Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

Gerçek özgürlük

“Özgürlük için gökyüzünü satın almanıza gerek yok, ruhunuzu satmayın yeter.” (Nelson Mandela)
Son dönemlerde dünyayı bir hapishane olarak görüp gerçek manada özgürleşmek için uzaydan yer satın almaya çalışanların olduğunu duymaya başladık. Bunlar dünyanın yaşanmaz bir hale geldiğini, uzayda oluşturulacak yeni yaşam alanında daha özgür yaşayacaklarını iddia ediyorlar. Veya dünyada istediği huzur ve tatmini uzayda bulabileceklerine inanıyorlar/inandırılıyorlar. Hâlbuki insanların büyük bir kısmı sahip oldukları anlayışlarını değiştirmedikleri sürece nereye giderlerse gitsinler gerçek manada bir özgürlüğe sahip olamayacaklardır. Çünkü onları gerçek manada mutsuz eden şey, sadece etraflarında olup bitenler değil,  olup bitenleri okuma ve algılama biçimleridir.
Her şeyi hatta gökyüzünü satın alarak özgür olabileceklerini sananların çoğu ruhlarını sattıklarının farkında değillerdir. Ruhlarını sattıkları alanlar ve kişiler farklılık arz edebilir. Kimi kapitale, kimi şehvete ve hazza, kimi makama, kimi çıkar ve menfaatlerine, kimi de şeytana ruhunu satmaktadır.
Gerçek özgürlük doğru bir alış veriş ile elde edilir. Bazı insanlar dünya ve içindekilere müptela oldukları için bütün dertleri dünyadaki var olanları elde etmek yani dünyalık satın almaktır. Bunlar satın aldıkları yükler sebebiyle hareket etmekte zorlanırlar. Adeta yüklerinin altında ezilip kalırlar. Bazı insanlar da tam tersine sahip olduklarını gerektiği anda hemen bir çırpıda feda edip başlarını verebilirler. Sahip olduklarını kolayca feda edebildikleri için malları onlar için prangalara dönüşmemiştir. Canları da dâhil olmak üzere istendiğinde sahip oldukları her şeyi feda etmeye hazırdırlar. Dolayısıyla malların esaretinden kurtuldukları için özgürdürler.
Vahyin telmih yoluyla bu konuda sunduğu örneklere baktığımızda bu iki grubun hangisinin gerçek manada özgür olduğunu daha kolay değerlendirebilme imkânına sahip olabiliriz. Bu iki gruptan birisi sadece dünyalık isteyip; “Rabbimiz! Bize dünyada ver!” deyip ahiretteki payını kaybederken[1] diğeri ise, “Rabb’imiz! Bize bu dünyada da, âhirette de iyilikler ver ve bizi cehennem azâbından koru!” diye yalvarır.[2] İnsanların bir kısmı dünya hayatı için başta inancı yani dini olmak üzere her şeyini satıp sahip olduklarıyla özgürleşeceğini zannederken bir kısmı da diğerlerinin aksine, Allah rızasını kazanmak için malını, canını ve her şeyini feda ederek yiğitlik göstermekte ve özgürleşmektedir.
İbn Abbas’ın verdiği bilgilere göre yaptığı alış-verişle özgürleşen yiğitlerden birisi de Suheyb b. Sinan er-Rumî’dir. Hicret etmek isterken Mekke müşrikleri Suheyb’i yakalamış, dininden döndürmek için işkence etmişlerdi. Suheyb, Mekkelilere “Ben ihtiyar bir adamım. Malım da var. Sizden veya düşmanlarınızdan olmamın size bir yararı da zararı da olmaz, ben bir söz söyledim ondan caymam, malımı ve eşyamı size verip, dinimi sizden satın alayım.” demiş. Sahip olduğu tüm malları alan Müşrikler Suheyb’i salıvermişler. Böylece Suheyb inancını yaşayabilmek uğruna sahip olduğu her şeyi Müşriklere vererek Medine’ye hicret eder. Şehre girerken kendisine rastlayan Hz. Ebubekir, “Alışverişin kârlı olsun yâ Suheyb” demiş, ve  “İnsanlardan öyleleri de vardır ki, Allah’ın hoşnutluğunu-rızasını kazanmak için O’nun uğrunda canını, malını ve tüm varlığını seve seve fedâ eder…”[3] ayetini okumuştur.
Dünyaya ve çevrelerine tutsak olan insanlar, hakikati görseler bile menfaatlerinin ve çıkarlarının kaybolması korkusu yüzünden hayırlı ve değerli olanı satar değersiz olanı satın alır-tercih eder. İşte bu ruh haline sahip olan bazı inkârcılar, Hz. Muhammed’e “Eğer seninle birlikte doğru yola girersek, yurdumuzdan yuvamızdan koparılırız.” diyerek onun çağrısına uymamışlardır. Aynı zamanda bu tipler, Allah’ın lütfu sayesinde her türlü ürünün gelip rızık olarak kendisinde toplandığı kutsal bir dokunulmazlığa sahip, güvenli bir yer olan Mekke’ye yerleştirilmelerinin de bilincine varamamışlardır.[4]
Şimdi şu soruyu sormanın tam vaktidir: Her şeyini Allah’ın rızasını kazanmak uğruna feda eden Suheyb mi daha özgürdür yoksa sahip oldukları imkânları kaybetme korkusu yüzünden ilahi çağrıya kulak tıkayan inkârcılar mı? Ya da Allah Teâlâ’nın yapmış olduğu şu benzetmedekiler gibi; “Esaret altında olup hiçbir şeye gücü yetmeyen bir esir, bir de kendine güzel rızık verdiğimiz ve onu gizli-açık hayra harcayan kişi. Hiç bunlar bir olur mu?”[5]
Ruhunu dünyaya, mala mülke satanlar uzayları da satın alsalar  malın ve sahip olmanın esaretinden kurtulup özgürleşme imkânını elde edemezler. Gerçek anlamda özgür olanlar ise ruhlarını Allah rızası için feda edip onu hiçbir dünyalık için satmayanlardır.
Vesselam…

[1] el-Bakara 2/200
[2] el-Bakara 2/201
[3] el-Bakara 2/207
[4] el-Kasas 28/57
[5] en-Nahl 16/75