Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar
TT

İran ve bölünmeyi derinleştiren Molla düzeni

Ayetullah Humeyni, iktidarı ele geçirdikten birkaç hafta sonra, bir dizi Şah karşıtı aydından oluşan bir topluluğun önünde, İran'da kurmayı planladığı rejimin tek bir ilkeyle hareket edileceğini söyledi: “Lanet Şah'ın yaptığı her şeyin tersi yapılacak!”
Bunu takip eden kırk yıllık boyunca kendisinin ve haleflerinin bu ahde sadık kalmaya çalıştıklarını bu ilkeyi uygulamak için çok çaba sarf ettiklerini görüyoruz.
Şah, İran'ı her zaman savaşlardan ve askeri çatışmalardan uzak tutmak istedi ve aslında otuz yıldan fazla bir süre bunu başardı. Bunu yapmak bazen acı verici kararlar vermeyi gerektirdi.
Humeyni ve peşinden gelenler ise ülkeyi Irak'la sekiz yıllık bir savaşa soktu ve Irak, Suriye, Lübnan, Yemen ve Afganistan'a bir dizi askeri müdahalede bulundu.
Şah, İran'ı terörizme ve şiddetin siyasi bir araç olarak kullanılmasına karşı bir kalkan olarak göstermeye o kadar istekli ve kararlıydı ki Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) Tahran'da bir ofis açmasına bile izin vermedi.
Öte yandan Humeyni rejimi, Tayland ve Filipinler'den Kolombiya ve Peru'ya kadar çeşitli terör örgütlerine güvenli bir sığınak sağladı. Ayrıca Mississippi'de ‘siyahi bir devlet’ kurmak isteyen bir grup Afroamerikalıya fon sağladı.
Ayrıca İran tarafından kontrol edilen milislerin şemsiye grubu Hizbullah'ın Ortadoğu'da 17'den fazla şubeye sahip olduğunu belirtmekte fayda var.
Şah, İran'ın komşu ülkeleriyle dostane veya en azından iyi ilişkiler kurmaya çalıştı. Bunun sonuçlarından biri, ülkeden ayrıldığı zaman İran'ın bölgedeki tüm komşu ülkelerle sınırlarını tamamen çizmiş tek ülke olmasıydı. Bu nedenle Ortadoğu'da birçok uluslararası ilişkinin mustarip olduğu sınır anlaşmazlıklarının yükünü taşımamaktadır.
Şah, endüstriyel dönüşüm için iddialı bir plan uygulamaya çalıştı ve bu planın odağında, kıt su kaynaklarından mustarip olan ülkenin uluslararası pazarlarda rekabet edebileceği daha yüksek değerli ürünlere yoğunlaşması vardı.
Humeyni, Şah'ın Müslümanların günlük ekmekleri için bile kafirlere bağımlı olmasını istediğini ve tarım sektörünü marjinalleştirmeye çalıştığını söyledi.
Humeyni ve halefleri, düşük fiyatlı ürünler üretmek için nehirler ve göller üzerinde küçük barajlar inşa etmek gibi zayıf bir politika uyguladılar. Bu, iki yüzden fazla nehir, göl ve bataklığın fiilen yok olmasına ek olarak, ülkenin ekolojik dengesine ciddi zararlar verdi.
Şah'ın en önemli önceliklerinden biri de kadınların kamusal hayata katılımlarını sağlamaktı. Nitekim İranlı kadınlar, “Müslüman dünyasında” oy kullanma hakkını kazanan ve aynı zamanda parlamento, bakanlık, büyükelçilik ve hatta ordu, polis ve hava kuvvetleri gibi kamu görevlerde bulunma hakkında sahip olan ilk kadınlar arasındaydı.
1979'da mollalar iktidarı ele geçirdiğinde, kadınların iki binden fazla olan kamu görevindeki payı yüzde 17 civarındaydı. Bu oran, Humeyni'nin yönetimi altında 2021 yılına kadar yüzde 3'e düştü.
Ancak İran'ın Şah dönemindeki ve Humeyni dönemindeki politikası arasındaki en büyük ve belki de en önemli fark, ulusal kimlik meselesiyle ilgilidir.
Nitekim 1979'da İran, muhtemelen bir ulus-devlet olarak bölgede kimliğinin doğası konusunda geniş bir fikir birliğine sahip olan tek ülkeydi. Bu kimlik, yaklaşık beş asırlık bir süreçte oluştu ve esasları 1906 Anayasa Devrimi ile tamamlandı. Batı modelinde ilk devlet kurumları oluşturuldu ve Rıza Şah Pehlevi tarafından reformlar gerçekleştirildi. Oğlu Muhammed Rıza Şah'ın saltanatı sırasında ekonomik ve sosyal ilerleme sağlandı.
Bu çabalar, “Kesret içinde vahdet” yani çeşitlilik içinde birlik sloganını taşıdı. Bu slogan İran'ın uzun tarihinin yarı tarihsel ve yarı efsanevi bir okumasına dayanmaktadır. Toplumdaki farklılıkları en aza indirmek ve İranlı erkek ya da İranlı kadının imajını güçlendirmek için tasarlanmıştır. Bu, tercümesi zor olan fakat tek bir vatana ait olmayı ifade eden “mihan” kavramı adı altında yapıldı. Buna karşılık Humeyni bu fikri esastan reddetti. Humeyni bir İran ulusu olmadığını, İranlıların küresel bir İslam “milleti”nin parçası olduğunu söyledi. Bu tutum, İranlılar arasında Müslüman ve gayrimüslim bölünmesine neden olmaya başladı ve ardından Humeyni, buna Şiiler ve Sünniler arasındaki bölünmeyi ekledi. Bunun akabinde ise Şiiler, İsnâ Aşeriye (12 İmamcı Caferi Şiilik) ve diğerleri olarak bölündü. İsnâ Aşeriye, kendi arasında da “Usuli” (Akılcı) ve “Ahbari” (Rivayetçi) diye ikiye ayrıldı. Ardından “Usuli” diye nitelendirilenler, Velayet-i Fakih ilkesine veya din adamlarının egemenliğine inananlar ile yeni rejimi ve dini ideolojisi olan Velayet-i Fakih’i onaylamayan “gelenekçiler” diye bölündü.
Şah, İranlıları birleştirecek tek bir kimlik oluşturmaya çalıştı. Humeyni, stratejisini İranlıları bölmek temelinde formüle etti ve bu şekilde İran'ı bir arada tutmanın tek yolunun “Velayet-i Fakih” ilkesi olduğu yönündeki iddiasını güçlendirmeye çalıştı. Misbah Yezdi, Hasan Abbasi, Abdülkerim Suruş gibi bir dizi Humeynist filozof, ideolojik manipülasyon girişimleriyle bu iddiayı desteklemeye çalıştı.
Humeyni'nin stratejisi, İranlıların büyük çoğunluğunu ortak kimliklerini reddeden bir sistem içinde kendilerini nasıl tanımlayacaklarını sormaya itti. Bu da bölünmeleri ve karşıt tepkileri beraberinde getirdi. Bugün birçok İranlı, Şiiliği kendilerine düşman olarak görüyor. Humeynici yaklaşım, yaşlılarla gençleri karşı karşıya getirdi. Nitekim nüfusun yarısından fazlasını oluşturan devrim sonrası doğanlar, ülkenin bugün yaşadığı sefaletten geçmiş nesilleri sorumlu tutuyorlar.
Öte taraftan Humeyni'nin stratejisi, İranlıların içeridekiler ile -nüfusun yaklaşık yüzde 10'unu oluşturan- diasporadakiler diye bölünmesine yol açtı. Bu durum, geçen haftaki Tokyo Olimpiyat Oyunları sırasında açık bir şekilde karşımıza çıktı. Nitekim yarışmalara bir mülteci olarak katılan İranlı bir sporcu, İslam Cumhuriyeti bayrağı altında yarışmaya katılan bir diğer İranlı sporcuyu yendi. İki sporcu maçtan sonra sıcak bir şekilde kucaklaştığında, birçok İranlı, yüzyıllar boyunca şekillendirilen İranlı kimliğinin hala canlı ve güçlü olduğunu hissetti.
Humeynici yaklaşım, kadınlar ile erkekler arasında nefret uyandırmasının yanı sıra yüzden fazla şehirde şiddetlenen gösterileri “ayrılıkçı unsurların” eseri olarak nitelendirerek bölünmeyi daha da körüklemeye çalıştı. Bunu, sadece savunmasız sivillerin sokaklarda öldürülmesini haklı çıkarmak için yaptı.
Humeyni rejimi tarihin yanlış tarafında duruyor olabilir. Nitekim bu ateşli gösteriler, yüzyıllar boyunca oluşan bir ulusal birlik duygusunun ve İranlı kimliğinin canlanmasına katkıda bulunuyor gibi görünüyor.
Bu durum Humeyni ideolojisini İran ulusunun ortak düşmanı kategorisine itiyor.