak doğum anlamına gelen ‘natio’ ve ortak okuma anlamına gelen ‘relegre’ ifadelerini kullanmayı tercih etti. Bu, ortak alanı organize etmek ve ardından onu yönetmekle ilgili birçok kural üzerinde anlaşmak anlamına gelir.
Amerikan demokrasisi sekülerizminde devlet, dini ve dolayısıyla diğer toplulukları korumakla görevlidir, ancak bunların bileşen parçaları olarak onlara güvenmekle görevlendirilmez. Fransız laikliği, devleti ve dolayısıyla tüm milleti dinden korumakla ilgilenir.
Ulus kavramının ilerlemeci eleştirmenleri özellikle de İngiliz tarihçi Eric Hobsbawm, ulusların, proletaryanın önderliğindeki emekçi sınıflar tarafından ortadan kaldırılacak ‘burjuva kapitalizminin yaratıkları’ olduğunu iddia etti.
Ancak, tarihçi Hobsbawm, yaşamının sonuna doğru, ulus-devletin korktuğundan daha derin, daha yerleşik köklerini kabul etmek zorunda kaldı. Tarihte bir ulus, hanedan veya etnik grup adını taşımayan Sovyetler Birliği parçalanarak yerini 15 ulus devlete bıraktı.
İrlandalı siyaset bilimci Benedict Anderson, ulusları yaratanın, milliyetçilik olduğunu belirtti. Yüzyıllar süren hanedanlık döneminden ortaya çıkan uluslar söz konusu olduğunda bu analiz kulağa tuhaf gelebilir. Ancak, İngiliz İmparatorluğu'ndan gelen yerleşimciler için bir alan olarak başlayan Amerika’nın durumu göz önüne alındığında uygun olmayabilir. Ancak ‘kurucu babalar’ aracılığıyla tek bir millet olmak için doğru olan yolu izledi. Onların, ‘Tanrı'nın gölgesindeki tek milleti’ ilk anayasal demokratik ulus olma ayrıcalığına sahipti. Daha sonra kendine slogan olarak “Halkın, halk için, halk tarafından yönetilmesi” ifadesini seçti.
Senatör Elizabeth Warren'ı Arkansas' eyaletinde yer alan Pocahontas’taki köklerine döndürmek eğlenceli olabilir. Bununla birlikte, Amerikan vatandaşlarını ve ailelerini farklı etnik zincirlere ayırmak o kadar kolay olmayacak.
ABD tarafından benimsendiği gibi bir demokraside, azınlık ve çoğunluk gibi terimler soyut siyasi anlamlara sahip olabilir. Çoğunluk, bir seçimde yüzde 50 + 1 veya daha fazla oy toplayan, daha az oy alan azınlık veya azınlıklarla karşı karşıya olan bir siyasi parti veya program tarafından temsil edilir.
Böyle bir sistemde, ne çoğunluk ne de azınlık mevcut kalıcı durumu tarif etmez. Şimdiki çoğunluk gelecekte azınlık olabilir.
Yeni ABD hükümetinde şu ya da bu bakanın, sahip olduğu ten rengi, dini inanç ya da azınlık yüzdesi temelinde seçildiğini iddia etmek, siyasi bir nezaket değildir. Seçim kişisel yeterliliğe değil, daha çok siyasi nezakete dayalıysa, bu seçimin demokratik gerekçelerle gerekçelendirilmesi asla kolay olmayacaktır. Öte yandan, bu hususlar seçimde bir rol oynamıyorsa, siyasi renklilik ve ilerlemeci temsil hakkındaki bu gürültülü uğultu niye?
Siyasi nezaket kombinasyonları, belirtilen şartlarında olsalar bile başarılı olamaz. Örneğin, başka bir Yehova Şahidini dışlayan Budist kökenli bir papaz seçmek veya Bengal'den başka bir Tamil etnik kökenine sahip bir çalışan seçmek kabul edilemez!
ABD kabinesine ilk kez bir Kızılderili'nin dahil edilmesi manşetlerde yer alıyor. Ancak bu aynı zamanda, Arizona eyaletindeki P’mac kabilesinden bir Kızılderili olan arkadaşımın, kabilesinin oraya neden önce gelmediğini merak etmesine de neden olabilir.
Neyse ki, yakında siyasi figürlerin etnik kökenleri veya dini aidiyetlerinden ziyade eylemlerine göre değerlendirildiği gerçek dünyaya geri döneceğiz.
Ve yine, neyse ki, Washington DC'deki yeni ABD hükümetinin birçok üyesi, seçkin ve saygın akademik ve bilimsel geçmişlere sahip. Kendilerini sembolik bir etnik oyunun karakterleri olarak görmemeleri ve bunun yerine bu zor ve modern zamanda tüm Amerikan halkına hizmet etmeyi ummaları, ülkedeki herkesin çıkarına.
*Tokenizm bir kurgunun, iktidarın veya kurumsal yapının; cinsiyet, din, engellilik, yaş, etnik köken vb. kimliklere karşı duyarsızlık suçlamasından kurtulmak amacıyla tek veya önemsiz görülebilecek sayıda bireyleri saflarına almasını ifade etmektedir.