Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar
TT

Suriye: Savaş henüz bitmedi

Suriye trajedisinin doruk noktasına ulaştığı 2019 yılından bu yana, temel olarak krize dahil olan güçler tarafından yapılan bir dizi hatalı analiz, savaşın parçaladığı ülkede görünüşte dahi olsa normal yaşantıya dönmeye yönelik bir strateji geliştirilmesini engelliyor.
İlk hata, savaşın bittiğine inanmaktı.
Rus propaganda makinesi, Vladimir Putin'in ‘Çeçen İslamcı teröristleri’ ezmedeki başarısının sözde tekrarı olan ‘yeni bir zaferden’ söz etti. Putin bugün Ukrayna'da yeni bir 2. Dünya Savaşı yürüttüğü gibi, Suriye'de de yeniden bir Çeçenya savaşı yürütmüştü.
Ancak yenilgi yetim olarak doğduğu, zaferin ise bin tane babası olduğu için ve Başkan Barack Obama'nın herhangi bir adım attıktan sonra karar çıkarmasına rağmen ABD de ‘Suriye’yi uçurumun eşiğinden geri getirme’ başarısıyla zafer ilan etti.
Aynı şekilde İran İslam Cumhuriyeti liderleri de Suriye’deki zaferleriyle övündüler. Mollalar, General Kasım Süleymani'yi ‘İslam tarihinin en büyük askeri komutanı’ ilan ederek onun ‘Suriye’yi Sünni teröristlerin pençesinden kurtardığını’ ve Devlet Başkanı Beşşar Esed’in Libya lideri Muammer Kaddafi'nin kaderini yaşamaktan kaçınmasına yardım ettiğini iddia ettiler.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bir yandan zafer iddiasıyla bir ülkenin egemenliğine yönelik bir hamlede bulundu. Suriye'nin epeyce bir petrol sahası ve madeni üzerinde kontrolünü sıkılaştırırken, Avrupa Birliği (AB) ineğini sağarak 5 milyar dolar elde etmeyi de başardı.
Tüm bu zafer iddialarına rağmen, bazılarımız Suriye'nin geleceği konusundaki savaşın henüz bitiş çizgisine oldukça uzak olduğunu fark etti.
Geçici bir sessizlik dönemi yaşanmış olsa da şu gerçek hala geçerliliğini korumaktadır: Savaş aslında bir dizi çatışma değil, siyasi, sosyal, kültürel ve jeopolitik yönleri olan bir durumdur. Örneğin, Avrupa'daki Yüzyıl Savaşları’nda bir yüzyıl boyunca her gün savaşlar olmadı.
Savaşın sona erdiği fikri başka bir hatayı doğurdu: Birlemiş Milletler (BM) misyonunun ‘tüm tarafları’ lüks bir İsviçre otelinde bir araya getirip onları öpüştürüp olanları unutmaya ikna edebileceği inancı.
Bu numara da başarısız olunca üçüncü bir hata ortaya çıktı.
Bu sefer ortaya atılan fikrin odak noktası, Suriye dramasında yer alan ‘ana oyuncuların’ -Rusya, Türkiye ve İran- bu başarısız devlet için yeni bir anayasa hazırlamalarına ve herkesi bunu onaylamaya ikna etmelerine izin vermekti.
Ancak kısa sürede bu tarafların sayısı Rusya ve Türkiye olarak ikiye düşerken, İran’ın açık açık Şam'da İslam devleti hayali kurmasına izin verildi.
Ne var ki, 2021'e doğru bu hamle de başarısız oldu ve yerini yeni bir yanlış düşünce aldı.
Bu sefer analistler ve siyasete yön verenler, bataklıktan çıkmanın en iyi yolunun Esed rejiminden geriye kalanları desteklemek ve onun etrafında yeni bir Suriye devleti inşa etmek olduğunu iddia ettiler.
Bugün aralarında Paris, Moskova ve Tahran'ın da bulunduğu birçok başkent, Suriye politikasını şekillendirmede bu hatalı fikri öne sürerken, Washington, Kürt bölgesine tutunmaktan ve başkalarını yaptıklarının cezasını çekmesine izin vermekten memnun görünüyor. Ancak bu plan da başarısız oldu.
BM’den Beşşar Esed’in maiyetindekilere yapılan 140 milyon dolarlık ödeme ve İran'dan aldığı en az 4 milyar dolarlık ‘kredili petrol’ da dahil olmak üzere Esed’in kasasına milyarlarca dolar pompalanmasına -ki uyuşturucu kaçakçılığı gelirlerinden bahsetmiyoruz bile- rağmen, Esed’in bir devlet inşa etmek için herhangi bir çaba göstermeye en ufak bir ilgisi gözükmüyor.
En iyi tahminlere göre, Esed’in sadece ismen yönetimi altında olan bölgelerde, nüfusun yüzde 90’ı yoksulluk sınırının altına düştü. Bu bölgelerde, sömürge dönemlerinde ‘verimli Suriye’ olarak adlandırılan kısmın yaklaşık dörtte birinin temel altyapısının yüzde 50’den fazlasının yıkık bir halde olduğunu görüyoruz. Daha da kötüsü, Esed’in silahlı gruplardan muhaliflerinin yüzeysel de olsa bir hukuk ve güvenlik durumu tesis etmeyi başardıkları bazı bölgelerde bu durum yıkıldı.
Örneğin, bugün Dera ‘vahşi güney’ olarak bilinirken, Süveyda silahlı Dürzi grupları sayesinde bir nebze de olsa normal yaşantı görünümünü koruyor.
Esed yanlısı ekibin devlet inşa etmek için bir strateji izlemeye ilgisiz veya bu konuda yetersiz olduğunun bir işareti, 4. Zırhlı Tümen'dir. Beşşar'ın kardeşi Mahir Esed tarafından komuta edilen seçkin bir güç olan bu birim, BM ve birçok Batı merkezli sivil toplum kuruluşu (STK) tarafından sağlanan insani yardımlara devamlı el koydu. En son karıştığı büyük yağma, Rusya'nın Türkiye ile işbirliği içinde Ukrayna'dan Levant bölgesine nakletmek üzere aldığı buğday sevkiyatlarına el konulmasıydı.
Ayrıca rejimin kontrolü altındaki bölgelerdeki ekonomik durumun, Türkiye ve müttefikleri, ABD ve Kürt müttefikleri, Rusya ve Wagner Grubu’nun paralı askerleri ve İran ile ‘türbe koruyucuları’ unvanlı Afgan, Irak ve Pakistan güçleri tarafından kontrol edilen bölgelerden daha sefil bir halde olduğunu görüyoruz.
Esed’e son darbe Tahran’dan geldi. Gittikçe kötüleşen bir ekonomik krizle karşı karşıya kalan mollalar, ‘kredili petrol’ programını sona erdirmeye karar verdiler. Geçen ekim ayında, Suriye kıyıları yakınlarındaki bir petrol tankerinin son olacağını duyurdular. İleride Şam, petrolün parasını peşin ödemek zorunda kalacak. Mollalar ayrıca Suriye’ye uyguladıkları varil başına 35 dolar şeklindeki ayrıcalıklı petrol fiyatının ikiye katlanarak 75 dolara çıktığını duyurdular.
Dolayısıyla hangi açıdan bakarsanız bakın, Suriye'nin hala savaşta olduğunu açık bir şekilde göreceksiniz. Ülke Ortadoğu'nun büyük bir bölümünde, Doğu Akdeniz havzasında ve diğer yerlerde enfeksiyon yayan açık bir yara gibi duruyor.
Her geçen gün normal bir devlet haline gelmek üzere Suriye'yi yeniden inşa etme görevi daha da zorlaşırken, bir fark yaratabilecek güçlerin bu yarayı iyileştirecek bir strateji geliştirme arzusuna veya yetisine sahip olduğuna dair hiçbir belirti yok.
Dünyanın gözü artık Ukrayna'dayken, Suriye ikinci plana atıldı. Ancak bunun asıl nedeni hala Biden yönetiminin Suriye, Lübnan ve Yemen'de normal hayatın yeniden tesis edilmesinin önünü açacağı umuduyla Tahran'la anlaşma yapmakta ısrarcı olmasıdır.
Beğenin ya da beğenmeyin, tıpkı Clinton yönetiminin AB ve Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) büyük desteğiyle Bosna Hersek'te yaptığı gibi ABD, Suriye’deki devlet prestijini yeniden tesis etme gibi muazzam bir görevin üstesinden gelmek için uluslararası ve bölgesel düzeylerde diplomatik, ekonomik ve askeri desteği harekete geçirebilecek tek güç konumunu korumaya devam ediyor.
Belki Suriye artık gazetelerin ön manşetlerinde yer almıyor; ancak gazetelerin iç sayfalarına düşmüş olsa da bu, ‘kontrolün olmadığı’ bir bölgeye dönüşmesinin uluslararası ve bölgesel düzeyde istikrar ve barış için bir tehdit oluşturduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor.