Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Hişam Cait… Tarihçi ve Arap Rönesansı düşünürü

Tunuslu tarihçi ve düşünür Hişam Cait aramızdan ayrıldı. Onunla ilgili ilginç bir hikayem var. 2003 yılında, Princeton Üniversitesi’nde İslam Araştırmaları Profesörü olan Michael Cook ile eski Alman profesörüm Joseph van As beni öğle yemeğine davet etti. Çünkü hem Michael Cook hem de Van As, Hişam Cait’in ‘Peygamberin Hayatı’ kitabını ve benim o kitap üzerine yazdığım iki eleştirel makaleyi okumuşlardı. Alman tarihi, hümanizmi ve mirasıyla gurur duyan Alman Vas As, konudan tamamen çıkarak benimle münazaraya yöneldi ve “Siz Arapların düşünürleriniz çok ama tarihçileriniz az” dedi. Ben, Irak, Mısır, Fas, Cezayir, Tunus ve Lübnan’daki ünlü Arap tarihçilerini saymaya başlayınca gülerek cevap verdi, “Bunlar bizim gibi geçmiş neslin tarihçileri, yine o zaman da düşünürler tarihçilerden fazla.” Dönüp dolaşıp Hişam Cait’e geldik (o yıllarda, iki meslektaşımla birlikte onun ‘İslam Düşüncesinde İyiliği Emretmek ve Kötülüğü Yasaklamak’ isimli büyük kitabını tercüme etmiştim.) Profesör Cook, “Profesör Cait çok büyük bir tarihçi. Onun kitaplarından, Kûfe ve ilk veya en büyük ayaklanma olarak tanımlanan Taha Hüseyin ayaklanması hakkında çok şey öğrendim” dedi. Van As gülümsedi ve sustu. Ben de dedim ki, “Geçen yüzyılın yetmişli yıllarında biz Arap gençleri onun iki kitabındaki kesin tarihsel yaklaşımından ve Avrupa ve İslam isimli çok önemli olan küçük kitabından tarih ve düşünceyi ve aynı zamanda yeni bir bakış açısını öğrendik.
Hişam Cait’ten önce de birçok Arap ve yabancı, İslam şehri hakkında eserler kaleme almıştı. Ancak Cait, “Kûfe, Bir Şehrin Yükselişi” konulu teziyle, İslam şehirlerinin gelişigüzelliği üzerine yapılan çalışmaların oldukça çoğaldığı bir esnada, bugün hala tartışılmakta olan bir ‘Arap şehri’ teorisi geliştirdi. Cait’in Arap şehri teorisi, çöl ile kentleşme arasındaki bir mücadeleye değil, daha çok kentsel yerleşime, insani kentleşmenin çokluğuna ve uygarlığın genişliğine dayanan bir teoridir. Basralı Cahiz’in çevresi hakkında kitap yazmış olan Fransız oryantalist Charles Bella, kendi kitabını, Iraklı ünlü tarihçi Salih Ahmed al-Ali’nin Basra şehri hakkında ellili yılların başında tez olarak yazmış olduğu kitapla karşılaştırırken bana yine bunu söylemişti. Cait’in bakış açısından Arap şehri, bir ülkeyi büyük yapan, uygarlık yönünde hızlı gelişim sağlayan bir bilinci temsil ediyor. O zamanlar Doğu şehirleri hususunda iki tip şehir olduğu görüşü hakimdi. Çöllerde veya çöl kıyılarındaki kervan şehirler ve büyük devletlerin deniz veya nehir kıyısında kurduğu şehirler. Cait ise Arap ve İslam şehirlerini, yeni bir uygarlığın üretimine yönelik bir dönüşüm veya bir kırılma olarak değerlendirdi. Bunun yanı sıra uygarlığın büyük zenginliği içinde kısa sürede yaşam bölgelerine dönüşen diğer iki klasik şehir kalıbının da devamlılığını inkâr etmedi.
Cait, yirmi yıl veya daha uzun bir süre sonra Arap hayatındaki ‘devlet olayını’ incelerken, yeni Arap medeniyetinin özü veya kalbi hakkındaki bu vizyonu nasıl üretti? Biz, Osman ve Ali döneminde devlet mücadelesini anlatan “Fitne” kitabını uzun uzun tartışıyor, ümmetin ayaklanışı ve ulusal bir ideolojinin oluşmasıyla uğraşıyorduk. Cait ise, ümmet projesinin tamamlanmasına yol açacak şehir devleti ile meşguldü. Ben onunla üç unsurun ideolojik bir birlik içinde olması gerektiğini (cemaatin birliği, bölgenin birliği, ülkenin birliği) tartışırken, o bana, şehir devletinin bölgenin birliği ve ülkenin birliğini oluşturan irade ve şuurunun temeli olduğunu söylüyordu. (Osman ve Ali zamanında yaşanan) Çatışma veya fitne (iç savaş) denilen şeyin anlamı da budur. Onların, Allah’ın yeryüzündeki halifeliği olan iktidarı ele geçirmek için yarıştıkları doğru. Ama devletin şehirden başladığı hususunda ihtilafa düşmediler. Cait’in ‘Fitne’ kitabı, derinliği, tutkulu ruhu ve Arapların şimdiki durumu ile ilişkisi cihetinden destansı bir kitaptır. Böyle olması için Cait, birkaç kez mukaddimeye başladı sonra durdu. Ben ona şehir devletinin Yunan şehirleri olduğu konusunda şaka yaptığımda üzülür ve şöyle cevap verirdi: “Aksine, bilinçli olarak dünyayı değiştiren, yeni bir uygar model sunan şehir devleti Arap Şehri’dir.
Hişam Cait, Fas tarihi üzerine yaptığı çalışmalar da dahil olmak üzere pek çok eser kaleme aldı. Devlet konusu ise onun asıl çalışma alanıydı. Ancak bizim asıl dikkatimizi çeken, el-Tahavi ve Hayreddin el-Tunusi’den beri doğuda ve batıda bulunan herkesin ‘Avrupa ile çarpışma’ hakkında kitap yazmış olmasına rağmen Cait’in “Avrupa ve İslam” isimli küçük kitabıydı.  Ayrıca onun ‘Fitne’ kitabına da âşık oldum. Avrupa ve İslam’ın, Arapçaya çevrilmesini bekleyemedim, zor gelmesine rağmen Fransızcasını okumaya başladım.  Ben Fransızcasını okurken Arapça tercümesi çıktı. Tercümeye biraz baktıktan sonra dönüp Fransızcasından okumaya devam ettim. Profesörümüz Hişam Cait’in Fransızcası, diğer profesörlerimiz Laroui ve Ali Umlil gibi şairane ve büyüleyiciydi. Kitaplarda bahsedilmesine rağmen Cait, doğuda ve batı bulunan medeniyetleri bir çatışma ile nitelemezdi. Ona göre medeniyetler çatışmazlar, savaşmazlar, aksine birbirlerine karışıp içlerindeki refah ve düşüşleri birbirlerine intikal ettirirler. Biz Araplar ve Hintler, sömürgeciliğin dehşeti yüzünden düğümlendik. Modern ulus devletler bizim topraklarımızda başarılı olabilirlerse bu kompleksin üstesinden gelebileceklerine inanıyorlar. Cait bu konuda iyimser değildi ancak yine de şöyle söylerdi: “Biz yüzlerce milyonluk bir ümmetiz. Er ya da geç şu ya da bu ülkede tarihin yükünden kurtulacağız. Biz de bugünün yükünden kurtulacağız.”
Hişam Cait, klasik bir Müslüman değildi. Sade bir şekilde anlatmak gerekirse o büyük bir Fransızca entelektüeliydi. “Biz sadece Arap soyundan olmakla bir değiliz. Aynı zamanda dinde, fetvalarda, Malik’in mezhebinde, şehir medeniyetinde ve uygarlık üretmekte kadim bir aileyiz” derdi. Hişam Cait aramızdan ayrıldı ama ruhu Kayrevan, Kûfe, Fes ve Kahire arasında uçmaya devam edecek. Ey devlet içindeki fitneden doğan büyük Arap, Allah sana rahmet etsin.