Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar
TT

Ön koşullar ortadan kalktığında İran

Hala ayaklarını hissettikleri için mi yoksa artık yön değiştiremeyeceklerini mi fark ettiler? Soru, Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin İran'daki İslam Cumhuriyeti'ndeki yeni ekibinin çelişkili sinyaller göndermesiyle ilgili.
Bir düzeyde, büyük ölçüde son kırk yıldır Humeyni rejiminin bel kemiğini oluşturan yüzlerce molla ve askerden gelen olağan öfkeli açıklamalar işitiyoruz. Başka bir düzeyde ise İran cumhurbaşkanlığındaki yeni çalışma grubunun eski Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve ekibinin iddia ettiği kadar katı olmadığını öne sürmeyi amaçlayan yumuşak bir ses duyuyoruz.
Sürekli öfkeli açıklamalar yapılmasına gelince; bunun nedeni belki de sloganları atan olağan koronun, rejimin artık bu tür devrimci açıklamaların lüksünü karşılayamayacağı gerçeğini henüz anlamamış olmasıdır.
Diğer yandan nazik ve yumuşak ifadeler, gerçek veya hayali düşmanları sakinleştirerek yapılan bir gafil avlama girişimi olabilir.
Her hâlükârda hikmet, Ruhani ve etrafındaki ‘New Yorklu Çocukların’ (New York Boys) agresif muhafazakârlar tarafından sırtından bıçaklanmaya karşı dikkatli olmaları gerektiği gerçeğini aklımızda tutmamızı dikte ediyor. Reisi’nin bu muhafazakarlardan oluşan ekibi, sırtından bıçaklanma korkusu olmadan istediği tavizi verebilir.
Reisi, defalarca ‘işleri halletmeyi’ istediğini söylerken İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, yabancı delegasyonların önünde yeni İran Cumhurbaşkanı’nın ideolojik sloganları feda etmeye hazır, ‘pragmatik’ bir kişi olduğunun altını çiziyor.
Şimdiye dek Reisi’nin ekibi, kendilerini Azerbaycan Cumhuriyeti (eski Sovyetler Birliği cumhuriyetlerinden biri) ile sınırda sembolik bir askeri geçit töreniyle sınırladı ve dizginledi.
Abdullahiyan, Bakü'nün İran ile ticaret yollarını kapattığı, İranlı kamyon şoförlerini tutukladığı ve İran topraklarının bazı kısımlarında egemenlik iddiasında bulunduğu gün Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve yardımcılarının can sıkıcı davranışlarını tamamen görmezden gelerek Bakü’den gelen yeni büyükelçiyi büyük bir ihtişamla karşıladı.
Abdullahiyan’ın, Washington’ın Tahran’a 10 milyar dolar göndermesi halinde İran’ın Viyana’daki müzakerelere ‘yakında’ döneceğini açıklaması bir şok etkisi daha yarattı. Ancak ‘yakında’ kelimesinin ne anlama geldiğini açıklamadı.  Viyana'ya hemen dönmeye ikna edebileceği meblağı da belirtmedi.
Bazı yorumcular 10 milyar dolarlık talebi ‘nükleer müzakerelere’ geri dönmenin ön koşulu olarak gördüler. Ancak İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Said Hatibzade, açıklamadan sonraki gün yaptığı basın açıklamasında ‘İslam Cumhuriyeti'nin ‘herhangi bir ön koşul olmaksızın’ müzakerelere geri döneceğini söyledi. Geri dönüş meselesini engelleyen şeyin Tahran içinde ‘uzlaşmaya varma’ süreci olduğuna dikkat çekti.
Genel olarak bu tutum İran Cumhuriyeti açısından önemli bir gerilemeyi yansıtıyor. Çünkü ABD Başkanı Joe Biden selefi Donald Trump'ın izlediği ‘azami baskı’ politikasını terk etme kararını açıkladığından beri Tahran, Viyana'daki müzakerelere geri dönmek için peş peşe şartlar öne sürüyor. Biden'ın da onunla nükleer anlaşma yapmak için Barack Obama gibi istekli olacağına inanan İran liderliği, müzakereleri yeniden başlatmak için acelesi yokmuş gibi davrandı. Tahran, bu tutumu doğrulamak için beş ön koşul belirledi.
Bunlardan ilki,, Obama'nın İran'la nükleer anlaşması olarak adlandırılan Kapsamlı Ortak Eylem Planı (JCPOA) ile doğrudan ilgili olmayan tüm yaptırımları kaldırmaya yönelik ABD anlaşmasıydı.
İkincisi, Trump yönetiminin başta ‘Yüce Rehber’ Ali Hamaney ve İran Devrim Muhafızları olmak üzere İslami şahsiyetlere ve kurumlara uyguladığı belirli yaptırımların kaldırılması oldu.
Üçüncü koşul ise İran'ın füze programı, İran'ın Irak, Suriye, Lübnan, Gazze ve Yemen'e müdahalesi ve insan hakları endişeleri gibi ‘diğer konuların’ görüşmelere dahil edilmemesiydi.
Dördüncü koşul, ABD tarafından dondurulan İran varlıklarının serbest bırakılması ve aynı önlemi alan diğer ülkeler üzerindeki kısıtlamaların da kaldırılmasıyla ilgiliydi.
Beşinci ve son koşula gelince; ABD’nin gözden geçirilmiş haliyle KOEP’ten (Kapsamlı Ortak Eylem Planı) çekilmemesini sağlayacak önlemlerin alınmasıydı. Gayri resmi bir anlaşma olan KOEP, ABD Senatosu tarafından onaylanan bir anlaşma haline gelmedikçe bu tür önlemlerin nasıl alınacağı belirsizdir.
Her halükârda, bugün Tahran'ın tüm ön koşullarından vazgeçtiği ve topu Biden'ın sahasına attığı görülüyor. Diğer yandan yeni ABD Başkanı, İran'ın yeni tutumunu test etmek isteyebilir de istemeyebilir de. Belki de KOPEP’i çevreleyen diplomatik açmazı sona erdirerek, Trump yönetiminin damgasını taşıyan başka bir politikayı iptal etmeyi başardığını söyleyebilmek için fırsatı değerlendirmek istiyor.
Bu konunun İran varlıklarının dondurulmasına dahi yol açmadan, İslam Cumhuriyeti'nin dış ticaret ilişkilerinde, özellikle de petrol ihracatını artırarak ve Çin, Hindistan ve Japonya gibi müşterilerden dolar ödemeleri alarak doğal ortamdan faydalanmasına yardımcı olacağı dikkate değerdir. İran rejimi nakit akışı sorununu çözmeyi başarırsa böylece bölgesel imajını güçlendirebilir ve bu onu yeni bir kötü maceraya atılmaya teşvik edebilir.
Diğer yandan Biden, belki de İran'ın yeni ‘pragmatizminin’ son kırk yılda ‘İslam Cumhuriyeti’ ile yaşanan gerilimlerin gerçek kaynağını ele alma fırsatından yararlanabilir: İran’ın devrimi ‘ihraç” etme ve mezhebi adına ideolojik bir imparatorluk inşa etme çabaları.
 Gerçekten de bazılarımız uzun zamandır ‘nükleer sorunun’ her zaman, iddia edildiği gibi bir nükleer cephanelik olmasa bile dikkati başka yöne çekmek için tasarlanmış ikincil bir konu ve İran rejiminin bölgesel barış ve istikrar için bir tehdit kaynağı olduğuna ve olmaya devam ettiğine inanıyoruz. Diğer yandan bu rejim daima bir nükleer bomba üretme niyetinde olmadığını iddia ediyor. Fakat bu sözünü, yapmaması gerekenleri başka cephelerde gerekleştirmek için bir ruhsat olarak kullanıyor.
Bugün rejim, davranışları ve kurallara dayalı uluslararası ilişkileri hiçe saymasıyla kendi kazdığı kuyunun dibine düşmüş olabilir.
İranlı liderler, daha önce birkaç kez taktiksel vaat ve geri çekilme yöntemini gelecekte elde etmeyi planladığı daha fazla beklentileri için bir başlangıç ​​olarak kullandılar. Başkan Bill Clinton ve Başkan Obama büyük ölçüde bu taktiğin kurbanı oldu.
Diğer yandan Obama'nın Dışişleri Bakanı John Kerry, bazı İranlı müzakerecilere Avrupalı ​​müttefiklerinin bir bölümünden daha fazla güvenebileceğini iddia etmişti. Sonuç, bölge içinde yıllarca süren gerilimler ve bölgesel müttefikler arasında ABD'ye olan güven kaybı oldu.
Tahran'ın gösterdiği yeni pragmatizmin, rejimin doğasında gerçek bir değişikliği yansıtmadığına inanıyorum. Fakat bu, yeni yaklaşımın test edilmemesi gerektiği anlamına gelmez. Güven, yalnızca katı belgeleme ve doğrulama araçlarıyla birlikte kullanıldığında yararlıdır.