Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

Kudüs’ün hikâyesi veya bir Kudüs hikâyesi yazmak

Kendisi de etrafı da mübarek kılınan bir mekân.
İbadet amaçlı yolculuk yapılabilecek üç mescitten birisini barındıran şehir.[1]
Bu mekân kutsallığını adından almış: Beytü'l-Makdis.
“Dârüsselâm, Medînetüsselâm, Jerusalem, Yerûşâlêm, Urusalim, Moriah, Yebus, Sion, Dâvûd’un şehri, Ariel, Adalet Yurdu, İnananlar Şehri, Barış Şehri, Doğruluk Şehri, Allah’ın şehri, Orduların Rabb’inin Şehri ve Mukaddes Şehir gibi isim ve sıfatlarla anılan şehir Kudüs.[2]
Kudüs, önce Hz. Dâvûd sonra Hz. Ömer sonra da Selâhaddîn-i Eyyûbî tarafından fethedilmiş.
Kudüs, Hz. Ömer’in fethinden sonra Emevîler, Abbasiler, Eyyubîler, Memlükler ve Osmanlılar tarafından yönetilmiştir. Osmanlı’nın 1917’de I. Dünya Savaşı’nda mağlup ilan edilmesiyle İngiliz mandasına geçen Kudüs ve Filistin bölgesi, 1967’de İsrail’in işgali sonucu özgürlüğünü kaybetti.
Kudüs ve çevresi insanlık tarihinin en önemli noktalarından birisidir. Bu yüzden sadece Müslümanlar değil ben insanım diyen herkesin bu coğrafyada işlenen zulümlere ve bu coğrafyanın bir açık hava hapishanesine dönüştürülmesine karşı durması bir zorunluluktur. Çünkü Kıble Mescidi, Kubbetü’s Sahre, Zekeriya Mihrabı, Hz. Ömer Mescidi, Zeytin Dağı, Kavimler, Kıyamet, Kutsal Mezar ve Maria Magdelana Kiliseleri, Çile Yolu/Gül Yolu,  Hz. Davud Makamı, Süleyman Tapınağı, Ağlama Duvarı, Cehennem/Kidron Vadisi ve surların dibinde Medfun sahabiler; Ubade b. Sabit ve Şeddad b. Evs Kudüs’te var olup kutsal sayılan mekânların bulunduğu, Hz. İbrahim, İshak, Yakup, Yusuf, Musa, Harun, Yuşa, Davut, Süleyman, Zekeriya, Yahya, İsa gibi peygamberlerin ve Hz. Meryem gibi nadide bir çiçeğin yetiştiği, üç ilahi menşeli dinin kutsal kabul ettiği bir mekân burası.
Bunca kutsal ve tarihi mekâna sahip olan Kudüs, bugün keyfi uygulamalar sebebiyle asıl sakinleri için açık hava hapishanesine dönüştürülmüş. Özellikle de Kudüs’ün doğusu. Çok sayıda peygamberin hatırasının yer aldığı bir coğrafyada yaşayıp da onların tebliğ etmiş oldukları değerlere aykırı yaşamak ancak İsrailoğullarının yapabileceği bir şeydir. Zira ataları da peygamberlerin bir kısmını yalanlamış ve bir kısmını da öldürmüşlerdi.[3]
Kudüs’ün hikâyesi her dem canlı tutulmalıdır. Kudüs’ün içerisinde veya Kudüs’ün dışında ama Kudüs için yeni hikâyeler oluşturmak gerekir. Surların inşaatında çalışan iki inşaat ustasının, İkrime Sabri’nin Faslı Ayşe Teyze’nin kendi hikâyelerini yazdıkları gibi;
Anlatıldığına göre surların inşaatında çalışan iki usta kendilerine ücret verilmek istendiğinde demişler ki “Biz para istemiyoruz. Bize ücret olarak şehre giriş kapısının yanında küçük bir yer verin. Öldüğümüzde de bizi buraya defnedin ki şehre giren çıkanlar bize bir Fatiha okusunlar.” İstekleri kabul edilmiş ve vefat ettiklerinde vasiyetleri üzerine kendilerine verilen bu yere defnedilmişler. Kudüs şehrinin giriş kapılarından biri olan Yafa kapısının yanı başında medfun bu iki inşaat ustası hâlâ dua almaya devam ediyorlar. (Ruhları şad olsun)
Bir zamanlar atıl olan ve Mescidi Aksa’nın alanı içerisinde bulunan yer altı mescidleri İkrime Sabri’nin verdiği fetva sayesinde bugün kullanılmaya devam ediyor. Bir zamanlar terk edilmesi sonucu adeta bir çöplüğe dönen bu mescidlere İsrail hükümeti tarafından el konulmak istenince İkrime Sabri, halkın buraya sahiplenmesini sağlamak adına burada namaz kılma çağrısı yapar. Bu çağrıya fazla rağbet edilmediğini görünce “Alt mescidler dolmadan üst mescidlerde namaz kılınamaz!” fetvasını verir. Böylece halk el birliği ile yer altı mescidlerini temizler ve bakımlarını yaparak aktif hale getirir.
Faslı bir murabıta Ayşe Teyze de Kudüs’te kendi hikâyesini yazanlardan. İsrail devletinin ve Yahudi yerleşimcilerin tüm baskılarına rağmen Yahudi mahallesinde ve Ağlama Duvarı’nın tam karşısında yaşamaya ve evinin çatısında Fas bayrağını dalgalandırmaya devam ediyor.
Kudüs ve Filistin topraklarının haksız bir işgal altında olduğunu bütün dünyaya duyurmak her Müslümanın omuzlarına yüklenen bir görevdir. Bu bebeple yeni hikâyeler yazma zamanı gelmiştir. Çünkü “Kudüs kurtulursa dünya kurtulur.” bir slogan değil bir hakikattir. Kudüs, dünya nüfusunun büyük bir bölümünü oluşturan Müslümanları, Hristiyanları ve Yahudileri yakından ilgilendirmektedir. Bu yüzden Kudüs, asla İsraillilerin  çizmeye çalıştıkları kadere terk edilemez!
1917’de Kudüs’e giren General Allenby’in Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin kabrini tekmeleyip “Kalk Selahaddin biz yine geldik!” diye bağırmasını Müslümanlar olarak çok çabuk unuttuk. Bugün de aynı zihniyetin torunları mescidlerimizi postallarıyla çiğnemekte ve aynı postallarla ümmetin coğrafyalarını temsilen orada yaşayan torunlarını tekmelemektedirler. Peki, olup biten bu zulme karşı Müslümanların ölüm sessizliği ne zamana kadar sürecek?
İsrail’in Kudüs ve Filistin’deki hedefi bellidir. Burada yaşayan Müslümanları göndermek, gitmeyenleri baskı ve zulümle yıldırmak ve nihayetinde etnik bir temizlik yapmak. Onlar kendi amaçlarını gerçekleştirmek adına yapılması gerekeni yapıyorlar. Ya bizler? Biz Müslümanım diyenler ne yapıyoruz? Sadece Kudüs günleri ilan edip bir takım etkinlikler yapmakla mı yetineceğiz?
Yoksa?
“Müslümanım diyen bu kadar milletin İslam gözü ile kendine bakma” zamanı geldi deyip “Mescid-i Aksa”yı esaretinden kurtarmak adına elimizden geleni mi yapmalıyız?
Hz. Peygamber’in “Oraya gidin ve içinde namaz kılın. Oraya gitmeye gücünüz yetmezse kandillerinde yakılmak üzere zeytinyağı gönderin...”[4] sözünü doğru anlayıp aslında Hz. Peygamber’in bizlere “orayla her türlü bağınızı güçlü tutun” demek isteğini idrak edip gereğini yapmak için gerekli adımları hızlıca mı atacağız?
F. Merve Kahraman kardeşimizin ifade ettiği üzere; yapılan bunca zulme rağmen sadece Miraç kandilini kutlamaya ve bu vesileyle Kudüs’ü anmaya devam mı edeceğiz? Yoksa? Filistin’deki atılan taşlar gibi yemin edip:
“Biz yemin ettik. Tankların demir gövdelerine çarpa çarpa and içtik. Suriye’yi, Irak’ı, Patani’yi, Türkistan’ı, Yemen’i, Libya’ı, Mısır’ı, Afganistan’ı ve mazlum tüm coğrafyaları duydukça, gördükçe dedik ki: “Allah’a ve ahiret gününe ant olsun, Kudüs bizimdir, direniş haktır. Ve zincirlerini kırana kadar Miraç ile övünmek haramdır!” mı diyeceğiz?
Yürüdükçe ayaklara gelmesi beklenen “Kudüs Gücü” nün yüreklere gelmesi için bir şeyler yapmak gerekmiyor mu?
Şunu unutmamak gerekir ki; Kudüs ve çevresinin toprak olarak anlam ve değeri “hiçbir şey” iken manevi değeri ise “her şey” dir.
[1] Buhârî, Mescidü Mekke 1, 6; Müslim, Hac 415, 511.
[2] Ömer Faruk Harman, “Kudüs 1” DİA, (İstanbul:2002), 26/323-325.
[3] el-Bakara 2/87, 91
[4] Ebu Davud, Kitabu’s-Salat, 14