Ekrem Bunni
Suriyeli yazar
TT

İdlib'e yönelik savaşın değişmezleri ve seyri

Suriye rejimi ve müttefiklerinin İdlib şehri ve kırsallarında silahlı muhalif gruplara karşı verdiği savaşın ilk ve en önemli değişmezi, belki de bir arada yaşamak veya iki taraf arasında daimî bir ateşkes için hiçbir fırsatın olmayışıdır. Rejim, farklı olan ötekini tanımaya hazır olduğuna dair herhangi bir işaret vermedi, vermeyecek. Bununla nasıl yaşanır? Aksine o, ülkeyi yerle bir etmek ve kendi iktidar tekelciliğine itiraz eden herkesi saf dışı bırakmak için vatandaşlarını öldürmede ileri gitmeye hazır ve deneyimli. Diğer taraf ise el-Kaide hesabına çalışan ‘Fethu’ş-Şam Cephesi’nin esiri olarak radikal İslamcı projesi olmasa kimsenin dikkate almayacağı bir odak haline geldi.
İkinci değişmez, İdlib’in şiddetten kaçanların son sığınağı ve Suriye rejimine karşı çıkan en büyük sivil ve silahlı topluluk haline gelmesidir. Burada yaklaşık dört milyon sivil sığınmacı yaşıyor. Bunların yarısı, Humus, Halep, Dera ve Doğu Guta’daki gelişmelerin ardından yerinden edilen ya da zorla veya gönüllü olarak Türkiye’den dönen kimseler. Uzun yıllardır savaşan yaklaşık 60 bin silahlı muhalif unsur var. İdlib son sığınak haline geldikten sonra bu unsurların elinde ölmekten başka seçenek kalmadı. Bu ise bu savaşın uzun, kanlı ve maliyetli olacağı anlamına geliyor.
Üçüncü değişmez, rastgele atılan bombaların hastanelere, ilk yardım noktalarına, okullara ve hatta yardım dağıtım merkezleri ile açıkta toplanan yerinden edilmişlere dek uzanmasına rağmen uluslararası toplumun bu savaşı görmezden gelerek aldırış etmemesidir. İşler iyice kötüleşti. Halkçı düşünceler küresel planda ilerleme gösterdi ve bu düşüncenin getirdiği ahlaki değerler bencilce çekişmeleri, içe dönmeleri ve başkalarının hayatı ile ortak insanlık haklarını umursamama tavrını derinleştirdi.
Dördüncü değişmez, tüm özellikleri ile İdlib üzerindeki savaşın aynı anda hem bölgesel hem de küresel bir savaş olmasıdır. Suriye çekişmesinde dış askerî müdahaleler çeşitlilik gösteriyor. İçerideki taraflar, destekçilerin talimatlarına boyun eğer ve bağımsız bir rol oynayamaz hale geldi. Demem o ki bu savaşın ateşinin yayılması ve farklı şekillerde bölgesel çekişme halini alması muhtemel. Ya da en azından sonuçları ve çağrışımları; Amerika, Rusya, Türkiye, İran, İsrail, Çin, Arap ve Batı ülkeleri gibi çeşitli bölgesel ve küresel güçler arasındaki ilişkileri yeniden şekillendirip Suriye çekişmesini etkileyebilir.
Yukarıdakilere dayanarak İdlib’in kuzey ve güney kırsallarında haftalardır kızışıp yükselen savaşın gidişatına dair önümüzde iki ihtimal var. Bunlardan ilki, mevcut askerî tırmanışın, İdlib bölgesinin tamamını yeniden rejimin egemenlik alanına dâhil etmeyi, mevcut ılımlı grupları ateş gücüyle yola getirmeyi, kendisine karşı çıkanları ve cihatçı grupları aynı anda ortadan kaldırmayı hedefleyen kapsamlı bir saldırının eşiği olduğudur. Bu hedefler arasında, çok zaman harcayan ve Astana ortaklarına verdiği, gerilimi düşürme bölgelerini kontrol etme, ılımlılar ile aşırılar arasında ayrım yapma, Heyet-i Tahrir-i Şam ve diğer radikal grup unsurlarına dair meseleyi çözme gibi sözlerini yerine getirmeyen, belki getirmek istemeyen Ankara’nın rolünün sınırlandırılması da var.  Birçok DEAŞ unsurunun ülkenin doğusundaki yenilgilerinden sonra İdlib’e taşınması ve buradaki rollerini artırması işleri daha da kötüleştirdi. Bununla birlikte bu ihtimali zayıflatan şey, bölgenin istikrarı, daha da önemlisi kriz halindeki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin geleceği için büyük bir tehdit taşıyor olmasıdır.
Gerek hava kuvvetleri uçuşlarını yoğunlaştırmak, gerekse de Türk ordusunun askerî birimlerini Han Şeyhun ve Morek kasabalarının yükseklerindeki denetim merkezlerini desteklemeye teşvik etmek gibi bazı askerî kararlılıklar gösterse de AK Parti, hükümetini eşitsiz bir savaşa sürüklenmekten sakınıyor.
Bu ihtimalin zayıflığını artıran bir diğer şey de şu ki; Rejim ve İranlı milisler, en azından şu aşamada kapsamlı ve maliyetli, belki eşi görülmemiş kıyımlara, kan deryalarına ve göç dalgalarına yol açabilecek bir saldırı başlatmak için yeterli insan gücüne sahip değil. Daha da önemlisi Moskova’nın hesapları gösteriyor ki, nihayetinde Ankara ile kopmaya sebep olacak kapsamlı bir savaş istemiyor. Aksine, radikalleri uzaklaştırıp örgütleri dağıtma çabasını sürdürmesi için fazladan zaman verme eğiliminde.
Moskova’yı bu konuda teşvik eden şey, güvenli bölge ve İran’ın Suriye’deki nüfuzunu daraltmak için Türkiye’nin rolünden faydalanmak üzerine fikir birliği sağlanmasından sonra Ankara ile Washington arasındaki yakınlaşmayı bozma konusundaki dikkat çekici hevestir. Dahası, Suriye’deki siyasi çözüme dair projesinin Ankara’nın desteğini almadığı sürece başarı ve istikrar getirmeyeceğinin de gayet farkında.
Diğer ihtimal mevcut askerî operasyonların, yavaş kemirme stratejisine dayalı uzun bir savaş dizisinin bir bölümü olduğudur. Bu savaşın bugünkü hedefi, bir yandan Suriye’nin geleceğini paylaşma müzakerelerinde elini zayıflatmak üzere Türkiye ve ona yakın Suriyeli muhalif gruplara baskı uygulamak ve onu radikal gruplarla yüzleşmeye itmektir. Diğer yandan ise radikal grupları daha kuzeye itmek ve Hmeymim hava üssü ile Halep ve Şam şehirleri arasındaki uluslararası yoldan geriye kalan kısmın güvenliğini sağlamak için İdlib çevresinde daha fazla toprağı ele geçirmektir. Başka bir hedef ise iktidarın ve müttefiklerinin, güvendikleri Batılı ve Arap odakların tutumunu yumuşatmak için dile doladıkları ‘zaferlerin’ ülkenin yeniden yapılandırılması ve ciddi bir ekonomik durumla yüzleşen bir rejimi yeniden işler hale getirmek için yetersiz olduğunu anlamalarından sonra Suriye sahnesini değiştirmek.
Uygulamada bu ihtimal, Rusya ve Türkiye’nin gözetiminde olan gerilimi düşürme anlaşmasının yeni unsurlarla birlikte devam edeceği anlamına geliyor. Bu yeni unsurların özü, Cenevre müzakerelerinin aşılması ve siyasi çözüme uluslararası denetim fırsatı hazırlanması; bedeli ise, örtük olması muhtemel bir takastır. Bu takas, Ankara yönetiminin, Kürt halkını koruma birliklerinin (YPG) oluşturduğu tehdidin uzaklaştırılmasını mümkün kılan ve Suriyeli mültecileri yerleşmeye teşvik etmede kendisine güçlü bir koz ve seçenek sunan güvenli bir bölge kurma isteğinin kabul edilmesi karşılığında, Rejimin ve müttefiklerinin İdlib kırsallarında yeni bir alanı ele geçirmesi şeklinde özetlenebilir.
Türk basınında, Rusya’nın aracılığında Suriye tarafıyla güvenli bölge üzerine bir anlaşmaya varıldığına dair çıkan haberler bu ihtimal kapsamında değerlendirilebilir. Aynı şekilde güvenli bir bölge kurmak için Washington ile Ankara arasında bir anlaşmanın netleştiğine dair bilgiler de sızdırıldı.
Özetle: İdlib’e yönelik askerî kampanyalar durmayacak, aksine sıklaşıp şiddetlenecekse; uluslararası sessizliğin ve ihmalin varlığında Suriyelilerin çilesinin bitmeyeceği, daha da acıtacak şekilde katlanacağını söylemek yanlış olmaz.