İklim değişikliği, dünyanın hemen hemen her ülkesinde en ciddi güvenlik tehdidi olarak görülüyor.
Geçenlerde Avustralya'da meydana gelenler gibi yıkıcı orman yangınları, buzulların ve buz nehirlerinin erimesi, bazı nehirlerin su seviyesinin artması ve bazılarında azalması, tüm bunlar insanların yaşam koşullarını, bitki ve hayvanların durumunu büyük ölçüde etkilemekte ve gezegenimizin geleceğini tehdit etmekte.
Yaşanan iklim değişikliğine genellikle küresel ısınmanın neden olduğu söylenir ve sebepleri hakkında ve daha da önemlisi getireceği felaketler hakkında tartışmalar yapılır.
19. Yüzyılın sonlarında, ünlü İsveçli bilim adamı Svante Arrhenius (1859 - 1927), Dünya atmosferinin sera gazları ile ısındığı fikrini ileri sürdü. Nobel Ödüllü bu kimyager, karbondioksit moleküllerinin, özellikle atmosferdeki güneş ışıklarından gelen kızılötesi radyasyonla ısınabileceğini söyledi.
Bu nedenle atmosferdeki karbondioksit oranı arttıkça, yeryüzündeki sıcaklık da artacaktır’ dedi. Bu çıkarım son derece mantıklı görünüyordu, ancak bu alandaki birçok bilim insanı, bu çıkarımın tartışmalı olduğunu düşünmüş olmalı ki, teorinin doğrulanmasını talep ettiler.
Zamanla, iklim sıcaklıklarındaki belirgin değişiklik nedeniyle uluslararası toplumun konuya ilgisi de arttı, dolayısıyla nedenleri hakkında bir süredir ihmal edilen tartışmalar yeniden başladı.
Birleşmiş Milletler 1992 yılında, İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ni kabul etti. Sözleşme’nin nihai amacı; “Atmosferdeki sera gazı birikimlerini, iklim sistemi üzerindeki tehlikeli insan kaynaklı etkiyi önleyecek bir düzeyde tutmayı başarmak” olarak tanımlandı. 1997’de ise, küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda mücadeleyi sağlamaya yönelik olan Kyoto Protokolü imzalandı. Protokolü imzalayan ülkeler, karbondioksit ve sera etkisine neden olan diğer beş gazın salınımını azaltmayı taahhüt etti.
Kyoto Protokolü 2005 yılında yürürlüğe girdi ve dünyadaki çoğu ülke bu sözleşmeyi destekledi. Bu sırada Rusya’da sözleşme etrafında hararetli tartışmalar yaşanıyordu.
Rus Bilim Akademisi, Kyoto Protokolü’nün ‘bilimsel bir temele dayanmadığını ve uygulanabilir’ olmadığını açıkladı. Bununla birlikte Rus devleti bilim insanlarının düşüncelerini dikkate almayarak sözleşmeyi imzaladı ve uygulamaya başladı.
Kısa bir süre sonra ABD eski Başkan Yardımcısı Al Gore, küresel ısınma karşıtı harekete katılarak, ‘Uygunsuz Gerçek’ kitabını yayınladı. Ardından aynı başlık altında başrolünde kendisinin yer aldığı bir belgesel film çekerek, küresel ısınmaya savaş açtı. Çektiği belgesel filmi iki Oscar kazandı. Çevre ve iklim değişikliği konularındaki araştırmaları nedeniyle kendisine Nobel Barış Ödülü verildi.
Bu süreçte küresel ısınma karşıtlığı yükselmeye ve halk arasında bilinmeye başladı.
Buna eş zamanlı olarak küresel felaket senaryoları dillendirilmeye başladı. Bu senaryoların başında okyanus seviyesinin yükselmesi yer alıyordu, yakın zamanda okyanus suları yükselecek, New York, Tokyo ve Londra gibi dev şehirler sular altında kalacaktı. Buzulların ve buz nehirlerinin erimesiyle dünyada tatlı su sıkıntısı yaşanacaktı. Yüz milyonlarca insan göç etmek zorunda kalacaktı, zira ülkelerinde ya kuraklık yaşanıyor olacak ya da ülkeleri tamamen su altında kalmış olacaktı. Endonezya adalarının su altında kalacağı kesindi ve Arap ülkelerinde de yükselen ısıya tahammül etmek mümkün olmayacaktı.
Tüm bunlara ek olarak bulaşıcı hastalık salgınlarında da artış gözlenecekti.
‘İklim değişikliği kuşkucularının’ sesi, ‘dünyanın iklimsel sonu’ korosu karşısında oldukça zayıftı. Ancak bununla birlikte Batı'da da, Doğu'da da sesleri duyuluyordu.
ABD’li bilim adamı William Gray, Al Gore’nin öne sürdüğü kavramı ‘gülünç’ olarak nitelendirdi. Diğer şüpheci akademisyenler de Gray’e katılarak, siyasileri ‘iklim değişikliğinin’ insan faaliyeti sonucu gerçekleşmediğine, küresel ısınmanın periyodik nitelikteki doğal süreçlerin bir sonucu olduğuna ikna etmeye çalıştılar.
‘İklim değişikliği kuşkucularının’ destekçileri arasında, Rusya’nın önde gelen jeofizikçilerin bazıları da yer aldı. Bu bilim insanlarına göre, ‘sera gazı salınımlı küresel ısınma’ abartılmış hatta tehlikeli bir efsaneden ibaretti. Mesele sadece 20 ve 21. Yüzyılda hissedilen iklim ısınmasının, atmosferdeki karbondioksit yoğunlaşmasındaki artışla çakışmasından ibaretti.
Aslında, son periyodik küresel ısınma, gezegenin insan kaynaklı gazlardan mustarip olmadığı 17. Yüzyılın başlarında başladı. Bu tür iklimsel döngüler uzak geçmişte de yaşanıyordu, örneğin Vikingler onuncu yüzyılda Grönland'ı (yeşil dünya) keşfettiklerinde yoğun bitkilerle kaplıydı. Ancak şimdi tamamen buz tabakası altındadır.
Bu bilim adamları, küresel ısınmadaki değişikliğin bir dizi faktörle ve her şeyden önce güneş aktivitesindeki dalgalanmalarla ilişkili olduğuna inanmaktadır. Güneşten gelen ısı enerjisi atmosferi kat ederek gelir. Atmosfer ısının bir kısmını alıkoymasına rağmen, geceleri ışıma suretiyle sıcaklığın tamamen geri dönmesini engeller. Troposfer, atmosferin yere temas eden en alt katıdır. Bu katmanda yerden yükseldikçe sıcaklık düşer. Gazların en yoğun olduğu kattır. Troposfer, gaz hacimlerinin genişlemesine ve bunların stratosfere (atmosferin üst tabakası) hızla yükselmesine neden olur. Bu arada soğuk hava blokları ‘gazların’ yerini almak için yeryüzüne iner.
Bazı okuyucularımız bu yorumları anlamakta zorluk çekebilir diye mümkün olduğunca basitleştirmeye çalışacağız. Bu süreçlerin, yani gazın yükselmesinin bir sonucu olarak, troposferdeki ortalama hava sıcaklıkları pratikte değişmez, hatta bazen azalabilir.
Dolayısıyla atmosferdeki sera gazlarının, özellikle de karbondioksit yoğunlaşmasının gezegenimizin iklimi üzerinde bir etkisi yoktur. Dahası, karbondioksitteki değişiklikler, sıcaklığın artmasının nedeni değil, belki de sıcaklığın artmasının bir sonucudur. Sondaj yöntemi ile Antarktika buz tabakasını inceleyen jeofizik bilim adamları, uzak geçmişte sıcaklığın arttığını ve ancak 500 ila 600 yıl geçtikten sonra, karbondioksit yoğunluğunun değiştiğini keşfettiler.
Peki, bu durumda gelecekte bizi ne bekliyor?
Nitekim tenimizde sıcaklığın arttığını hissediyoruz.
Çıkarım açık: Gelecekte sıcaklıklarda periyodik bir düşüş gerçekleşecektir. Profesör Alexander Gorodnetsky şimdiden düşük hava ısılarına kendimizi hazırlamamızı tavsiye ediyor.
Arap Yarımadasında yaşayanların endişelenmelerini gerektirecek bir neden yok. Bu arada, kuzey kutbunda buz nehirlerinin erimesiyle birlikte, Antarktika’daki buzulların kalınlıklarında artış gözleniyor. Bu bölge dünyanın en büyük tatlı su rezervlerini barındırıyor.
ABD Ulusal Bilimler Akademisi eski başkanı Profesör Frederick Seitz; göre, deneysel veriler "insan kaynaklı hidrokarbon kullanımının buzulların erimesiyle bir ilgisi’ bulunmuyor. Uluslararası çevre örgütleri tarafından karbondioksit yoğunluğunu stabilize etmek için önerilen önlemler, tarım ve genel olarak ekonomi için uygunluk teşkil etmiyor. Bu önlemlere harcanan paraların, ulusların ekonomik durumunu iyileştirmek ve sosyal politikalarda kullanılması daha iyidir.
Kısacası, ‘iklim değişikliği kuşkucuları’, Kyoto Protokolü’nün belirli uluslararası çevrelere fayda sağlayan büyük bir finansal ve politik bir sahtekârlıktan başka bir şey olmadığına inanıyor.
Sera gazları ile ilgili aşırı gürültü bizi sadece insan faaliyetinin tehdit ettiği gerçek çevresel konulardan uzaklaştırıyor.
Örneğin plastik atıklar, yakın gelecekte okyanuslardaki balık zenginliğini kaybetmemize neden olabilir.
Bununla birlikte, tren yola çıkmış gibi görünüyor ve yirmi birinci yüzyıl boyunca "iklim değişikliğinde insanın öncü rolü olduğu" savını destekleyenler açıkça kazanıyor.
Uluslararası toplum, önümüzdeki dönemde sera gazlarına karşı açtığı savaşı daha da yoğunlaştıracak gibi görünüyor. Rus hükümeti iklim değişikliğine uyumun ilk aşaması için ulusal eylem planını onayladı. Bu plan, olası iklim değişikliği tehdidine küresel bir tepki anlamına gelen Paris İklim Anlaşması çerçevesinde gerçekleşti.
Ancak acil önlemleri destekleyenler kampı bile, ‘realistler’ ve ‘panikçiler’ diye ikiye ayrılmış durumda.
İsveçli iklim aktivisti 17 yaşındaki Greta Thunberg, küresel bir şöhrete kavuştu. Thunberg hırçın bir edayla Avrupa ülkelerini tüm karbondioksit emisyonlarına derhal son vermeye davet ediyor. "Evimiz yanıyor ve biz onu söndürmüyoruz" diyor.
AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen iklim değişikliğiyle mücadelenin öncelikleri arasında olduğunu ve Avrupa Birliği ülkelerinde karbon salınımlarını 2030 yılına kadar yüzde 50 ila 55 oranında azaltmayı hedeflediklerini açıkladı.
Tanınmış ekonomist Neil Ferguson, İsveçli aktivist kıza, Çin'in emisyonlardaki büyümenin yüzde 60'ından Hindistan’ında yüzde 20’sinden sorumlu olduğunu hatırlatarak, "gidip karbon salınımlarına son vermelerini ve fabrikalarını kapatmalarını iste ve yerel halkın tepkilerini gör" diyerek alay ediyor.
Uluslararası toplum iklim sorunlarıyla nasıl mücadele etmeli?
Küresel ısınma (eğer varsa) yerini küresel soğumaya bıraktığında uluslararası toplum nasıl bir tepki verecek?
TT
Küresel ısınma Ortadoğu için ne anlam ifade ediyor?
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة