Necib Sab
Arap Çevre ve Kalkınma Forumu (AFD) Genel Sekreteri ve “Çevre ve Kalkınma” dergisinin editörü
TT

Çevre ve kalkınma yardımları ziyan edilmeye devam ediyor

Geçenlerde uluslararası bir kuruluşun eski bir üst düzey yetkilisi ile tanıştığımda bana 23 yıl önceki ‘Avrupa Birliği (AB), kalkınma yardımlarını israf etme konusunda Birleşmiş Milletler'in (BM) izinden gidiyor’ başlıklı bir yazımı hatırlattı. Onlarca yıllık uluslararası kalkınma çalışmasından sonra yıllar önce emekli olan yetkili bana şöyle dedi:
“O zamanlar makalenizin abartılı olduğunu ve topluma hizmet için insani bir eylem olarak samimi olarak gördüğümüz bir şeye karşı yapılmış haksız bir saldırı olduğunu düşünmüştük. Ancak yaşanılan tecrübeler gösterdi ki, yardım paralarının çoğu, az sayıda kişinin yararlandığı ilk yardımlara harcandı ve her projenin sona ermesi ve finansmanın durmasıyla programlar azaldı.”
Söz konusu yazımda şundan bahsetmiştim; elde ettiği sonuçlara gerçek anlamda bakılmadan milyonlarca para harcanan çevre ve sürdürülebilir kalkınma alanındaki uluslararası programların başıboş bırakılmasına Arap dünyasında sayısız örnek vardır. Nitekim değerlendirme görevini üstlenenler, bağışçı kuruluşların çalışanları veya sözleşmeleri bu kuruluşların yetkililerinin onayına bağlı olan danışmanlardır. Bu, ‘kimsenin tavuğuna kışt dememe’ denkleminin vücut bulmuş hali olarak ilişkilerin çıkar alışverişine dayandığını göstermektedir. Bir ‘uzman’, ‘danışman’ veya ‘proje yöneticisi’ sözleşmesi elde eder etmez sözleri birdenbire bakanlıkların ve bağışçıların başarılarının anlatımına dönüşen çelişkili ve marjinal kişilerin birçok örneği vardır.
Gerçek bir hesap sorma mekanizması olmadığında, nüfusunun çoğunun yoksulluk sınırının altında yaşadığı bir ülkede kalkınma ve çevre korumaya tahsis edilen milyonların büyük bir kısmı, kendini tekrar eden raporlara, toplantılara ve bayramlar için meydanların ve sokakların süslenmesi için yapılacak masrafların bir kalkınma programının bütçesinden karşılanması da dahil olmak üzere düzensiz girişimlere harcanmaktadır.
Emekli arkadaşım 23 yıldır sakladığı yazının bir nüshasını cebinden çıkardı ve içinden şu paragrafı okudu:
“Bu uluslararası programların etrafında, kendi çıkarlarını korumak için düzensizliği ve şeffaflık olmamasını dayanak olarak kullanan bir grup menfaatçi ve faydacı ortaya çıktı. Bu, birçok insanın israf ve suistimaller karşısındaki sessizliğini açıklıyor. Zira bu şahıslar, ganimetlerinden arta kalanları dağıtmak, menfaatçilerin sessizliğini ve sadakatini satın alıp onlara sözleşmelerden kırıntılar vermek ve onları dünyayı korumak ve topluma hizmet etmek kisvesi altında ekoturizm konferanslarına davet etmek için çevre tacirlerinin ördüğü ilişkiler ve özel çıkarlar yumağına bağlıdırlar.”
Devamlı israfın en büyük kapılarından biri, çevrenin durumu ve kalkınma hakkında bilgi toplamayı amaçlayan ve milyonları harcadıktan sonra sadece neredeyse içi boş tablolar hazırlamakla sonuçlanan uluslararası programlardır. Bu bilgilerin çoğu aslında yoktur. Bilgi üretebilecek nitelikteki laboratuvarlara ve bilimsel araştırma merkezlerine daha büyük bütçeler ayrılması daha doğru olabilirdi. Nitekim, örnek verecek olursak, işinde uzman bilim merkezleri tarafından kontrol edilen güvenilir ölçüm cihazları yokken hava kirliliğinin derecesi nasıl bilinebilir?
Üçüncü Dünya ülkelerindeki çevre ve kalkınmaya tahsis edilen paralar, çoğu -en iyi durumda- yetersiz ve genellikle yozlaşmış olan devlet dairelerine veya sivil toplum kuruluşlarına (STK) gitmektedir. Bununla birlikte, devlet kurumlarının yolsuzluğu ve yetersizliği, kamu projelerinin finansmanının -özellikle altyapı konusunda- derneklere verilmesini haklı çıkarmaz. Çünkü her birinin kendine göre bir rolü vardır. STK'ların görevi, hükümet politikalarını etkileyebilecek net bilimsel programlara yönelik baskı ve değişim güçleri oluşturup farkındalık yaratarak sivil toplumu çevre ve kalkınma çalışmalarına dahil etmektir. STK'lar, teorilerinin geçerliliğini sahada kanıtlamak üzere pilot projeler oluşturmak için bu görev kapsamını genişletebilir. Örneğin, belirli bir alanda bir atık ayrıştırma ve geri dönüşüm projesi yürütürse burada amaç, yerel makamları ve hükümetleri bu fikri benimsemeye ve yaymaya teşvik etmektir. Devlet kurumlarındaki yetersizlik ve yolsuzluğa yönelik itirazlar ne olursa olsun, altyapı ile ilgili kamu programları ancak bu şekilde yönetilebilir. Buradan hareketle, atık toplama ve arıtma, su arıtma ve dağıtımı, sanitasyon vb. programları yönetmek için devlet kurumlarını eğitmek ve denetlemek gerekir.
Çözüm -kesinlikle- bazı uluslararası kalkınma programlarının yaptığı gibi bakanlıklar içinde paralel bölümler oluşturmak değil. Arap ülkelerinde bunun sayısız örneği var. Bu ülkelerde uluslararası kuruluşlar, bakanlık çalışanlarından 'komşularının' maaşının kat be kat fazlasına denk gelen maaşlar alan ve genellikle aynı odaları paylaşan 'uzmanlar' dedikleri kişileri işe alarak bakanlıklar bünyesinde programlar uygulamaktadır. Bu, denetleme ve hesap verme mekanizmasının belirsizliği dışında çalışmayı engeller, çatışmalar yaratır ve sürekliliğe mâni olur.
Kamuoyunun bilmediği şey, bu insanların aldıkları ödemelerin çoğu durumda neredeyse iflas etmiş hükümetleri tarafından karşılandığı ve uluslararası programlar aracılığıyla ödendiğidir. Çalışanların çoğu, uluslararası programlar kapsamında, yüksek niteliklere sahip ve büyük görevleri olan uzman sıfatlı kişiler ise, birçoğu da çıkar alışverişi çerçevesinde kendilerini uluslararası programlara yerleştiren siyasi liderlere sadakatleri nedeniyle pozisyonlarını meşgul eden kişilerdir.
Peki değerlendirme raporları, hizmet ve çıkar alışverişinin sürekliliğini sağlamak için programların başarısından ve bunların devam etmesinin gerekliliğinden her zaman bahsetmesi bizi şaşırtıyor mu?! Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) Şam'daki ofisinde milyonlarca paranın çarçur edilmesinin hasıraltı edilmesi olayı, ‘uluslararası’ çalışanlar ve yerel yetkililer arasındaki çıkar ittifakının bir sonucu olarak şeffaflık ve sıkı bir hesap sorma mekanizmasının olmadığının bir kanıtıdır.
Ne yazık ki, uluslararası programlarda birtakım görevler üstlenen ‘yerli’ başarılı insanlar, işlerini çoğu zaman kendi ülkeleri dışındaki uluslararası bir kuruluşta daha yüksek bir konuma ulaşmak için bir köprü olarak kullanıyorlar, ki bu da kazandıkları tecrübeleri kaybettiriyor. Daha da kötüsü, bu kişilerin eğitimlerinin hükümetleri tarafından finanse edilmesi ya da uluslararası programlarla veya yerel kalkınma programları pahasına hibe ve kredilerle dönüştürülmesidir.
Emekli uluslararası yetkilinin geç gelen ‘itiraflarından’ günler sonra, iklim zirvelerine katılanların sayısını hükümetler, uzmanlar ve faaliyet gösteren STK’lardan ana paydaşlarla sınırlamak gerektiği ile ilgili son yazım hakkında yorum yapmak isteyen eski bir BM yetkilisinden bir telefon aldım. Şu anda hükümetinin iklim müzakerelerinin kilit danışmanlarından biri olan arkadaş şunları söyledi:
“Konferansları saran karnaval havasıyla kısa sürede ciddi sonuçlara varmak mümkün olamayacağına göre söyledikleriniz doğru. Ancak 10 binlerce insan çevre konferansları seyahatine alıştıktan sonra kim bunu talep etmeye cesaret edebilir ki?”
Emekli olmadan önce konuşsak ne iyi olur.
* Arap Çevre ve Kalkınma Forumu (AFD) Genel Sekreteri ve “Çevre ve Kalkınma” dergisinin Genel Yayın Yönetmeni