Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Amerikalıların toplantıyı birkaç gün ertelemesinin ardından sonunda, geçen Pazar günü ABD Başkanı Joe Biden ile bir görüşme yaptı. Erdoğan Eylül ayında Biden ile ilişkilerin iyi olmadığını ve iki ülke arasındaki ilişkilerin sağlıklı olmadığını itiraf etmişti. Biden geçmişte Erdoğan ile görüşmeyi öncelik haline getirmese de bir Beyaz Saray yetkilisi 31 Ekim görüşmelerinin "yapıcı" olduğunu açıkladı. Türkiye Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan açıklamada da toplantının "çok olumlu bir atmosfer"de gerçekleştiği belirtildi.
Erdoğan, Donald Trump ile olduğu gibi, Biden ile kişisel görüşmesinin iki ülke arasındaki ilişkileri iyileştireceği düşüncesine kapılabilir, ancak bu yanlış bir düşünce olur.
Bu noktada Trump'ın Washington'daki ulusal güvenlik bürokrasisinden hoşlanmadığını belirtmekte fayda var. Başkanlığının son iki yılında dış politika meselelerinde danışmanlarına pek danışmadı. James Mattis'in 2019'da Trump'ın Suriye politikasını protesto ederek istifa etmesinin ardından bürokrasiden bir bakan adayını reddetti.
Buna karşılık Biden, dış politika ekibiyle yakın çalışıyor. Biden'ın ekibinin bir zayıflığı varsa o da birlikte çalışma konusunda uzun bir deneyime sahip olmaları ve bu nedenle, kendi çerçeveleri dışına çıkarak büyük yeni fikirleri çekememeleri. Trump ile karşılaştırıldığında, Başkan Biden danışmanlarıyla daha sık görüşüyor.
Dolayısıyla Erdoğan, Türkiye'nin daha fazla F-16 savaş uçağı satın alması konusunu gündeme getirdiğinde Biden’ın yanıtı temkinliydi, çünkü adım adım izlenmesi gereken bir süreç var. ABD'li yetkililer konuyla ilgili bir anlaşma sözü vermemeye özen gösterdiler. Bu çerçevede savaş uçaklarının satışının önce Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları tarafından, ardından Kongre tarafından onaylanması gerekiyor. Türk ve Amerikan başkanlarının geçen Pazar günü yaptığı görüşme, ikili ilişkiler üzerindeki bulutları dağıtmayı da başaramadı. Washington açısından ilişkilerdeki en büyük ve karanlık bulut, Türkiye'nin Rusya'dan S-400 hava savunma sistemi satın alması. Türkiye’nin Rusya ile anlaşma imzalamasına yanıt olarak Washington, Türk Savunma Sanayi Başkanlığı ve üst düzey yetkililerine ağır yaptırımlar getirdi. Washington'da Türkiye'nin devasa ve maliyetli F-35 savaş uçağı projesinin güvenliğini riske atma olasılığından kaynaklanan gerçek bir öfke var.
Buna Türkiye'nin Washington'un birçok uyarısını dikkate almamasının şoku da ekleniyor. Dikkat edilirse, Erdoğan'ın kararının arkasındaki nedenler Washington'da çok az tartışılıyor veya bununla ilgili farkındalık çok az. Mutabakat olmayınca Washington'daki çeşitli liderlikler, Erdoğan'ın Rusya'yı Washington'dan taviz koparmak için bir araç olarak kullanmaya çalıştığını varsayıyor. Bu liderler arasında askeri müttefik olması gereken Ankara’ya karşı bir memnuniyetsizlik hâkim.
Bunun yanında, Türkiye'nin Yunanistan'a yönelik tekrarlanan retorik tehditleri ve Doğu Akdeniz'de Türkiye ile Yunanistan arasındaki deniz ve hava çatışmaları, Erdoğan'ın artık gerçek anlamda NATO müttefiki olmadığı algısını daha da güçlendirdi. Burada Washington'da Yunanistan'ı destekleyen bir lobi (baskı grubu) olduğunu göz ardı etmemeliyiz.
Dahası, Erdoğan'ın yerel muhaliflere yönelik eylemleri, hükümetinin Washington'daki güvenilirliğini zedeledi. Özellikle de tüm NATO üyesi devletlerin demokratik olması gerektiği yönündeki hâkim anlayışın her zaman var olduğu göz önüne alındığında. Elbette NATO tarihsel olarak hep bir demokrasiler kulübü olmadı. Türk ordusu, sonuncusu 1980 yılında olmak üzere birkaç kez sivil hükümetleri devirdi ve o dönemlerde Amerikalılarla herhangi bir kriz yaşanmadı. Yunan ordusu da 1967'de seçilmiş hükümeti devirdi ve ABD kendisine hiçbir eleştiri yöneltmeden 1974'e kadar ülkeyi yönetti. Macaristan ve Polonya'ya gelince, son yıllarda daha az demokratik hale geldiler. Ancak 50 yıl önceki Yunanistan'ın veya şimdiki Polonya ve Macaristan'ın aksine, Türkiye diğer NATO üyelerini askeri güçle tehdit ediyor. Dolayısıyla, Erdoğan'ın yönetim tarzına diğer NATO üyelerinden de daha fazla eleştiri geliyor.
Yukarıdakiler göz önüne alındığında, eski meslektaşım ve ABD'nin şu anki Ankara Büyükelçisi David Satterfield'ın, İskandinav yetkilileri tarafından kaleme alınan ve Ankara'ya cezaevindeki bir Türk siyasi muhalifin serbest bırakılması çağrısında bulunan bir mektubun taslağına imza atması şaşırtıcı değil. Biden ve Dışişleri Bakanı Anthony Blinken da insan haklarının dış politikalarının önemli bir bileşeni olduğunu vurguladılar. Satterfield mektubu imzalamamış olsaydı, Biden'ın Washington'daki eleştirmenleri ile ABD başkentinde Türkiye'yi eleştirenlerin çoğu hemen Satterfield'in mektubu imzalamayı reddedişini siyasi olarak kullanacaklardı. Satterfield'in mektuba imza atması, Washington ile Ankara arasında neredeyse büyük bir krize neden oluyordu. Sanırım Erdoğan tehdidini gerçekten yerine getirip Amerikan büyükelçisini sınır dışı etseydi, Biden geçen Pazar günü Erdoğan ile görüşmezdi.
Satterfield gerçekten de deneyimli bir diplomat, orta bir çözüm bularak krizin sona ermesini sağladı ve böylece iki başkan arasındaki toplantı planlandığı gibi gerçekleşti. Ancak Biden'ın 31 Ekim'deki görüşmede Erdoğan'a şu uyarıyı yaptığı kolayca anlaşılabilir: Eğer Erdoğan bir kez daha Rus silahları satın alarak veya Amerikan çıkarlarına karşı herhangi bir eylemde bulunarak (örneğin kuzeydoğu Suriye'de SDG’ye karşı bir operasyon düzenleyerek) ya da insan hakları konusunda Amerikalıları tekrar şaşırtırsa, ikili ilişkiler zarar görecektir.
Biden'ın üstü kapalı mesajı da şuydu; Erdoğan, Washington'da bir kez daha memnuniyetsizliğe yol açacak aceleci adımlar atarsa, Biden, bu talebe karşı çıkanlar karşısında Türkiye'nin F-16 uçağı talebini savunarak Washington'daki siyasi konumunu riske atmayacak. F-16 uçakları anlaşması da sonuca ulaştırılamazsa, Washington-Ankara ilişkilerinde kesinlikle daha büyük bir krizin eşiğinde olacağız.
TT
Biden'dan Erdoğan'a olumlu uyarı
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة