Hasan Ebu Talib
TT

Yeni bir dünya şekilleniyor ve ABD liderliğinin kafası karışık

“Liderlik etmemiz gereken yeni bir dünya var.” ABD Başkanı Joe Biden'ın bu yeni açıklaması, ABD’nin küresel düzen liderliğinin artık son 40 yılda olduğu kadar kesin olmadığını dolaylı da olsa itiraf ediyor. Bununla birlikte İkinci Dünya Savaşı sonunda miras kalan değerler sistemi ve kurumlarının etkinliği açısından dünyanın değiştiğini teyit eden göstergelerin çoğaldığını, pek çok alternatifin fiilen şekillenmekte olduğunu, her geçen gün eski kurumların etkinliğini kemiren bir ivme kazandığını kabul ediyor.
Özellikle büyük güçler arasındaki güç dengelerini değiştirmenin ve düzenlemenin, yeni veya farklı bir uluslararası düzenin temellerini atmaya yönelik devam eden bir süreç olduğunu hiç kimse tartışmıyor. Değişim sürecinin bir kısmı bizzat Batı tarafından gerçekleştiriliyor ancak tersi yönde. Batılılar insanlığa liderlik etmeye, kaderi üzerinde kontrol ve egemenlik sahibi olmaya layık olduklarını düşünüyor. Anglo-Sakson uygarlığının modernleşme ve gelişme açısından en iyi ve dinamik uygarlık olduğu inancına dayanarak liderliklerinin, kontrollerinin devam etmesi çağrısı yapıyor ve bunun için tüm güçleriyle çabalıyorlar. Karşılarında ise geçmişte ve bugün en az Anglo-Sakson uygarlık kadar gelişmiş, hatta başta soyut olmak üzere bazı yönlerden ondan üstün tarihi ve modern uygarlık temelleri olduğu kanaatiyle, müjdeledikleri küresel rollerini teyit eden yeni bir güç yapısı kurmaya, sistem ve ilkeleri değiştirmeye, Batı ile rekabet etmeye çalışanlar var.
Burada bir ikilem ortaya çıkıyor; kim lider olmalı? Bir kavram ve performans olarak liderliğin, fiziksel ve yasal temeller kadar önemli olan etik, ilkeli ve manevi temelleri vardır. Bu ana unsurlar arasındaki mesafe açıldığında, liderlik etkisiz bir eylemden ibaret hale gelir. Çoğu Batı toplumunda gerçekte olan budur ve bu nedenle zaman geçtikçe çekiciliğini ve meşruiyetini kaybediyor. Ardından da daha tutarlı, uyumlu ve kabul edilebilir bir model sunan, farklı bir kompozisyona sahip başka bir liderliğin önünü açıyor.
Elbette dünya, yeni lider olmaya çalışanların niyetleri ile büyük şoklara maruz kalan hegemonyalarına rağmen liderliği hak etmeye devam ettiklerini düşünenlerin feci hatalarının karıştığı bir geçiş aşamasında yaşıyor. Hatalar dünyadaki birçok insanın Batı hegemonyası çağını gerek davranışsal gerekse ahlaki olarak aşma ihtiyacını haklı çıkarıyor. Baskı, aşağılama, ihmal, zorbalık, dışlama, çifte standart, zorlayıcı siyasi ve askeri kutuplaşmalar veya varoluşsal tehditler olmadan, devletlerin ve toplumların çıkarlarını mümkün olduğunca geniş çapta korumakta daha güvenilir başka alternatifler arayışına girmeyi teşvik ediyor.
Geçiş aşamalarında kriterler büyük ölçüde birbirine karışır. İnsan hakları, eşitlik, serbest ticareti savunma ve varlıkların korunması konusunda sesi yüksek çıkan Batı artık öyle değil. Bu da onun etik ve ilkeli küresel liderliğinin temellerinin birçoğunu derinden hedef alıyor. Avrupa Ülkeleri Çalışma Grubu, Rus varlıklarına el konulması konusunu tartışıyor ve bunu haklı gösterecek yasal zeminler oluşturmaya çalışıyor. Bir fiil olarak el koyma, Batı kapitalizminin ilkelerine ve bireylerin, şirketlerin ve yabancı yatırımların haklarının korunması ilkelerine aykırı. Kendisine doğrudan savaş durumları dışında başvurulmaz ve ancak belirli bir düşmana karşı benimsenir. Resmi olarak Batılıların pozisyonu çeşitli çelişkilere dayanıyor.
Birincisi, Ukrayna'da Rusya'ya karşı savaşa katılmayacaklarını iddia ediyorlar ama aynı zamanda fiilen müdahil olmuş durumdalar ve silahlanma, finansman, istihbarat ve propaganda konusunda her şeyi yapıyorlar. Rus varlıklarına el koymak için geliştirilecek dayanıksız yasal temeller ne olursa olsun, pratikte Batı'nın uzun süredir övündüğü tüm değerler sisteminden fiili bir kopuşu temsil ediyorlar. Buradaki en açık mesaj, bunun öncelikle Ruslar dışındaki varlık sahipleriyle iletişimin önemli bir bileşeni olan güven kaybına yol açacağıdır. Güven kaybını alternatif arayışları takip edecek ve bu da Batı'nın hem hükümet hem de bireysel yatırımlar açısından çekiciliğini kaybetmesine neden olacak. Bu büyük hatayı yakından takip eden dünyanın geri kalanındaki birçok hükümet ve büyük yatırımcı, varlıklarını korumak için şüphesiz daha güvenilir alternatifler düşünüyorlar. Bunun alenen söylenmesine gerek yok, pratikte oluyor.
El koyma, bir dizi büyük ABD ve Avrupa bankasının iflaslarıyla aynı zamana denk geliyor. İflas fikri prensipte inkar edilemez ama tekrarı, özellikle küresel bankacılık sisteminin temelleri arasında yer aldığı bilinen bankaların iflasının tekrarı ciddi bir dengesizliği yansıtıyor. Aynı şekilde el koyma planı, FED’in ABD ekonomisi ile iç içe geçmiş birçok ekonomi üzerindeki etkisini hesaba katmadan, ABD’deki yüksek enflasyonla tekrar tekrar ve art arda faiz artırımları yoluyla başa çıkma tutumuyla da aynı zamanda alındı. FED’in bu tutumu, ABD cephesinde haklı görülebilir bencil bir eğilimi bünyesinde barındırıyor. Ne var ki diğer taraftan küresel liderlik eğilimi ile çelişiyor. Keza küresel cari işlemlerde doların hakimiyetini sürdürme arzusuyla da güçlü bir şekilde çatışıyor. Bu nedenle birçoğu, cari işlemlerde dolar kullanımından kademeli olarak uzaklaşmaya çalışıyorlar ve bu da güvenilir bir alternatif arayışını destekliyor.
Söz konusu alternatif tek taraflı bir adım değil, küresel düzeninin köklü bir yenilenmeye ihtiyacı olduğuna inananların ortak eylemi olmalı. Farklı işleyen kurumlar yaratan, Batı hegemonyasına tabi kurumların tüm eksik ve kusurlarını ortadan kaldıran kurallar ve mekanizmalar kuran bir alternatif olmalı. Bu kolay bir iş değil. Çaba, azim ve en önemlisi net bir vizyon gerektiriyor. Nitekim Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS ve Asya Kalkınma Bankası gibi alternatif uluslararası kurumlar yaratmaya yönelik ciddi girişimlere tanık oluyoruz. Bunlar küresel olarak kurumsal çoğulculuğu pekiştirmeye yönelik adımlar olarak izlenmeye değer örnekler. İlk ikisi Rus-Çin icadı ve çabasının, üçüncüsü ise saf bir Çin çabasının ürünü. Yavaş yavaş genişliyor ve uluslararası çapta güvenirlik kazanıyorlar. Tarafsız ve Uluslararası Para Fonu (IMF) ile Dünya Bankası'nın çalışma mekanizmalarındaki yaygın baskılardan arınmış uluslararası iş birliği mekanizmaları için bir model sunuyorlar. Doların birçok ulusal para birimi üzerindeki ezici baskısını azaltmak için üyelerine çözümler takdim ediyorlar. Ayrıca üyeleri arasında kalkınma yardımlarını bir öncelik olarak görüyorlar.
Alternatif kurumlara, Anglo-Sakson baskılarıyla ilişkili değerler sisteminden kökten farklı bir değerler sisteminin kuruluşu eşlik ediyor. Demokratik veya otoriter gibi rejimleri tek tipleştirmekten, toplumları karalamaktan uzak duran, üyelerinin iç işlerine karışmayı reddeden, toplumları ve rejimleri zorla düzenlemeye inanmayan bir sistem yerleşiyor. Rusya Devlet Başkanı Putin'in 4 gün önce imzaladığı yeni Rus dış politika stratejisi belgesine baktığımızda, dost ülkelerle iş birliğine odaklanmaya, İslam dünyasıyla iş birliğini güçlendirmeye, Asya, Ortadoğu ve Körfez bölgesinde bölgesel istikrarın pekiştirilmesine, bölgesel ve bölge dışı entegrasyonları desteklemeye, silahlı çatışmaların üstesinden gelmeye yardıma odaklandığını görüyoruz. Tüm bunlar Rusya'nın barış için bir rol oynadığı bir dünya vizyonunu yansıtıyor. Rusya’nın bu çabası, borçların bir kısmının silinmesi, geri kalan kısmının ise her ülkenin ihtiyacına göre yapılan kalkınma katkılarına dönüştürülmesi yoluyla, ekonomik zorluklarla karşı karşıya olan birçok ülkenin borç yükünü azaltmayı amaçlayan Çin adımları ile entegredir. Her ikisi de Batı'nın miras kalan hegemonyasını sınırlayan çoğulcu bir uluslararası sistem inşa etme sürecini pekiştiren bir değerler sistemi, uluslararası ve bölgesel iş birliği mekanizmaları oluşturmak için atılan adımlardır.
Başkan Biden'ın şekillenen yeni dünyaya ABD’nin liderlik etmesi arzusuna dönecek olursak; nerede bu küresel değişiklikleri hesaba katan yeni ABD mekanizmaları? Nerede etkisinin azalmasına neden olan geçmiş mirasa yönelik bir gözden geçirme? Bu konuda şimdiye kadar yeni bir şey yok.