Abdulaziz Tantik
TT

Takva -Kulluk Bilinci-

Takva, müminin Allah karşısında takınacağı tavrı işaret eder. Kul, Rabbine nasıl kulluk edeceğini Rabbinin gönderdiği emir ve nehiyler üzerinden öğrenir ve bu sınırlara uygun ve uyumlu davranarak kulluk şuurunu geliştirir.
Öncelikli olarak kulun, Allah (cc)nün varlığı, esma ve sıfatları üzerinde bir bakışa sahip olma yükümlülüğü vardır. Çünkü Allah (cc) a dair geçmişten gelen ve farklı kültürlerden aktarıla gelen bakış birçok sorunu içinde barındırmaktadır. Hem tevhidi din olarak kabul edilen Yahudi, Hıristiyanlık vs. hem de diğer felsefe ve dinlerden aktarıla gelen bakış ile İslam dini arasında farklılıklar var. İslam Düşüncesi içinde de farklı akımlar, eğilimler mevcut bulunmakta ve bunlar kulluğumuzun bakışını ve bu bakış üzerinden de bilincimizi belirlemektedir.
İnsanın Rabbini tanıdıktan sonra kendini tanıması elzem olmaktadır. Çünkü insanın kendisini tanıması Rabbini tanımasını derinleştirir. Ayrıca Rabbini tanımak da kişinin kendini tanımasına zemin hazırlayacaktır. Velhasıl insanın hem Rabbini hem de kendisini tanıması kulluğunun niteliği açısından önemlidir.
Allah’ın isim ve sıfatlarını birkaç temel kavram altında toparlamak imkânını kollamak lazım. Yoksa bütün isimlerin tek tek anlaşılması ilgili kişilerin temel özelliği olmalıdır. Ama en temelde Tevhit, Tenzih, Teşbih ve Adalet üzerinden bir değerlendirme yapılırken O’nun en temel vasfının Rahman oluşunu da göz ardı etmemeliyiz.
İnsanın yaratılış amacının ne olduğuna dair ilahi bilgiden haberdar olmak ve bu amaca uygun bir tavır ve düşünce üzerinden kulluk bilincini yükseltmek insanın takvayı derinleştirmesine vesile olacaktır. Çünkü insan başıboş bırakılmadığı gibi dilediği gibi davranma hürriyetine de sahip değildir. İnsan sorumlu bir varlıktır. Bu sorumluluğu yaratılışındaki sırda gizlidir. Önemli olan bu sırrı keşfetmek ve buna uygun bir hali benimsemektir. Takva, insanı kulluğun basamaklarında hep bir adım daha yukarı çıkarmaya davetiyedir.
İnsan sorumluluğunu belirlerken kimlerle ilişki ve iletişim içinde olduğunu da belirlemekle yükümlüdür. Ve bu ilişkinin niteliğini tam oluşturmadan ve olgunlaştırmadan yol alması da mümkün değildir. Bu yüzden ilişkiyi hangi düzeyde tutacağına dair ilahi hitaba kulak vermeli ve bu hiyerarşik varlık yapısında kimlerle nasıl bir ilişki kuracağını da belirlemelidir. Çünkü kulluk, sonuç itibarı ile ilişkiler yumağına dayalı bir bakışa sahiptir.
İnsanın varlık hiyerarşisinde hangi varlık katmanları ile ilişkisi vardır? Özellikle öncelik, Âlemlerin Rabbi olan Allah’adır. Sonra Evren, İnsan toplulukları ve bizzat kendisi ile ilişkisidir. Yani Allah, Evren, Toplum ve insan ilişkisi kişinin kulluk bilincini hem belirler, hem de tamamlanmasına zemin oluşturur.
İnsanın kendi derinliğini kavraması ile birlikte varlığın da derinliğini kavraması olmazsa olmaz kulluk şartlarındandır. Bu derinlik kişiye kendi sonsuzluğunu kavratırken varlığın sonsuz katmanlarının baş döndürücü varlığı karşısında muvazene sağlamasına imkân tanıyacaktır. Eşyayı tanımlarken hangi derinlikten tanımladığı özel öneme haizdir.
Varlıkla kurduğumuz ilişki tanımlamamızla birebir örtüşen bir tutumdur. O zaman varlık ilahi bilgiyi dikkate alarak aşağıda vereceğimiz varlığın üç düzeyde anlaşılması kulluk şuurumuzu ve bu şuuru ayakta tutan zikri, yani hatırlamayı süreklileştirir. Bu üç düzey: Bir, varlık, ilahi bir bildiridir. İki, varlık, yaratılışı mucizevî olandır, yani her an bir mucize ile karşı karşıya kalıyoruz. Üç, varlık, ayettir. Bizi Allaha taşıyacak olan işaret ve delildir. Varlıkla bu düzeyde kuracağımız ilişki bizi, takvamızı güçlendiren ve derinleştiren bir hale ve düşünsel vasata taşıyacaktır.
İnsanın her dem tazelenmesi için okuması esastır. Her okuma ise Allah adına yapıldığında ve Allah’ın adı ile başarıldığında anlamlı ve önemli olacaktır. İşte Allah adına okuyan kul Allah adına davranışlar ve düşünüşler gerçekleştirebilir. Ve bunu büyük bir sevda ile yaptığında sürekli taze olmanın ve tazelenmenin temellerini belirler. Bu okuma salt bir bilgilenme okuması değil, varlığı ve varlığın hiyerarşik katmanları arasındaki bağın da okunmasına tekabül eder.
İnsanın kulluk şuuru onun kemal mertebelerini tırmanmasına vesile olmalıdır. Kemal mertebelerini çıkmak içinde kulun kendi eksikliklerini tamamlaması ve bu eksiklere duçar olduğunda pişmanlık duyarak vazgeçme erdemine sahip olması da zorunludur. Bu insanın iki boyutunun da kemal ile tavsif olması esasa dairdir. Yani kişi, hem duygusal bir tamlığa yönelmeli ki bu kulun sürekli zikir üzere oluşunun devamlılığı gibi onu her türlü yasaklardan korunmasını sağlayacak dirayet ve dirence de sahip olmasını zorunlu kılar. Ama en temelde düşünsel tamlık da çok önemlidir. Ve bu düşünsel tamlık oluşmadan duygusal tamlık, duygusal tamlık oluşmadan da düşünsel tamlık oluşamayacaktır. Bu yüzden esaslı bir şekilde bu iki durumun insan tarafından ciddiye alınması ve ona uygun düşünce ve tavırlar geliştirmesi elzemdir.
İnsan, paylaşımı eksene aldığında hem fazlalıklarından kurtulur hem de eksikliklerinden kurtulmasının mücadelesine destek sağlar. Kişi, cimrilik yapıp her şeyi kendisine saklarsa onun kendisini geliştirmesi ve kemal yolculuğuna çıkması beklenemez. Bu yüzden vermenin bereket olduğunu ve imkânlarını artırdığını düşünmesi ve buna inanması elzemdir. ‘Veren el alan elden üstündür’ düsturu bu noktada hatırlatıcı olmalıdır. Paylaşma sadece vermek değil kişinin kendi eksikliklerini fark ederek diğeri üzerinden kendi eksiğini tamamlayacak cesarete sahip olmayı da içerir. İnsan zaafları ile maluldür. İşte bu zaaflarını birlikte paylaşarak aşabilir. Bu yüzden insan hep bir başkasına muhtaç durumda olacaktır. “Her bilenin üzerinde bir bilen vardır.” Bu ilke ve ilahi varlığın kendisi kişinin sürekli muhtaç oluşuna delalet eder. 
Fark etmek, insanın şuurunu derinleştiren ve takvayı güçlendiren bir özelliğidir. Yukarıdan itibaren çizdiğimiz temel ilkeler ancak fark etmekle kemale ve tamama erdirebilinir. İnsan, fark üzerinden tanımlandığı zaman kendini doğru bir şekilde tanımlama imkânı elde eder. Ayrıca her varlığı ve katmanını bir diğer varlık veya katmanı üzerinden farkı tanımlanır ve buna uygun bir ilişki ve iletişim biçimi geliştirilebilinir.
Takva kulun sorumluluğunu üstlenerek varlık karşısında asaletini takınarak Allah’a karşı boyun eğerek O’nun varlığına doğru gönüllü ve iradi seyrüseferdir. Takvayı güçlendirmek, imanın artırılmasına ve teslimiyetin çoğalmasına bağımlı iken onu derinleştirmekte Allah’ın sürekli gözetiminde olduğunun şuurunda olmaktır.

Not: Okuyucularımın ve tüm Âlemi İslam’ın önümüzdeki Ramazan ayını kutlar ve bu ayda arınmanın ve kendini bulmanın bir imkânına dönüşmesini temenni ederim.