Yeni bir bakış, eski bakışı ve mevcut bakış ile arasındaki farkı da dikkate alarak yeniden kurulması gereken bir olguyu işaret eder. Bu olguyu dikkate almayan her yaklaşım, kendi eksikliği içinde sürekli kendi gerçekliğinden koparak anlamsızlığa duçar olur.
İdeal olan ile reel olan arasındaki hem ilgileşimi ve hem de ayrımları doğru bir zeminde kurarak yol yürümek elzemdir. Bu konuda yapılacak ilk şey; gerektiği kadar bir muhasebe; bu muhasebe ise hem gelenek, hem modernlik ve hem de mevcut halin kendisine yönelik olmalıdır.
Bu şartları aştığımız andan itibaren bir zemine ulaşmış oluruz. İşte bu zemin önemli ve bakışımızı üzerine bina edeceğimiz vasatı işaret eder.
ZEMİN KURAMI:
Bir zemin olmadan bina kurulamaz. Bu zemin üzerinden ağacı dikmeliyiz. İnsanı da bu zeminden hareketle kurmalıyız. Kavramsal tanımlamalar yeni zemine göre kendi anlam dünyasını kurmalıdır.
YARATILIŞ-DENGE-EŞİTLİK-FARK:
Bu kavramlar, Kurani içeriği yanında felsefi bir okumaya tabi kılarak zemini sağlam kurmanın sebebi kılınabilir. Yaratılış meselesi önemli ve vazgeçilmez bir özellik taşır. Yaratılışın ne olduğuna dair bir bakış geliştirmeden insana, değere, anlama ve ahlaka dair bir şey söylemek hep eksik kalacaktır. Bu yüzden yaratılış, beraberinde yaratılışın gerçek sebebini ve Sahibini de dikkate sunacaktır. Burada Allah’ın varlığı, Yaratıcılığı, Kudreti ve ilmi ile her şeyi kuşatması, yeni bir başlangıcın olmazsa olmaz şartıdır. Bir metafizik/kelami bir ilke olarak Yaratılışın Allah’ın Kudret eli ile gerçekleştiğini kabul ile başladığı zaman zemini de sağlam bir istinat noktasına yaslamış olunur. Yaratılışın anbean bir form olarak süreklilik arz ettiği ve İlahi İradeden bağımsız bir yaratılışın olmayacağı kadar, insani müdahalenin bu İlahi İrade ile varlık kazandığını ve sorumluluğu üstlenmekten öte bir başka imkânının kalmadığı gerçeği de yaratılış meselesinin önemli uzantısı olarak bir ilkeye dönüşmelidir.
Denge, yaratılışın anbean bir form olarak varlığını sürdürdüğü bir zemini işaret eder ve uçlarda bulunmanın reel bir karşılığının olmadığını belirgin kılar. Denge, salt yaratılış zemininde değil, yaratılışa müdahil olan insani zeminde de aşırıya kaçmadan denge ile uyumlu bir zemine yaslanması gerektiğini ilzam eder. Denge, hem düşünce zemininde ve hem de eylem düzleminde olduğu kadar, ilişkiler zemininde de olmazsa olmaz ilkesi sayılmalıdır bu yeni başlangıç zemininin…
Eşitlik ve fark ise; sürekli yaratılış formunda yeni bir imkânın ve insanın müdahil olabileceği bir alanın varlığını garanti eder. Eşitliği, soyut bir zeminde İlahi İnayete eşit mesafede bulunmanın, iradesi gereği attığı her adımı reel bir gerçekliğe taşıyabileceğinin işareti olarak görmek lazımdır. Ama bu eşitliğin çaba, gayret ve samimiyet ve sadakat ile farka taşındığı da unutulmamalıdır. Modern bağlamda eşitlik ve özgürlük kavramlarının kazandığı anlam daralmasını dikkate alarak yeni bir anlam dünyasını yeniden kurmalıyız ki zeminimiz güçlü olsun… Fark, farkındalığı belirgin kıldığı gibi, iki şeyin mukayese yapılabilmesinin imkânını da sunar.
FITRAT –SİLM/BARIŞ -SELAM:
Fıtrat ile Selam/barışın birbirini tamamladığı gerçeğine vurgu kaçınılmaz olmalıdır. Fıtrat, yaratılış amacına uygun davranışlar kalıbının içinde varlığını idame etmektir. İnsan ise ikili bir fıtrata sahiptir. Yaratılışın kendisine verdiği doğası ve onunla uyumlu oluşu gibi yaratılmışlığının gayesini gerçekleştirecek bir doğaya sahip oluşu ve bu amacı gerçekleştirme adına bir imtihan olgusunun varlığıdır. Bu durumu dikkatlerden kaçırmadan fıtrat meselesini ele almakta yarar var. Yani insan, fıtratı ile yaratılışın ve yaşamın bütün katmanlarında kendi varlığını idame edecek bir istidada sahip kılınmıştır. Bu temel gerçekliği unutmadan olup biteni yorumlamak anlamın izharı açısından kaçınılmaz sayılmalıdır. Selam ise, insanın yaratılış amacını gerçekleştirme zeminini güçlendirmenin en temel etkenidir. Selam, özgüven oluşumunda temel bir aksiyom iken, ilişkiler ağının sağlam bir zeminde kurulabilmesinin de temelini oluşturur. Kendisiyle barışık, Rabbi ile barışık, diğer insanlarla barışık, varlığın her katmanı ile barışık olmak, bir dengeyi ve farkın uyum ile neticelenmesini de beraberinde taşır.
MÜSLİM-MÜMİN-MUHSİN:
Bu kavramların İslami içeriği yanında felsefi içeriğini de dikkate alarak yol alınmalıdır. An’a müdahil olmanın yolu, teslim olan kul, teslimiyetini güven/iman ile taçlandırmış kişi, imanının taçlanmasını sağlayacak olan muhsin/iyiliği karakterine dönüştürebilmendir. İyiliğin karaktere dönüşmesi ise insanın yaratılış amacını anbean hatırında tutması, bir işe yöneldiğinde İlahi gözeticiliğin gözleminde olduğunun şuuru içinde davranmayı bir itiyat haline dönüştürebildiğinde oluşacak bir şuurla sağlanır. Müslim, dengeyi sağlar, farkı anlar ve onunla uyumlu olur. Mümin, güven ile hareket etmenin özgüvenini oluşturur. Tam bir teslimiyet örneğini müşahhaslaştırır. Muhsin ise, iyiliğin anbean bir form olarak karaktere dönüştüğü bir şuur halinin insanda izhar oluşunu sağlayandır.
YABANCILAŞMA-DÜŞMAN-ÖTEKİ:
Müslümanların ötekisi sadece Şeytan ve şeytanın ayartmalarına kanan Nefsidir. Bir müslüman için öteki yoktur. Yani yaratılmış varlığa düşmanlık duygusu beslemesi haramdır. Her varlığın kendi fıtratı içinde varlığını sürdürmesini sağlamak adına gereken adımların atılmasına önayak olur. O yüzden, kötülük ile kötülüğü yapan ayrımına dayanarak, kötülüğü yapana yönelik bir düşmanlığı beslemez! Bilir ki, kötülüğü işleyen kişi, hata yaptığını anlayarak vazgeçtiğinde o kötülük ile örtüştürülerek yargılanmaktan kurtulur. Çünkü her insan hataya düşebilir. Önemli olan hatadan vazgeçmek ve yeniden iyiye yönelmeyi başarmaktır. İşte bu iyiye yönelme, yaratılmış her insan için bir imkân olarak sürekliliği içinde o yolun ona açık tutulmasıdır. Bu yüzden, kötülüğü işleyen, kötülüğü işlediği zemin haricinde vazgeçtiği zamandan itibaren artık o, o suçu işlememiş gibi görülmelidir. Bu da selamın varlıkta ve ilişkiler ağında varlık kazanması açısından kaçınılmaz bir olguyu işaret eder.
Zemini bu kavramların inşa edeceği kavramsal dünya üzerine kurmanın kazandıracağı, haller ve ilişkiler zeminini de açığa çıkartır. Artık, bir örnek üzerinden zemine kurulacak binanın yapısını da işaret edelim…
AĞAÇ ÖRNEĞİ…
KÖK:
Gövdenin sağlıklı bir zemin üzerinden ayağa kalkması, meyvelerini verimli verebilmesi için gereken dalların güçlendirilmesini de içinde taşır. Aşağıdaki kök kavramları bir farkındalık ile ele almayı sağlamaya yönelik bir irade beyanı asıldır.
TEVHİD-ADALET-ÖZGÜRLÜK- AHLAK
Kök, Tevhid ile temellendirilir. Tevhid ise Yaratıcının tek, biricik, Kudret sahibi, ilim ve hikmet sahibi, her şeyi gören, duyan ve haberdar olan, İrade sahibi, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, yaptığı her şeyi, beklentisizlik üzerinden yapan, bir etkileşime kapalı, iradesi dışında etkilenmeyen bir Mutlak Varlıktır. Yaratılmış her varlığın Yaratıcısı olan Bir Varlık olarak tek, eşi benzeri olmayandır. Bu temel kavram üzerine bina edilecek bir adalet, özgürlük ve ahlak kavramlarını da dikkate almayı öncelemeliyiz.
Adalet, mutlak anlamda adil olan bir Yaratıcının yarattığı varlığın, adalet üzere varlığını idame ederken, insan, adalet ile muamele ederek selam yurdunu kurabilir. Varlıkta otoriter bir zorbalığa pirim verilmeyeceği bedihidir. Özgürlük, bu adalet kavramının üzerine bina edilmelidir. İnsan, iradesi ile yaşama renk, koku, desen ekleme imkânına sahip kılınmıştır. Bu durum onun sorumluluğunu işaret eder. İnsan, bu sorumluluğu ile diğer varlıklarla ilişkisinin niteliğini belirgin kılar. Ahlak ise, ilişkinin mahiyetini ve niteliğini belirgin kılar. İnsan, ahlaklı bir varlıktır. Bu ahlaki yapısı gereği Allah katında bir değere haizdir. İnsana duyulan umut, ahlaki bir varlık olarak dünyaya gönderilmesi ve kendisinden beklenen ahlaki yapıyı güçlendirerek geri dönüşe hazır olmasıdır.
GÖVDE:
SAMİMİYET-SADAKAT-İSTİKAMET- NİYET
Niyet, belirleyici bir pozisyonu işaret eder. Yapılan her eylemin niteliğini belirgin kılan şey; eylemin gerçekleştirilmesindeki niyetin varlığıdır. Niyetin varlığını anlamlı kılan ise niyetin taşıdığı samimiyettir. Samimiyet, her eylemin, davranışın, düşünüşün anlamlı yerini bulabilmesinin anahtarı olarak görülmelidir. Bu samimiyeti ise sadakat temellendirir. Sadakat, kişinin kendisi ile barışık olmasını sağladığı gibi ahlaki bir edimin kalıcı bir karaktere dönüşmesinin de zeminidir. İstikamet ise hem samimiyeti, hem sadakati anlamlı yerine taşıyandır. Bu hallerin anlamlı bir ahlaki yapının varlık kazanması bakımından elzem kıldığı şey; istikamettir. İstikameti ise belirleyen ve samimiyet testinden geçirirken, sadakatini de gösterten şey niyetin sahih ve sahiciliğidir. Burada kavramsal şemanın çok katmanlı ve iç içe bir anlam katmanına sahip olduğu kadar, birbiri ile ilintili bir zemini de işaret eder.
DALLAR:
Kulluk: Tevhidi doğru anlamış, ilişkiler ağını ahlaki zeminde kurarak, adil ve dengeli bir yaşamı üzerine bina ettiği, barışık bir karakterin ilahi rıza ile temellendirilmiş kişinin üzerine bina ettiği varlığıdır. Tevhid, bütün vasfı kendinde mündemiç kıldığı gibi kul açısından kulluk da bütün sıfatlarını üzerine bina edeceği yegâne zemindir.
Kulluğun, ibadet ve muamelat gibi iki temel ayrıma sahip olduğunu bilmeliyiz. İbadetler, namaz, oruç, zekât, hac farizasını yerine getirmede belirlenen kurallara uygun yerine getirilmesi gereken hal, hareket ve tavırlardır. Muamelat ise ilişkiler ağının üzerine bina edildiği zemini işaret eder. Muamelat aynı zamanda bir ahlaki gayeyi de belirgin kılar.
Her iki olgunun tam olarak gerçekleşebilmesinin yolu ise selam üzere olmaktır. Barışık olmak, hem ibadetleri ve hem de muamelatı sağlıklı bir zeminde inşa etmeye yarayacaktır. Bu barışıklığı sağlayacak olan ise İlahi Rıza’dır. İlahi rıza hem kişinin kendisi ile barışık olmasını, hem de diğerleri ile barışık olmasını sağlamada temel bir ölçüdür. Kişi, kulluğunu ilahi rızaya dayandırarak yaptığı zaman kul olma şerefine ulaşır. İlahi Rıza, kişinin, yaşam karşısında beklentisizce/diğerkâm bir şekilde davranışının zeminidir de ayrıca…
Bu kavramların, kelami, sosyal, iktisadi, siyasi, ahlaki ve psikolojik vasata dair uzantılarını da dikkatle ele almakta yarar var. Her bir kavram, kendi bağlamında bir anlam ifade ettiği gibi farklı bağlamlarda yeni ve sürekliliği de içeren bir anlamı da taşıdığını bilmemiz elzemdir. Önerilen her kavramın, ontolojik zemini kadar epistemolojik zemini de vardır. Sosyolojik bir zemine olduğu kadar, siyasi bir karşılığı da bulunmaktadır. iktisadi alanı belirgin kıldığı gibi ilişkiler ağının da temelini kurmaktan azade değildir.
Bir makale ölçeğinde yeni bir başlangıcın ve yeni bir bakışın imkânları olarak bir kavramsal şema önerisinde bulunuyorum, tabi ki yeni yaklaşımları ortadan kaldırmadan, eleştiriye ve katkıya açık olduğu bilincini de dikkate alarak bir teklifte bulunduğumu beyan etmek istiyorum…