Sam Mensa
TT

Biden ziyaretinin sonuçlarından memnun mu?

ABD Başkanı Joe Biden'ın İsrail ve Suudi Arabistan ziyaretinin üzerinden geçen bir haftadan fazla bir süre sonra ve bu ziyaretin anlamlarına ve sonuçlarına dair okumaların dikkate değer bolluğu arasında, değerlendirmelerde biraz sükunet ve derin düşünce ihtiyacının öne çıktığını düşünüyoruz. Bize öyle geliyor ki, ziyaretin açıklanmış, açıklanmamış ve halen geliştirilme aşamasında olan sonuçları son derece önemli olmasına rağmen, konumları ne olursa olsun, ilgililerin tamamı sonuçlarından tamamen memnun değiller. Bu bağlamda en belirgin istisna, pozisyonuna olan güveni ve vizyonunun netliği sayesinde olumlu stratejik düzenlemelerden en önemli ve en büyük payı alan Suudi Arabistan...
İlk olarak Washington ile askeri iş birliği geri döndü. Amerikalılar dahil olmak üzere barış kuvvetleri ve gözlemcilerin Suudi Arabistan'ın Tiran adasından ayrılmasında anlaşmaya varıldı. Savunma sistemleri ve ileri teknolojileri içeren askeri teçhizat satışı yeniden başlatıldı. Buna ilaveten Suudi Arabistan ve ABD, Kızıldeniz ve Umman Körfezi'nde ortak birlikler kurulmasının yanı sıra siber güvenlik ve iletişim teknolojisiyle ilgili diğer düzenlemelerde anlaşmaya vardı. Bu, Riyad ve Washington arasındaki karşılıklı tarihi anlaşmayı teyit ettiği için hafife alınamayacak bir anlaşmalar paketi.
Ziyaretten memnun olmayan açıklamalar ise önce ABD'nin kendisinden, Biden'ın partisinin içindeki ve dışındaki soldan ve elbette sağdan, ara seçimleri veya iki yıl sonraki başkanlık seçimlerini kazanmayı kafaya takmış Cumhuriyetçilerden, özellikle de Donald Trump’ın Beyaz Saray’a geri dönmesine can atanlardan geldi. Hepsi de hedeflerini haklı çıkarmak için doğru, uydurma ve yapay argümanlar kullandılar. Washington'ın dış politikası ve devletin yüksek çıkarları üzerindeki büyük etkisiyle birlikte keskin siyasi gerilimi yoğunlaştıran da bu oldu. Bu aynı zamanda ABD’nin verdiği sözlerin sürdürülebilirliğine, yönetimdeki her değişiklikle değişmeyeceğine dair duyulan güven eksikliği nedeniyle, Washington'a ayak uydurmak ve isteklerine uyum sağlamak konusunda endişeli ve tereddütlü olanlar için de bir bahane.
Okyanusun diğer tarafında İsrail de ABD ile stratejik ortaklığının ve Washington’ın "İran'ın nükleer silah edinmesine asla izin vermeme" taahhütlerinin yer aldığı “Kudüs Deklarasyonu”na rağmen memnun değil. İsrailli yetkililerin Biden'a karşı inceliklerine ve nezaketlerine rağmen, Biden'ın diplomasiyi İran'ın nükleer programıyla başa çıkma aracı olarak görmeye, ona karşı doğrudan askeri müdahaleden kaçınmaya bağlı kalması,  askeri müdahaleye başvurması halinde kendisini destekleyeceklerini açıklamakla yetinmesi nedeniyle İsrail'in endişesi dağılmadı. Biden güce başvurmanın "son çare" olacağını da vurguladı.
Diğer yandan Biden, Filistinlileri dağınıklıkları üzerine bir de moralsiz bıraktı. Çünkü İsrail-Filistin çatışmasına yaklaşımı ekonomik ve kurumların inşası ile sınırlı kaldı. İki devletli çözümü destekleme ve bunu başarmak için İsrail ile birlikte çalışma konusundaki "sözlü" taahhüdünü yinelemekle kaldı. Kudüs'teki bağımsız ABD konsolosluğunu yeniden açma sözünü ise yerine getirmedi. Ayrıca Biden, ziyareti sırasında durdurulan İsrail yerleşim faaliyetlerinden bahsetmedi. Bir ABD-Filistin ortak açıklaması da yayınlanmadı. Sonuç, Filistinlilerin hayal kırıklığı ve öfkesiydi.
Arap tarafında ise, belirttiğimiz gibi Suudi Arabistan hariç, ziyaretle ilgili değerlendirmeler, taraflardan her birine göre farklılık gösterdi. Cidde Zirvesi’ndeki tüm katılımcılar, Washington'ı Asya'ya yönelme bahanesiyle ve İran ile bir anlaşma imzalamaya oynadığı bahis için müttefiklerini terk etmekle suçluyorlardı. Ne var ki sebepleri ve zamanlaması bir yana, Başkan Biden, kendisinden önce ve onun döneminde yapılan Amerikan hataları için açık ve net bir özürle geldiğinde, Arap ülkeleri arasında tereddüt baş gösterdi. İlgili Arap ülkeleri, İran rejimiyle bir anlaşmaya varmanın, İran'ın vekillerini ve müttefiklerini finanse etmek için daha fazla mali kaynağa sahip olmasıyla bir kriz yaratacağının farkında. Diğer yandan anlaşmanın başarısız olmasının da en büyüğü İran'ın nükleer silaha sahip olması, en küçüğü de ABD'nin tüm bölgenin dahil olacağı ve yansımalarına karşı en savunmasız olacağı İran ile bir çatışma sürecine sürüklenmesi olacak krizler yaratacağının da farkında.
Arap ülkelerinin İran tehdidine yönelik duyguları farklı. Suudi Arabistan, İran'ın rolleri ve faaliyetlerine karşı duyarlılığı en belirgin olan ülke. Ürdün'den BAE, Kuveyt, Katar, Umman Sultanlığı, Mısır ve nihayet Tahran'ın kıskacındaki Irak'a kadar diğer ülkelerin pozisyonları ise farklı derecelerde. Birçoğunun özellikle de Kuveyt, Katar, BAE ve Umman Sultanlığı’nın İran ile önemli ilişkileri var. Kendisiyle bir savaşta ABD ve İsrail'in ileri karakolu olmak istemiyorlar. Bu, zirvenin bildirisine de yansıdı. Bildiri İran nükleer programına karşı diplomasiye odaklanarak bölgede güvenliği sağlama kararlılığını vurguladı. İran’a karşı katılımcıların kendi aralarında veya İsrail ile bir savunma ittifakı ve askeri iş birliği fikrini tamamen görmezden geldi. Hatta Abu Dabi zirve sırasında savunma ittifakı fikrini reddettiğini ve ilişkileri geliştirmeye yönelik açık bir çaba kapsamında BAE Büyükelçisi’ni Tahran'a geri göndermekte kararlı olduğunu açıkladı. Herkes Tahran'ın komşularının işlerine müdahalesini reddediyor ve nükleer anlaşmaya geri dönülmesinden ve yaptırımların kaldırılmasından korkuyor. Bununla birlikte, her biri farklı nedenlerle, çoğunluk, Amerikalılar ile kendisine karşı bir savaşa karışmak konusunda isteksiz ki bu, Biden'ın İran dosyasına yaklaşımıyla da uyumlu.
Memnuniyetsizlere, zirve katılımcıları dışındaki muhalifler ve zirveden endişe duyanlar da katıldı. Bunların başında Suriye meselesinin görüşüleceği bir zirve bahanesiyle Tahran'a giden Rusya Devlet Başkanı geliyor. İlgili taraflar Tahran’da Suriye konusunda anlaşamadılar. Elde ettikleri tek şey, İran-Rus ilişkilerinin derinliğini, önemini ve iki tarafın birbirine ihtiyacını, onlar için asıl önemli olanın Washington'a rahatsızlık vermek, onunla savaşmak ve Biden'ın ziyaretine karşılık vermek olduğunu kesin olarak teyit etmek oldu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın elde ettiği de Moskova ve Kiev arasında arabulucu rolünü sürdürmek ve yakın düşmanları ve dostları Rusya ve İran ile arasındaki hassas dengelerin korunmasıydı.
Bu durumda memnuniyetsizlik baskın özellik haline geliyor. Peki, Başkan Biden’ın kendisi turunun sonuçlarından memnun mu? ABD Başkanı’nın amacı, bir yandan Tahran'ı nükleer anlaşmaya dönme kararı almaya zorlayabilecek bir ortam yaratmak, diğer yandan Ukrayna'da Washington ve Moskova arasındaki çatışmada kendi ittifak cephesine destek elde etmekti.  Washington'ın Körfez ülkeleri için ana ve en etkili güvenlik ortağı olmaya devam edeceği doğru, ancak Rusya ve Çin ile iş birliğini bırakma pahasına değil. İsrail'in tutumu dışında, ziyaret sırasındaki ortak açıklamaların hiçbiri Rusya'ya Ukrayna'yı işgalinden dolayı bir kınama veya eleştiri içermedi. İran'a gelince; nükleer programıyla başa çıkmak için yapılan diplomatik müzakerelerin kaderini Kudüs veya Cidde'den değil, Tahran'dan gelecek cevap belirleyecek. Görünen o ki İran, Washington'ın kabul edebileceği bir anlaşmaya artık prim vermiyor. Kısacası, ziyaret aldığından fazlasını verdi ve Biden, ne enerji kaynakları ve Rusya-Ukrayna ihtilafında ne Arap-İsrail normalleşme süreçlerinin hızlı ve somut bir şekilde genişletilmesinde ne de savunma ittifakı fikri konusunda doğrudan somut bir hasat elde etmedi. Güvenlik koordinasyonunu güçlendirmenin dahi propagandası yapılan Ortadoğu NATO'su düzeyine erişmediğine dikkat çekelim.
Tüm bunlara rağmen Biden, Barack Obama gibi Ortadoğu'dan ayrılmayacağını ve selefi Trump'ın aksine, ABD'nin Ortadoğu'ya döndüğünü vurguluyor. Bu doğru ve gerçekçi olabilir, çünkü ziyareti sırasında temas ettiği tereddüt ve ihtiyat, yalnızca Amerikan politikalarıyla değil, aynı zamanda rakiplerinin zayıf performansı ve diplomatik, ekonomik ve teknolojik kapasitelerinin sınırlılığıyla da dağılacak. Bu rakiplerin başında da Rus Devlet Başkanı geliyor. İran rejimine olan ısrarlı bağlılığı ve sürekli desteği, uluslararası sistemin eksikliklerini bariz bir şekilde küçümsemesine ek olarak, askeri makinesinin Suriye'deki rolü, devletlerin varlıklarını ve egemenliklerini tehlikeye atması nedeniyle Arap otoritelerin onun metoduna güvenmesi ve tarafsız kalması zor. Bütün bunlar Arap otoritelerin onun yanında durmalarına olanak tanımıyor. Moskova ile dostluk alanını Washington'ın lehine daraltıyor.