Emel Abdulaziz Hezzani
Suudi yazar
TT

Dünyanın ekmekten yoksun kalışından Rusya mı sorumlu?

Rus-Ukrayna savaşının patlak vermesiyle birlikte küresel bir kıtlığın yaşanacağından endişe duyuluyor. Zirâ dünya buğdayının dörtte birini söz konusu iki ülke ihraç ediyor. Ancak tek bir açıdan bakmak, başta buğday olmak üzere gıda fiyatlarında artışa neden olan yoğun enflasyonun kaydedildiği ülkelerdeki insanları yanıltabilir.
Aslında buğdayın sadece yüzde dokuzu Ukrayna tarafından üretiliyor. Böyle bir yüzde, böylesine önemli bir gıda ürününde Ukrayna'ya bağımlı olan Mısır ve Türkiye gibi ülkeler için gerçek bir tehdit teşkil etmez.
2008’de patlak veren Dünya Gıda Krizi, 2010 yılında doruk noktasındaydı.
Bazıları bu krizin o dönem Arap ülkeleri bölgesinde patlak veren devrimlerin sebeplerinden olduğunu düşündü. 2012 sonrasında bu durum normale dönmüş, nispeten istikrar sağlanmıştı. Ancak gıda krizi aslında hiçbir zaman sona ermedi. O dönem bırakın Rusya Ukrayna savaşını, Kırım dahi ilhak edilmemişti. Bugün, en az 10 yıldır kaydedilen küresel krizin tek suçlusunun Moskova olduğunu söylemek zor. Evet Rusya’nın da bu krize etkileri var veyahut Rusya’nın uyguladığı politikalar açlık tehdidi altındaki ülkeleri elbette ki etkiliyor; ancak krizin tek suçlusu olarak Rusya’yı görmek meseleyi saptırmaktan başka bir şey değildir.
Gıda krizine neden olan birçok faktör mevcut; ancak bazı faktörler bu hususta derin köklere sahip. Küresel ticaretin boyutunu küçülten, hükümetleri sağlık sektörüne odaklayıp bu sektöre para akıtmaya iten koronavirüs salgını da bunlardan biri.
Tüm dünya enflasyon ile çalkalanırken son üç yılda emtia ve malzeme fiyatları yükseldi. Analistler, salgının azalması ve gerilemesi, aşıların neredeyse tüm dünya ülkeleri için eşit bir düzeye gelmesiyle birlikte enflasyon seviyesinde düşüş yaşanacağı konusunda iyimserdi. Ancak şimdi savaşın patlak vermesi üzerine enflasyon yeniden gündemde. Savaşın küresel buğday krizine etkisi, Ukrayna ve Rusya limanlarındaki buğday ihracatının engellenmesi ile kısıtlı değil. Bu safça bir analiz olur. Zirâ savaş ile birlikte hem Rusya, hem de Batı, ellerindeki şu kartları masaya yatırmıştır: Petrol, doğalgaz, buğday, arpa, şeker, yağ, et vesaire…
Bu gibi kartlar masada olduğu sürece, herhangi bir yetersizlikten iki tarafın da sorumlu olacağından şüphe yok. Savaşın hemen ardından enerji kaynakları petrol ve doğalgaz aracılığıyla bir emtia savaşı başladı, Avrupa'da fiyatlar eşi görülmemiş bir şekilde yükseldi. Öyle ki ABD, fiyat artışını kontrol altına almak için petrol rezervlerini serbest bıraktı.
Ancak Rusya, kendisine uygulanan yaptırımlara rağmen boru hatlarıyla Avrupa ülkelerine enerji ihracatını engellemedi. Sonrasında ABD’deki sorunun ham madde olarak petrolde değil, rafineri azlığından kaynaklandığı ortaya çıktı. Suudi Arabistan Enerji Bakanı Prens Abdulaziz bin Selman da geçtiğimiz günlerde bu noktaya değinmişti.
İklim krizinden, dünyada yüzde 11'i geçmeyen ekilebilir arazi eksikliğinden, ormanlardaki ağaçların kesilmesinden, dünya nüfusunun artmasıyla birlikte tarımsal üretimin artan maliyetinden bahsetmeliyiz. Örneğin Sudan gibi tarım ülkeleri gelişmiş tarımsal üretim mekanizmalarından yoksun kalırken ABD’de ise gelişmiş tarımsal üretim teknolojisi sayesinde başlıca tarım şirketleri hem ihracat hem de ülke içi kullanımda belirli ürünler üzerinde hâkim hale geldi. Dünya Bankası'nın gelişmekte olan ülkelere borçlarını ödemeleri yönünde baskı yapması ise Afrika ülkelerinde durumu daha da ağırlaştırdı. Yemen, Suriye, Lübnan ve Sudan gibi Arap ülkeleri, zaten söz konusu savaş öncesinde de gıda krizinden muzdaripti.
Bugün gıda arzını engelleyen tek taraf Rusya değil. Aksine, kendisine uygulanan yaptırımlara rağmen fiyat artışından yararlanarak son iki ay içerisinde buğday ihracatını artıran Rusya, dost ülkelerini -hatta dost olmayanları dahi- tarımdan mahrum bırakmayacağını açıklamıştı. Silahlı çatışmalar elbette ki krizleri körükleyen önde gelen faktörlerdendir; ancak krize tek başlarına sebep olmazlar.
Buğday ihraç eden ülkeler arasında ilk sırada Rusya, beşinci sırada ise Ukrayna yer alıyor. Ancak ABD, Kanada, Fransa, Avustralya, Arjantin ve Almanya gibi ülkeler de benzer üretim oranlarına sahip.
Asıl sorun, yeni bir kriz küresel kıtlık tehdidine dönüşmeden önce köklü sebeplerin ele alınması gerekirken, Birleşmiş Milletler ve kurumlarını gıda krizi sorunundan uzaklaştırmak ve topu Putin’e atarak Moskova'yı suçlamaktır.