İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

Dünyanın geleceğine kim karar verecek?

ABD Başkanı Joe Biden’ın Avrupa’ya yönelik olumlu yönelimlerinin yarattığı güncel dinamizme paralel olarak, geçtiğimiz günlerde G7 zirvesinde yapılan çalışmalar, Batı’nın, demokratik önerileri ve liberal açıklamalarıyla bir kez daha dünyaya liderlik etme olasılığı olduğunu gösterdi. Özellikle Rusya’nın, dünyanın birçok yerinde artan siyasi ve askeri gerilimler içinde olduğu düşünüldüğünde. Ekonomik olarak, şu an ve yakın gelecekte Çin tusunamisinden bahsetmiyorum bile.
Pek çok kimse Batı’nın artık ortadan kaybolduğunu düşünüyordu. Özellikle de öldürücü virüs Kovid-19’un acı verici darbesinden ve Vestfalya sisteminin tektonik yapılarının parçalanmasından sonra. Şimdi geldiğimiz bu durumda dünyanın ve içindekilerin geleceğine bir kez daha Batı mı karar verecek?
Batılı niyetlerden göründüğünden daha fazlasını barındıran G7 sonuç bildirgesinin de ötesinde, geçen hafta İngiliz topraklarında yapılan bu toplantının tek bir ana gayesi var; “Batı hegemonyası fikrini yeniden canlandırmak.” Amerikan yüzyılı projesi bu sefer çekine çekine şunu ortaya koydu ki Washigton, Avrupa’ya muhtaç olduğunu çok iyi biliyor ve ABD artık dünyanın polisi rolünü oynamamalı. En azından tek başına bunu yapmamalı. Biden da İngiltere ziyaretinin ilk gününde bunu itiraf etti.
Geçen Pazar, haber ajansları Londra’daki Çin Büyükelçiliği sözcüsü tarafından yapılan bir açıklamayı yayınladılar. Büyükelçi şu açıklamaları yapmıştı: “Küçük bir grup ülkenin küresel kararları dikte ettiği günler geride kaldı. Biz her zaman, büyük-küçük, güçlü-zayıf, zengin-fakir tüm ülkelerin eşit olduğuna ve dünya işlerinin tüm ülkelerle istişare yoluyla yönetilmesi gerektiğine inandık.”
Büyükelçinin bu açıklaması, zirvenin önemli bir bölümünü Çin ile sert bir şekilde mücadele etme konusuna ayıran G7’nin yönelimleri hakkında Çin’in açık endişesini yansıtıyor. Batı’nın iddiasına göre Çin, dünya çapındaki üretim gücünü birçok uluslararası dengeyi bozmak ve hatta demokrasileri kalbinden bıçaklamak için kullanıyor.
Dünyanın kaderi konusunda parayı kim veriyorsa düdüğü o çalıyor gibi görünüyor. Bu nedenle G7 liderleri arasında, mallarını ve ürünlerini tüm dünyaya düşük fiyatla pazarlayan Çin’in önünü kesmek ve Avrupa ve Amerika standartlarına göre insan hakları ihlallerine karşı yekpare bir set oluşturmak için pratik ve çok hızlı önlemler almayı amaçlayan net bir anlaşma ortaya çıktı. 
G7 zirvesindeki görüşmelerde, Başkan Biden, II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra yaralı Avrupa’yı destekleme girişimi olan Marshall Planı’na uzaktan göz kırpan, heyecan verici bir eğilim ortaya koydu. Başkan Biden, Çin’in yeni karayolu ağını, demiryollarını, limanlarını ve iletişim ağını kullanmaya mecbur kalmak yerine bir alternatif oluşturmak için gelişmekte olan ülkelere yüz milyarlarca dolar finansman sağlamayı önerdi.
Durum, geleneksel Batı’nın, Çin’in “Bir kuşak bir yol” projesine karşı kesin ve kararlı bir şekilde harekete geçtiğini gösteriyor. Çin, bu proje kapsamında gelişmekte olan ülkelere borç vermek, topraklarında yatırım yapmak ve onların, Batı’nın elinde olan iplerini gevşetmek için milyarlarca dolar ayırmış durumda. Çin, kendi çizgisini, Afrika’dan başlayarak Latin Amerika’ya kadar birçok kıtada çizmiş durumda. ABD ve Avrupa Birliği, Avrupa başkentlerinin de Çin’in pençesine düşmesinden korkuyor. Her ne kadar Kovid-19 virüsünün patlak vermesinden önce gerçeklemiş olsa bile İtalya-Çin ilişkilerine dair ortaya çıkan sahne de bu korkuyu destekliyor.
Washington, dünyanın geleceğine karar verilirken, insan hakları sloganları atmanın, demokrasi pankartları açmanın insanların açlıklarını gidermediğini, aksine yeryüzünde etkili ve başarılı bir çalışmanın gerektiğini vurguladı. New York Times gazetesi, Çin’in çabalarının, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’nın yeniden inşası için ABD’nin uyguladığı programdan daha üstün hale geldiği tehlikesine dikkat çekti.
Tüm dünya G7 zirvesinin projelerini yakından takip ediyor. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde yaşanan diğer trajedilere ek olarak henüz tamamen söndürülememiş olan pandemi sorununa dair projelerini. Bu da salgını önlemek için acilen birkaç milyar doz aşıya ihtiyaç duyulduğu anlamına geliyor.
Kesin olan şu ki Çin, virüsün sırrını ve kaynağını açıklığa kavuşturmak için Dünya Sağlık Örgütü ile daha derin bir iş birliği yapmayı reddederken G7 ülkeleri, dünyanın dört bir yanındaki sefil ve acı çeken halklara yaklaşık bir milyar doz aşı bağışlama yolunda ilerliyor. Bu aşıların en az yarısı ABD tarafından karşılanıyor.
Biden, Amerika’nın tekrar dünyayı yöneteceğine dair verdiği sözü yerine getirecek mi?
Washington’daki Pew Araştırma Merkezi tarafından yapılan bir kamuoyu yoklaması sonucu, Avrupalı müttefiklerin Amerikan liderliğine olan güveninin açıkça arttığını ve Amerika’ya en yakın Avrupa ülkelerinden 12’sinin, Biden’ın “doğru olanı yapma yeteneğine sahip olduğuna” güvendiğini ve bu güven oranının %75’e ulaştığını gösteriyor.
Acaba dünya, ona kimin liderlik edeceğine karar verilmeden önce kaybolan uluslararası dengeleri yeniden kurmak için kritik anlarla mı karşı karşıya?