Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

Yeni bir dünyada eski ABD’nin düşüşü

Ortadoğu’nun kalbinden Avrupa’nın merkezine kadar, Washington ile Çin arasında soğuk ve sıcak savaşın benimsendiğini gösteren siyasi örnekler ve belirleyici anlar mevcut.
İki bölgesel rakip; Suudi Arabistan ile İran’ın sanki Ortadoğu’daki ABD nüfuzunun azaldığını göstermek ister gibi Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in doğrudan gözetimiyle Pekin’de ilişkileri normalleştirme anlaşması yapmasıyla Washington kendini saf dışı bırakılmış hissetti. Bu gelişme, Çin’in öneminin artmasını göstermekle kalmıyor, aynı zamanda uluslararası ilişkilerde yeni bir dönemin şafağını da müjdeliyor. Bu yeni dönemde Çin, uluslararası hadiselerde ve bu hadiselerin yönünü belirlemede merkezi oyuncu rolüne sahip. Bunun tek delili, Çin Devlet Başkanı’nın Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Putin hakkında tutuklama emri çıkarmasının siyasi sonuçlarını atlayarak ve dünyanın bir yüzyılda benzeri görülmemiş bir değişim sancısı çektiğini teyit ederek Moskova’yı ziyaret edip Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüşmesi de değil.
Siyasi vücut gösterisinin paralelinde, özellikle Umman Körfezi’nde “Deniz Güvenliği Kuşağı-2023” adıyla gerçekleştirilen ortak deniz tatbikatları, dikkat çekici bir gelişmeydi. Bu gelişmeyle hepsi de ABD ile ters düşen Çin, İran ve Rusya, büyüyen siyasi ve askerî ilişkilerini gösteriyor ve sahnenin Washington’ın tek taraflı hegemonyasını tehdit eden çok kutuplu bir dünyaya doğru değiştiğinin altını çizen bir mesaj gönderiyor.
Üstelik Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in yakın zamanda Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ı ağırlaması ve Suriye ile NATO üyesi Türkiye arasında uzlaşmayı güçlendirmek için epey çaba göstermesi de Washington’ın, ABD’nin Rusya-Ukrayna çatışmasıyla meşgul olması fırsatını ustaca değerlendiren rakipleri tarafından sürekli bir meydan okumayı gözler önüne seriyor. Bu ülkeler, bölgesel çekişmelere çözüm bulmak için çeşitli arabuluculuklar yapmak ve diplomatik, siyasi ve askerî koordinasyon biçimlerini güçlendirmek suretiyle ABD’ye karşı çıkma ve jeopolitik gerçeklik ve bu gerçeklikteki güç ve denge ilişkilerini yeniden tanımlama konusundaki ciddiyetlerini gösteriyor. Bu da ABD’nin dünya sahnesindeki uzun soluklu üstünlük gösterisiyle doğrudan çelişiyor.
Çin, Ortadoğu’da arabulucu rolünü üstlenip siyasi, teknolojik ve ekonomik birçok dosyada sürekli olarak Amerikan nüfuzuna meydan okuyor. Rusya da Ukrayna’daki savaşının, uluslararası konumunu veya çoklu görev yeteneğini zayıflatmadığı fikrini pekiştirerek bölgede kayda değer başarılar elde etmek için çabalıyor. Çin ve Rusya cephesinde bunlar olurken Washington’ı da Ukrayna’daki derin müdahalesinin yanı sıra çabalarını Çin çevresindeki askerî ve güvenlik ortaklıklarını güçlendirmeye odaklarken buluyoruz.
ABD, Birleşik Krallık ve Avustralya; Çin’in Hint ve Pasifik okyanuslarında artan varlığını telafi etme çabasıyla, Canberra’ya nükleer enerjiyle çalışan denizaltılar teslim etmeyi hedefleyen AUKUS Anlaşması’na dair yeni detayları açıkladı. Bu durum, Çin’in endişesini ve öfkesini artırıyor.
Ayrıca, Washington’ın devam eden çabalarının bir sonucu olarak Japonya Başbakanı Fumiyo Kişida ile Güney Kore Cumhurbaşkanı Yoon Suk-yeol, ülkeleri arasındaki sorunlu ilişkilerin ötesine geçme konusunda anlaştı ve Kuzey Kore’nin füze faaliyetleri ile Çin’in artan etkinliği gibi bölgedeki acil güvenlik endişelerini ele almak için yakın çalışmayı taahhüt etti. Tokyo görüşmesi, bir Güney Kore cumhurbaşkanı tarafından on yılı aşkın süredir gerçekleştirilen ilk Japonya ziyaretiydi. İki lider, “mekik diplomasisini” yeniden başlatmak ve yarı iletkenlerin üretimi için gerekli yüksek teknolojili ürünler konusunda uzun süredir devam eden ticari anlaşmazlığı çözüme kavuşturmak üzere anlaştı. Bu siyasi atılım, önemli bir gelişmedir ve Pekin’in de bunu endişeyle izlemesi gerekir. Zira o, komşuları arasında nefret ve gerilim ilişkilerine yatırım yapmayı tercih ederken, Washington tam tersi bir gerçekliğe yatırım yapıyor.
ABD ile rakipleri arasındaki çekişme semboller, siyasi yumruklar ve diplomatik vücut gösterilerinin de ötesinde. Nitekim yaklaşık iki hafta önce MQ-9 Reaper tipi bir ABD insansız hava aracı, Su-27 tipi Rus savaş uçakları tarafından Karadeniz’de düşürüldü. Geçtiğimiz şubat ayında da ABD ordusu, Güney Carolina eyaletinin kıyılarında bir Çin casus balonunu düşürmüştü. Tüm bunlar öngörülemeyen çatışmaların meydana gelme ihtimaline ışık tutuyor. Her iki olay da bu rekabete dahil olan ülkeler arasındaki kırılgan dengenin sonucunda daha da kötüye gidebilecek askerî çatışmaların göstergesi niteliğinde.  
Savunma İstihbarat Teşkilatı’nda (DIA) Çin dosyası yetkilisi olan Doug Wade, geçtiğimiz günlerde ABD-Çin ilişkisinin yüksek sürtüşme aşamasına doğru ilerlediği konusunda uyarıda bulundu. Zira Pekin, hak ettiği küresel konuma yükselmesinin önünde Amerika’yı bir engel olarak görüyor. Wade’e göre Çin’in durumu, bu senaryodan kaçınmayı tercih ettiği için her ne kadar isteksiz de olsa çatışmaya hazır olduğunu gösteriyor.
ABD ile Çin arasındaki siyasi ve askerî çekişmenin arttığı bir havada iki ülke arasındaki ekonomik bağın koptuğuna dair göstergelerde de bir artış söz konusu. Tarihî olarak Pekin ve Washington arasındaki ikili küresel ekonomik çıkarlar, çatışmalarda sakinleştirici bir unsur olarak işlev gördü ve iki ülke arasındaki gerilimleri dizginlemede rol oynadı. Ancak iki güç arasında devam eden ekonomik ayrılma süreci, çok yönlü ilişkilerinde istikrarın temel ve karmaşık bir yönünü baltalıyor.
Küreselleşmenin gelecekteki gidişatının kapsamlı bir incelemesi olan DHL Küresel Bağlantılılık Endeksi 2022’ye göre ABD ile Çin arasında çeşitli sektörlerde giderek artan bir ayrışmaya ve özellikle iki ülke arasındaki ticaret payında büyük bir düşüşe dair belirgin göstergeler mevcut. Bu yönelime paralel olarak Çin, elindeki ABD hazinesi tahvillerini Mayıs 2009’daki küresel mali krizden bu yana en düşük seviyeye indirdi. Bu düşüş, Çin’in öncesinde 867,1 dolarken ocak ayında 859,4 milyar dolara ulaşan varlıklarındaki peş peşe altıncı aylık düşüşe işaret ediyor.
Son haftalarda yaşananlar, küresel sahayı etkileyen hızlı dönüşümleri ortaya koyuyor. Nitekim ABD, başta Çin olmak üzere yeni başrol oyuncularının ortaya çıkması gerçeğine ek olarak hem düşman hem de dostlarının cüretkar manevralarıyla başa çıkmak zorunda. Dünya, uluslararası ilişkilerde önceki güç dengelerinin hızla dağıldığı ve keskin siyasi manevraların görüldüğü yeni bir dönemin başlangıcına tanık oluyor. Bunlar olurken ABD, bu karmaşık ve tutuşmaya hazır ortamda kendine bir yol çizmek, dünya sahnesindeki konumunu yeniden sağlamlaştırmak ya da bu konumun sınırlarını ve özelliklerini yeni ortaya çıkan gerçekliklere göre yeniden tanımlamak gibi bir zorlukla yüzleşiyor.