Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar
TT

Dünün anlaşması ve yarının tehditleri

Dünya, önümüzdeki birkaç yıl içinde yaklaşık 12 ülkede nükleer silahların yayılmasına neden olabilecek bir silahlanma yarışının eşiğinde mi?
Bu, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nı (NPT) İnceleme Konferansı’nda gündeme gelecek sorular arasındadır. Bu konferans, pandemi krizi nedeniyle daha önce iki kez ertelendi. Bugün, her on yılda bir yapılması gereken konferansın 4 ila 28 Ocak tarihleri ​​arasında New York'ta yapılmasına karar verildi. 1968 yılında imzalanan bu anlaşmanın üzerinden geçen elli yılın ardından dünyanın nükleer silahlara sahip olmayı nasıl değerlendirdiğine dair üç farklı aşamadan bahsedilebilir.
İlk aşamada, dünya çapında nükleer karşıtı duyarlılığın da artmasıyla birlikte ilgili anlaşmanın, bu tür silahların nihai olarak ortadan kaldırılmasının yolunu açacağı konusunda büyük bir umut vardı. Nükleer silahların varlığının ve karşılıklı kesin yıkım doktrininin (dehşet dengesi) üçüncü dünya savaşının patlak vermesini engellediğine inananlar bile, bu anlaşmanın nükleer silahların nihai olarak ortadan kaldırılmasına yönelik dev bir adım olduğuna inanıyorlardı.
Ancak sahada yaşananlar bundan tamamen farklıydı. Anlaşmanın imzalanmasından sonraki ilk on yılda, bir dizi yeni nükleer güç ortaya çıktı. Çin, Hindistan, Pakistan ve (gayri resmi olarak) İsrail de bu güçler arasında yer alıyor. Şah döneminde İran, apartheid rejimi döneminde Güney Afrika, cunta yönetiminde Arjantin dahil olmak üzere en az 12 ülke, nükleer silah üretebilecek bilimsel kapasiteye, teknik ve endüstriyel imkanlara sahip bir ülke olmak için dev adımlar attı. Fakat nükleer silah yapımına ve depolanmasına birkaç adım kala durdular.
Bu süre zarfında, başlangıçta anlaşmayı imzalamamış olan Fransa, anlaşmayı kabul etti. Ancak nükleer cephaneliğini modernleştirmeye ve genişletmeye devam etti. Ayrıca Fransa, bir yandan İsrail'in nükleer kapasitelerini geliştirmesine yardım etmeyi sürdürürken, diğer taraftan Saddam Hüseyin'in Baas rejimi altındaki Irak'ın nükleer barışa doğru ilk adımı atmasını sağladı.
İkinci aşamada ABD ile Sovyetler arasında nükleer silahların azaltılmasına dair bir dizi anlaşma imzalandı. Öte taraftan Çin, nükleer cephaneliğini güçlendirme faaliyetini hızlandırmaya karar verirken, Kuzey Kore nükleer bir devlet haline geldi.
Üçüncü aşama, Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle aynı zamana denk geldi. Nükleer cephaneliğin artık sonuna gelindiğine dair umutların tekrardan yeşerdiği bu dönemde ABD, Rusya, Birleşik Krallık, Çin ve Fransa (anlaşma kapsamında resmen tanınan beş nükleer güç) nükleer cephaneliklerini geliştirmeye devam ettiler. Federal Almanya -ki hiçbir zaman nükleer güç olmamıştı-, nükleer güç sahibi olma yolunda ilk adımlarını atarken yakalandı. Japonya'nın nükleer güç edinmeme konusunda kendi kendine dayattığı yasak ise gün geçtikçe artan muhalefetle karşı karşıya kaldı.
Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nın (NPT) imzalanmasından bu yana geçen yaklaşık yarım yüzyılın ardından bugün, anlaşmanın en ateşli hayranlarının bile bunu bir başarı olarak adlandırması zor. Bu anlaşma, adından da anlaşılacağı üzere yeni nükleer silahlı devletlerin ortaya çıkmasını önlemeliydi. Fakat bu olmadı. Aksine komünist Çin dahil de olmak üzere, nükleer cephaneliğe sahip ülke sayısı neredeyse iki katına çıktı. Evet, nükleer silahların yayılmasına son verme çabaları başarılı olmadı. Fransa ve Çin, nükleer bomba yapımında diğer devletlerin izlerini takip etti. Kuzey Kore ve Pakistan, İran’ın nükleer projeyi canlandırmasına yardımcı oldu. “Kuzey Kore tarafından Suriye içinde bir nükleer araştırma tesisi” inşa edilmesi, nükleer silahların yayılmasının açık bir örneğiydi.
Öte taraftan Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nın (NPT) hedefi, nükleer silahların önlenmesinden ibaret değildi. Anlaşmanın bir diğer hedefi, nükleer silahsızlanmaydı. Anlaşma bu bakımdan da başarısız oldu. ABD ve Rusya, teoride nükleer savaş başlığı ve füze sayısını azalttı, ancak gerçekte çok daha büyük bir yıkıcı güç elde etmek için yeni nesil nükleer savaş başlığı ve füze geliştirdi. Ayrıca anlaşma kapsamında, nükleer güç sahibi olmayan ülkeler için “risk ve güvenlik planlaması” yapılması ve “nükleer enerjinin barışçıl kullanımlarıyla ilgili bilimsel ve teknolojik ilerlemeye” sistematik olarak katılımın sağlanması öngörülüyordu. Fakat bunların hiçbiri hamasi söylemlerin ve teatral jestlerin ötesine geçmedi.
ABD Başkanı Barack Obama'nın yönetimi, Birleşmiş Milletler bünyesinde faaliyet gösteren ve anlaşmanın uygulanmasını izlemekten sorumlu Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) otoritesini baltalayarak anlaşmaya ciddi bir darbe indirdi. Ayrıca, İran nükleer projesini ajansın yetki alanından uzaklaştırarak 5+1 olarak bilinen gayrı resmi bir yapı kurdu. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ndeki 5 üye ile birlikte Almanya’nın yer aldığı bu yapının amacı, anlaşmanın çerçevesi dışında Tahran’daki mollalarla bir “diyalog” başlatmaktı. Böylece Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın denetim ve izlemedeki rolü daraltıldı. Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP), bu rolün özellikle İran için tasarlandığını ve başka hiçbir ülke için geçerli olmayacağını açıkça belirtmektedir.
Eski Başkan Donald Trump yönetimi ise, Kuzey Kore lideri Kim Jong-un ile diplomatik yakınlaşma hamlesiyle anlaşmaya ve ajansın faaliyetine tekrardan darbe vurdu. Böylece Trump, Pyongyang ile ilişkisinde Obama'yı geride bıraktı.
Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nın altın jübilesi belki de antlaşmanın başarısızlıkları ve yeniden formüle etme yolları hakkında ciddi bir düşünme fırsatı sağlayabilir. Nükleer cephanelikler, en az iklim değişikliği kadar dünya için ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Bugün nükleer silah tehlikesini azaltma aşamasına giriyor olabiliriz. Ancak söz konusu anlaşma mevcut haliyle bunun üstesinden gelemez. Önümüzdeki ay Noel kutlamalarının sona ermesiyle birlikte anlaşmayı gözden geçirmek üzere ciddi çalışmalara başlanmalıdır. Ayrıca bu anlaşma, dünün ihtiyaçlarını karşılamak için tasarlandı. Dolayısıyla, ufukta bizi bekleyen tehditlerle başa çıkmak için uygun değildir.