Bülent Şahin Erdeğer
TT

10 yıl öncesi ve sonrasıyla Arap Baharı

ABD, Ortadoğu bölgesinde Büyük Ortadoğu Projesi isminde bir proje tasarlamıştı. Bu projenin esaslarında da mevcut yerel diktatörlerle beraber aşamalı bir şekilde tırnak içerisinde bölgenin demokratikleştirilmesi; buradaki demokratikleşme de liberal çerçevede küresel güçlerin çıkarları doğrultusunda olacaktı. Bu projenin ya Batı ya da Rusya güdümünde olan yerel diktatörlerin eli ile yapılması tasarlanıyordu.
Ancak sosyal olaylar, evdeki hesabın çarşıya her zaman uymayacağını gösterdi. Öyle bir duruma gelindi ki Tunus'ta başlayan ve diğer yerlere sıçrayan halk hareketleri bu Büyük Ortadoğu Projesi'nin dışında ve kendi doğal seyrinde patlak verdi.
Yani 2011'de olan şeyler BOP'un tasarladığı bir şey değildi. ABD'nin istediği Hüsnü Mubarek'in, Zeynel Abidin'in Esed’in, Mübarek’in ya da Kaddafi'nin iktidarda kaldığı ve aşamalı olarak iktidarını demokratikleştireceği öngörülen bir yapıydı. Tıpkı 50‘lerde çok partili hayata geçen Kemalist sistem gibi, diktatörlüklerin emperyalizmle uyumlu biçimde esnemesini ön görüyordu Büyük Ortadoğu Projesi. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı.
2011’de Tunus'ta yaşanan spontone olay hesabı bozdu. Biriken halk öfkesi bir seyyar satıcının kendini ateşe vermesiyle patladı.
Zaten küresel güçlerin her olayda bekle gör politikası güttüğünü biliyoruz. Rüzgar ne taraftan esiyorsa diyerek halkın yanındaymış gibi göründü.
Özetle Arap Baharı, ABD tarafından tasarlanmış, planlanmış bir şey değildi. ABD, bir süre sonra B planına geçti ve muhaliflerin tamamını temsil etmeyen liberal kadroları iktidara taşıma politikası güttü. Mesela Mısır'da Baradey gibi, Suriye'de ABD yanlısı muhalif gruplar gibi, ya da Türkiye'de Fethullah Gülen gibi... Engelleyemiyorsam yönlendiririm dedi. 
ABD, bu isimlerle halkın yanında gibi göründü fakat arka planda amaç, halk hareketlerinin BOP'un dışına çıkmamasıydı. Ancak Baradey gibi ABD'nin desteklediği figürlerin halk desteği olmadığı ortaya çıktı. Ve bunun yanında İhvan gibi kendi iradesini elinde bulunduran İslamcıların iktidara yürüdüğünü gördük. Böylece engelleyemiyorsam yönlendiririm planı da tutmadı.
Tabi bu durum ABD'yi son derece rahatsız etti. Böylece Plan-C’ye geçildi: Yönlendiremiyorsam zehirlerim… ABD, İslamcılığı zehirlemek için El-Kaide ve IŞİD gibi küresel cihad radikalizmini besledi. Yani bu şiddet hareketlerinin ortaya çıkış amacı İslamcıların halk desteğini kaybetmesini sağlamaktı. Bunu yapmak için illa da gidip bu örgütleri kurmanız gerekmez. Tepkiselliği besler ve taban sağlaması için hareketleri yönlendirebilirsiniz. Rüzgarı nereden estirirseniz yelkenliler oraya gider. Sonuçta bu örgütlerin dini zihniyetleri ve pratik zaafları böyle bir potansiyele sahiptir.
Dolayısıyla Arap Baharı'nı kışa çeviren emperyalistler oldu. Bunu da DEAŞ ve onun gibi tepkisel, dengesiz ve tırnak içinde “İslamcı” olduğunu söyleyen ama İslam'ı zehirleyen radikal ne idüğü belirsiz gruplar eliyle yaptı.
Arap Baharı sürecinin akamete uğramasının bir başka sebebi ise sürece çok fazla anlam yüklenmesi, romantize edilerek yüceltilmesiydi.
Oysa halkların 3 temel talebi vardı. Bugün de bu talepler halen geçerli:
Özgür seçimler/bağımsızlık
Sosyal adalet
Özgür düşünce
Bu 3 temel talep dışında halkların ilkesel/mutlak/vazgeçilmez bir talebi yok: Seçimler olsun, iktidarlar değişebilsin, bir adam gelip elli yıl tüm sülalesi ile memlekete çökmesin çünkü bu tip otoriter ya da totaliter rejimlerde yargı bağımsız olmadığından yolsuzluklar da sıradanlaşmakta.
Ancak üretilen hamaset rüzgarı halklar nezdinde beklentilerin yükseltilmesine yol açtığından iktidar tecrübesi olmayan yeni yönetim kadrolarının yol kazalarına tahammülü de zayıflattı.
İhvan’ın Mısır’daki politikaları krizleri yönetmeyi bırakınız yeni krizlerin doğmasına yol açmış uluslararası dengeleri ve ordunun etkin rolünü hesaba katmadan atılan adımlar da seçilmiş iktidarı askeri darbe için “kolay lokma” haline düşürmüştü.
 son olarak Tunus’ta Nahda’nın ortağı olduğu hükümetin ekonomik kriz ve yolsuzluklarla mücadelede uğradığı başarsızlık anti demokratik karşı hamlelerin elini güçlendirmiş oldu. Bugün Tunus toplumu Cumhurbaşkanı Kays Said’in 25 Temmuz’da aldığı “istisnai kararlar” ile “olağanüstü hal” ilan etmesi karşısında  ikisinin de tabanlarının ülke nüfusunun yarısına tekabül eder şekilde ikiye bölünmüş durumda.
Cezayir ve Fas’ta da Arap Baharı sürecininin baş aktörleri olan İslamcı partiler halk desteklerini yitirmekteler.