Abdulaziz Tantik
TT

İnsan varlığını ‘güven’ üzere kurar…

İnsan, varlığını güven üzere kurarken, korkularından hareket etmez. Güven, korku üzerine bina edilemez. En alt düzeyde güven korkunun yokluğuna tekabül eder. Yeni korkular yeni güven kapılarını açar. Ama temel de güven çok insani ve insanın temelini kuran bir özellik olarak öne çıkmaktadır. İman etmek, başlı başına bir güven meselesidir.
İnsan, iman ederek kendi varlığının anlamını bulur. Buradaki iman, bir alt düzeyde inanca dönüşerek diğer bütün inançların kişinin varlığının anlamını kurmasına zemin oluşturur. Olgusal düzeyde bu böyle olsa da buradaki inanç değişime açık inançtır. İman ise kendini bulduğu andan itibaren bir değişime uğramaz!
Güven duygusunun insanın gelişiminin temel bir dinamiği olduğu tartışılmaz bir olgudur. Hangi insani sahada güven yoksa orada zaaf baş gösterecektir. Siyasal zeminde güveni kaybeden iktidar kaybetmeye mahkûmdur. İster fiilen iktidardan düşmeye sebebiyet, ister halkın nezdindeki meşruiyetini kaybetme bağlamında olsun kaybedecektir. İktisadi zeminde yaşadığı korku, kişinin zarara uğramasına neden olacaktır. Korku ile hareket eden kişi yanlışa düşmekten kaçınamaz! Benzer bir durum toplumsal zeminde de geçerliliğini sürdürür. Topluma güvenini kaybedenin topluma yönelik yapılacak bir eylemde bulunması beklenemez, güveninin kaybolduğunu gören kişilerin ise o kişiye yönelik bir güven kaybı yaşaması ise kaçınılmaz. Böylece toplumsal dirliğin kendi lehine olumsuzlaştığını yaşayacaktır.  
Güven sorununun en önemli mekânı ise kişinin kendisine yönelik duyduğu güvensizliktir. İnsan, kendisine, bilgisine, yaptıklarına, duygularına, düşüncelerine güveni kaybettiği zaman sarsıntı üzerine sarsıntı yaşamaya başlayacaktır. Usunu kaybetmenin en önemli amili ise güvenini kaybetmesidir. Çatışma ve kaotik bir benin varlığı sorunlu bir varlığa delalet eder.
Yukarıdan itibaren söylemeye çalıştığımız şey; insanın uzanımı olan her sahada bir güven kaybı soruna tekabül eder. Güveni inşa ise o sorunların çözümüne yönelik bir umudu açığa çıkartır. Güven umudu besleyen, büyüten ve güçlendiren bir şeydir. Umudu diri tutmak ise kişiyi güçlü kılar ve eylem gücü kazandırır. Güven ve umut bir birini besleyen iki olgudur. Güveni kaybedenin umutsuzluğa duçar olması kaçınılmazdır. Umutsuzluk ise bitmişliği beraberinde taşır.
Modern dünya umut üzerinden değil korkular üzerinden kişiliği inşa etmeye çalışır. Korkuları üzerinden insanları biçimlendirmeye yönelir. Asli bir özellik olarak güven yoksa insanın korkularının esiri olması kaçınılmaz olur. Bu yüzden modern düşünce ve psikoloji, önce umudu, ardından güveni yok ederek korkuyu temel bir duygu durum olarak inşa ederek, korkuları üzerinden insanları yönetmeye çalışmaktadır. Başarılı olduğu da gözlenebilmektedir.
Güven ve korku bir birinin karşıtı duygular değildir. Güven temel bir duygu durumdur. İnsan olmanın yaratılışında var olan bir duygudur bu… Korku ise temel bir duygu durum değildir. Korkular sürekli değişkenlik arz eder. Korkunun da kendi iç bünyesinde farklı anlamlarına işaret edilebilir. Hatta saygı olayını da korkunun bir türevi yerine umudun ve güvenin bir türevi olarak görmek daha doğrudur. Bu düzlem üzerinden kişinin Allah ile ilişkisi de bir korku zemini üzerinden değil bir güven zemini üzerinden kurulmalıdır.
O zaman güvenin varlığının oluşumunu dikkate sunalım…
Güven, kendi varlığından çok varlığı meydana getiren gücün, kudretin varlığının kendisinin yarattığı yaşamın insanın lehine oluşuna olan derin güvendir. Bu güven Allah’ın kudretinin aşılamaz bir boyut taşıdığı gibi salt Yaratıcı bir Kudret olarak Allah’ın varlığına olan güvendir. Allah’a olan güven, Allah’ın yarattığı her şeye güvene dönüşerek her şeyin bu güven dairesi içinde insanın yaşamını kolaylaştıran bir unsura dönüştüğü inancına dair güçlü imandır.
Düşünelim, insan rüzgâra güven duyuyor. Onun insana zarar vermeyeceğine olan inancı tamdır. Rüzgâr sertleşti ve insana zarar vermeye başlayan bir anafora dönüşerek korkuttu. İnsan bu korkunun nedeninin imanında oluşan zaafa yönelik bir eleştirel tutuma yönelerek, kendi yaptığı hatanın bir bedeli olarak rüzgârın kendisine zarar verecek bir pozisyona geldiği görüşünü öne çıkararak güveninin temelini sağlam tutar. Şeylerde meydana gelen olumsuzlukların nedeninin insanların yaptığı kötülüklerin neden olduğuna yönelik güven, kişiyi sağduyuyu, adaleti, hakkı ve hakkaniyeti elden bırakmamaya yöneltir. Olabilecek bir kötülüğün müsebbibi olmamaya dair kendisine ait duyacağı güven sorunu çözüme kavuşturur. O bilir ki karşılaştığı şey yüzünden hesaba çekilmeyecek, karşı karşıya kaldığı şeye yönelik gösterdiği tepkiye dair hesaba çekilme olacaktır. Bu güven, kendine olan güveni temellendirir ve perçinler.
İnsanın kendi imanına olan güveni onu yanlıştan, günahtan, fısktan ve fücurdan korur. İnsanın Allah’a olan güveni ise bir hata yaptığı zaman hemen tövbe ederek o hatanın sonuçlarının giderileceğine olan imanı ile itminan üzere yeni hatalardan vazgeçer. Böylece güven duygusu onu sağlam bir karakter sahibi kıldığı gibi yanlışa yönelik eğilimi de ortadan kaldırmaya imkân sağlar.
İnsan, yaratılmışlığı bağlamında bir güven sahibi kılınmıştır. Bu güven, ruhun üflenmesi ve meleklerin kendisine secdeye davet edilmesi ile birlikte oluşmuş ve sürekli devam edegelmiştir. O ruhu taşıdığı sürece bu güven var olacaktır. Bu öyle bir güven ki insanın ana rahminde yaşadığı güven gibidir. Rahman isminin taşıdığı anlam katmanları ile birlikte değerlendirildiğinde insana düşen güven sağlam bir zemine sahiptir. Bunu bizatihi yaşayan insan olarak bu güvenin yaşamın bütün olumsuz koşullarına rağmen varlığını sürdürmesi asli bir hüviyete sahiptir. İnsanın bu güvene ulaştığında ve yaslandığında kendi otantik benine kavuştuğu gibi güven üzere umudu diri tutarak kendi varlığının anlamını izhar etmesi mümkün hale gelir.
Güven, yukarıdan aşağıya doğru bir seyir izler. Aslında her kavramsal şema biraz böyle olmakla yükümlüdür. Kutsal ve aşkın olan Varlık, kendisinden neşet eden her şeyde de bu izler bulunur. İşte bu izin istikamete dönüşmesi ve yolu belirleyen bir ilke olarak öne çıkması elzemdir. Vahiy, inzal olmuş bir hakikatin insana tekabül eden yönü olarak ona istikametin ilkelerini, sakınması gereken şeyleri ve yapması gerekenleri emreder. Bu emir, güvenin pekiştirilmesine ve ona ulaşılmasına da aracılık eder. Kişi, bu temel güvene ulaşabilmek için emir ve nehiylere riayet etmeli, zikir ile meşgul olmalı, iyilikle dolmalı, hayatına da iyiliği mesken kılmalıdır.
Güven, kişiyi ikili bir yapıya sahip kılar. İlki, güveni elde etmenin imkânlarını yoklamak ve o güveni elde edecek düşünce ve eylemi yerine getirme iradesine sahip çıkmak, ikincisi ise; temel güven üzerinden, güvenini pekiştirecek salih amellere yönelmek ve zikrederek mukarrebun olmaya matuf çabalara devam etmektir.
Güven, bu döngüselliği bir hasara mahal bırakmadan aşmaya ve asli güven ile birlikte her şeyin kendisi için yaratıldığı o zemine yaslanarak mukarrebun olmanın bütün aşamalarını yaşayarak tecrübeye konu edinmesi ki böylece şahsiyetinin varlığı kendi anlamını derinden kavrayarak asli hüviyetine sahip olsun…
Hayatını karmaşa üzere yaşayan birinin bu asli güven ile bir bağ kurma ihtimali hep zayıf olacaktır. Giderek de uzaklaşacak bu ihtimal… O yüzden güven, temel güven olarak kendisini ifşa edene kadar çalışmalara ve çabalara devam etmek insani hasletin en temel çabası olmalıdır.
Korkuyu bir haşyete, Rabbe yeterince kulluk edememenin kendisine tevdi edebildiği zaman insan, o temel güveni yakalama imkânına da sahip olur. Haşyetle ürperen kalp, temel güvenin varlığının esintisini duyar ve onu görür hale getirdiğinde o temel güven üzere kulluğunu en güzel şekilde yerine getirme zeminine sahip olur.
Bir insanın itminan ile yaşamını sürdürmesinin garantisi de bu temel güven duygusuna sahip olabilmekten geçer. İtminan ise yapılacak olan şeyi en güzel şekilde yapmayı mümkün kılar. Bir şeyi estetik düzeyde yapabilmek ona olan güvenle birebir ilişkili bir durumdur. Temel güven duygusu insanın sahip olduğu varlığının derununda saklıdır. Bu saklı şeyi açığa çıkarmak ise insana düşen sorumluluktur.
Allah’a güvenmek, O’nun yarattığı şeylere güvenmektir, O’nun gönderdiği bilgi ve elçiye güvenmektir. O’nun oluşturduğu imtihanı başarılı bir şekilde vermeyi zorunlu kılar. O’nun hesaba çekmesinin adaletine olan güvendir. O öyle bir güvendir ki baştan aşağı güven ile var olur ve o güven ile yaşar ve o güven üzere yaşamı terk ederek yeni bir yaşama geçmeyi pürüzsüz tadar…