Zuheyr el-Harisi
TT

Güçler çatışması artık sıcak savaş!

Dünyada kötü rüzgarların estiği, ABD-Rusya ilişkilerinde gittikçe hızlanan bir bozulma olduğu ve bunun dünyanın çetrefilli krizlerine gölge düşüreceği aşikâr. Görünen o ki, bugün dünyanın tanık olduğu tüm mesele nüfuz alanlarının, tek kutupluluğun ve prestijin güçlendirilmesi, itibarın geri kazanılması ve tarihin görkemli sayfalarına geri dönülmesi etrafında dönüyor. Bugün tanık olduğumuz çatışma, ille de gerçeğin tamamı demek değil. Nitekim ortaya çıkmayan gerçekler olabilir. Ukrayna'da yaşanan savaş ve Rusya ile Batı arasındaki ilişkilerin bozulma durumu, kutuplar çatışmasının genel ve birikmiş bir tablosunun yer aldığı bütünün bir parçasıdır. Bu, yuvarlanarak büyüyen ve nerede duracağını bilmediğimiz bir kar topuna benziyor!
Filozof Nietzsche bir keresinde dünyadaki her olgunun en azından iki güç arasındaki bir ilişki olduğunu söylemişti: Bu güçlerden biri saldırır, diğeri direnir ve her ikisi de birbiriyle çatışmaya girer. Tabi ki bu çatışma diğer bütün güçleri etkiler. Böylece güç istencinin kavramları ancak minimum şekilde düaliteden oluşabilir. Yani, çatışma ve kavga arayan bir güçler ilişkisi aracılığıyla oluşabilir. Bunlar saldırı-direniş ve eylem-tepkidir. Örneğin insanın kendi içindeki çatışması gibi, güç istencinin en kapsamlı tablosunun bir güçler mücadelesi olduğu açıktır. Kim kazanırsa, kendi şartlarını koyar. Aynısı, Nietzsche'nin söylediği gibi dünya için de geçerlidir, çünkü dünya bir güç ilişkileri gezegeninden başka bir şey değildir.
Rusya-Ukrayna krizi çerçevesinde çatışma ile ilgili bu sözler bizi, bugün dünyada yaşanan tüm etkileşimlerin esas itici gücü haline gelen ve yönlerini belirleyen ABD-Rus itiş kakışının etkisinde -ya da aralarındaki çatışmanın etkisinde diyelim- yaşadığımızı söylemeye itiyor. Bu iki ülke arasındaki çatışma, Suriye ve Irak'ta olduğu gibi ya da şu anda Ukrayna'da yaşananlar gibi sosyal, kültürel, siyasi ve tarihi boyutları hiç dikkate almadan dünyanın jeopolitiğini onların çıkarlarına ve hedeflerine göre yeniden şekillendirebilir.
Ünlü lider Gorbaçov birkaç ay önce çıkıp, iki büyük kutup arasındaki çatışmaya karşı çıkmış ve özellikle atmosferini ve sırlarını deneyimlediği ve etkilerinin külfetli olduğunu bildiğinden, Soğuk Savaş havasının geri dönmesine karşı uyarıda bulunmuştu. Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra ABD’nin “kibre kapıldığını” ve bunun Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) genişleme fikrine ve toplu güvenlik ilkelerinin göz ardı edilmesine yol açtığını söylemişti. Ancak kendisinin savaşmaktan yana olmadığını ve her zaman diyalog çağrısında bulunduğunu da sözlerine eklemişti.
Putin, NATO'nun doğuya doğru genişlemesinin ve Ukrayna'da saldırı silahları konuşlandırmasının Moskova'nın kırmızı çizgileri olduğunu defalarca vurgularken Rusya, aylar önce ABD ve NATO ile “Avrupa'da karşılıklı güvenlik garantileri verilmesi, orta ve kısa menzilli füzelerin konuşlandırılmaması ve NATO'nun daha fazla doğuya doğru yayılmasının reddedilmesine ilişkin hükümler içeren" bir anlaşma taslağı yayınlamıştı.
Bugün yaşananlar, 1950’li yıllardan 80’lerin sonlarında Berlin Duvarı'nın yıkılışına kadar komünizm (Sovyetler Birliği) ile kapitalizm (Batı) arasındaki askeri ve ideolojik mücadele sahnesinin tekrarıdır. Geçmişte yaşananlar ile şu anda yaşadıklarımız arasında karşılaştırma yapmak ya da benzerlik söz konusu olmayabilir. Çünkü Soğuk Savaş, iki küresel ideoloji arasındaki hegemonya kurma mücadelesiyken, her ne kadar Ukrayna'da yaşananlar, aralarındaki kaçınılmaz çatışma silsilesinin başlangıcı olsa da bugünkü mücadele verileri, yöntemler ve çatışma ile rekabetin doğası açısından farklılık gösteriyor.
Uluslararası sistem, 90’lı yıllardan beri eksenler ve projeler politikasıyla istikrara kavuşturulamamıştır. Hala uluslararası sistemin eğilimleri, doğası ve bazıları dünyadaki liderliği kusurlu ve genellikle koşullara bağlı ittifaklar olarak görürken, dünyadaki liderliğin tek mi, ikili mi yoksa çoklu mu olduğu tartışılıyor.
Obama döneminden sonra Washington'ın pusulası uluslararası rekabet sahası olacağı düşüncesiyle Doğu Asya'ya çevrildi. Pasifik, ABD’li karar mercileri için başlıca rota oldu. O zamandan beri Arap bölgesine olan ilgi azalmış durumda. Rusya ise başta Çeçenistan, Gürcistan ve Ukrayna olmak üzere Asya ve Avrupa'da Sovyetler Birliği'nden bağımsız olan devletleri içine alan Avrasya projesine odaklandı. Bunun için Polonya, Romanya ve Moldova'ya NATO'ya katılmalarını engellemek için siyasi baskı oluşturdu. Bu ülkelerden bazılarının NATO'ya katılmasının ardından Rusya, NATO ve Avrupa Birliği (AB) tarafından kendisine yönelik sistematik bir kuşatma olduğu sonucuna vardı. Bu ise Rusya’yı, bu meydan okumalarla başa çıkmak için güç kullanmaya itti.
Tecrübe sonucunda Rus ve ABD projelerinin stratejisindeki eksikliklerin ortaya çıktığını düşünenler var. Maliyetin yüksek ancak getirisinin az olması da bunun delili. Sahnedeki diğer söz sahibi oyuncuların varlığı da cabası. O zamanlar Washington ve Rusya arasında doğrudan bir çatışma yerine, en iyi yöntem izole etme ve kuşatma yöntemiydi. Taraflardan her biri, diğerine zarar verip nüfuzunu zayıflatmak için bu yöntemi uyguladı. Arap Baharı olaylarının yanı sıra Türkiye dosyası, petrol ve doğal gaz dosyaları ve Washington ve Rusya’nın fırsat buldukça yararlanmaktan ve kendi çıkarları için kullanmaktan çekinmediği diğer dosyalar ele alındığından beri birçok örnek yaşandı.
Araştırmacı Michael Kaufman’a göre, Rusya ile Batı arasındaki güç dengesi farklı. Dolayısıyla Rusya’nın cezbedici olmayan ideolojisine karşılık ABD kibri ve yayılımı var. Bu da Rusların nüfuzlarını sürdürmek için komşularına iradelerini dayatmalarına neden oluyor. Rusya ve Ukrayna savaşının üçüncü dünya savaşının çıkmasına yol açacağı korkusu var. Resmî açıklamalarda nükleer silaha başvurma ifadesinin görülmesi endişe verici. Batı'nın gerilimi tırmandırması ve Rusya'nın yalnızlaştırılması doğrultusunda dün Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, “Biden üçüncü dünya savaşı imasında bulundu. Biz de kendisine bunun hiç şüphesiz nükleer bir savaş olacağını söylüyoruz" dedi.
Herkes artık bir dünya savaşı davullarının çaldığını ve savaşın her an patlak verebileceğini hissediyor. 1962'de Küba'da yaşanan ve dünyayı neredeyse ölümcül bir nükleer savaşa sokan Rus füze krizi senaryosu tekrarlanacak mı? Hiç kimse olayların nereye doğru gittiğini kesin olarak bilmiyor. Bir çatışma çıkabilir. Dünya endişeli ve bekleyişte. Nefes alacak yer yok. Zira mevcut sahne daha tehlikeli, yıkıcı ve acımasız olabilecek tabloların arkasına saklanarak, şüphe ve spekülasyonlarla dolu öngörülmesi güç bir sahaya doğru sürükleniyor.