Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar
TT

Libya’da ateşle oynayan büyük güçler

Korona salgını dolayısıyla dünya genelinde uygulanan kısıtlamaların kademeli olarak hafifletilmesiyle birlikte geçen hafta yerel ve akademik düzeyde Ortadoğu ile ilgili bir dizi konu üzerinde konferans yapma çalışmalarına başladık. Teklif edilen tartışma konularıyla birlikte Libya meselesi de gündemimize girdi. Çünkü yaklaşık 10 yıldır burada unutulmaya yüz tutmuş şiddetli bir savaş hala devam ediyor. Komite üyelerinin bu konuda fikir birliğine vardıkları meselenin özü şuydu: Libya'yı gerçekten kim önemsiyor?
Belki de Fransız ya da İngiliz akademik zümresinden bir avuç üyeden kaynaklanan art niyetli görüşler, ‘Libya'yı gerçekten kim önemsiyor?’ temasının ‘utanç verici bir aile sırrını örtmeye yönelik bir girişim’ gibi göründüğünü ima ediyor. Bugün Libya topraklarında acı sonuçlarına tanık olduğumuz trajik kaosun en başta gelen nedenleri arasında, Fransa'nın eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin önceki İngiltere Başbakanı David Cameron ile birlikte takip etmiş olduğu politikalar yer alıyor. Sayın Cameron’un bazı arkadaşları bana, onun ve Sarkozy'nin ‘Başkan Barack Obama tarafından Libya macerasına katılmaları için zorlandıklarını’ söylediler.
‘Libya'yı gerçekten kim önemsiyor?’ temasını destekleyen argümanlardan biri de burada bilinmeyen ve küresel düzeyde kimsenin umursamadığı unutulmuş birçok iç savaşın olmasıdır. Bunun örneklerinden biri Kongo-Kinşasa'da süregelen savaştır. Bu savaşın kıvılcımı geçen yüzyılın altmışlı yıllarında atıldı ve zaman zaman göreli bir sakinliğin yaşanmasına rağmen bugüne kadar devam etti. Diğer argümanlar arasında, salgın sebebiyle yaşanan ekonomik durgunluktan dolayı Libya’nın zengin petrol kaynaklarının bir zamanlar olduğu kadar cazip olmaması da yer alıyor.
Halihazırda Libya'da yaşananların asli konumuna irca edilmesi gerekiyor ve en az üç nedenden dolayı uluslararası toplumun dikkatini buraya vermesi gerekiyor. Bunlardan birincisi, buranın son zamanlarda Ortadoğu'daki en büyük ‘vekalet savaşına’ tanık olmasıdır. Bu savaşa katılan dış güçlerin sayısı, Suriye krizine katılan dış güçlerin sayısından daha fazladır. Fransız-İngiliz müdahalesini göz ardı ederek ülkede yaşanan son gelişmelere baktığımızda, İtalya'nın -her ne kadar çoğu zaman zarif diplomatik bir elbise giymiş olsa da- buradaki bir dizi soruna katkıda bulunduğunu görüyoruz. Sonra her zaman olduğu gibi cömert Katar fonlarıyla birlikte karşımızda Recep Tayyip Erdoğan'ın hükümeti var. Libya'nın başkenti Trablus'taki hükümetin bağlantılarını destekleyen savaş unsurları aracılığıyla lojistik tedarik çabalarını denetleyen Müslüman Kardeşler’in uluslararası ağından bahsetmiyorum bile. Ayrıca Trablus'taki Ulusal Mutabakat Hükümeti, Avrupa Birliği’nden ve Birleşmiş Milletler'in bazı bürokratik organlarından doğrudan ve resmi destek alıyor. Son zamanlarda Türk hükümeti, Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne yerli Bayraktar model insansız hava araçları göndermeye çalıştı. Ayrıca yaklaşık 6 bin Suriyeli muahlif topladı ve silahlandırdı. Bu askerlerin çoğunluğunu, fikri olarak Müslüman Kardeşler’e bağlı olan kimseler teşkil ediyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye'nin Libya'daki yatırımlarını korumak amacıyla böyle bir adım attıklarını ifade ederek bu girişimini haklı çıkarmaya çalışıyor. Bir milyondan fazla Türk vatandaşının çalıştığı ülkedeki Türk yatırımları, Albay Muammer Kaddafi yönetimi sırasında 30 milyar doları aşmıştı. Albay Kaddafi, Libya'daki birçok Türk vatandaşına Libya vatandaşlığı vermesine rağmen bu kimselerin büyük bir kısmı Kaddafi rejiminin çökmesinden sonra ülkelerine geri döndüler. Şu anda Türkiye'deki işsizlik krizi karşısında Recep Tayyip Erdoğan, halen Libya vatandaşlığına sahip bazı Türk vatandaşlarının Trablus’a dönmesini umuyor.
Türk hükümeti 2019’da, Trablus'taki Ulusal Mutabakat Hükümeti ile Ankara'nın Akdeniz ile ilgili çıkarlarını temin eden bir dizi anlaşma imzaladı. Bu anlaşmalar, ‘İsrail, Yunanistan, Kıbrıs ve Lübnan hükümetleri arasındaki ortak deniz kaynaklarının taşınması için petrol ve doğal gaz hattının inşasını’ engellemesini sağlayacak.
İran hükümeti ise Libya topraklarında çeşitli yer edinme girişimlerine rağmen Türk veya Katar rolleriyle karşılaştırıldığında devam eden Libya dramasında zayıf bir oyuncuya dönüştü.
Libya’daki krizin diğer tarafında Rusya, Mısır ve birçok Arap ve Afrika ülkesi var. Bu ülkeler, Mareşal Halife Hafter komutanlığındaki Libya Ulusal Ordusu'nu destekliyorlar. Moskova'daki Rus kaynaklarına göre Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Akdeniz kıyısındaki donanma kuvvetleri için bir ‘tedarik üssü’ sağlamayı umuyor. Devlet Başkanı Putin, Libya krizine doğrudan askeri müdahalede bulunmadan önce Pantsir hava savunma sistemi de dahil olmak üzere Libya'ya büyük askeri malzemeler göndererek lojistik cömertlik politikasını benimsedi. Bundan daha önemli olanı ise 4 Rus özel savunma şirketine eğitmenler, teknisyenler ve askeri danışmanlar, hatta bazı özel savaş güçleri göndermeleri için yeşil ışık yakmasıdır. Ayrıca Hafter, Wing Loong tipi askeri insansız hava araçları gönderen Çin hükümetinden doğrudan destek alıyor.
Libya krizini uluslararası ilgiye layık bir küresel savaş bölgesi haline getiren ikinci sebep ise Libya’nın Akdeniz'e bakan en büyük sahil şeridine sahip olmasıdır. Libya, siyasi istikrarsızlık veya daha kötü bazı sorunların da kendisini etkileyebileceği 6 ülkeyle ortak bir kara sınırı üzerinden komşu olmasıdır. Afrika Birliği toplantılarında kıta genelinde güvenliğe yönelik tehditlerden biri olarak Libya dosyasının seçilmesi şaşırtıcı değil.
Libya’daki krizinin unutulmaması gerekliliğinin üçüncü sebebi, Avrupa'ya gitmeye çalışan milyonlarca göçmenin ana geçiş yolu olmasıdır. Korona salgını felaketinin ve ekonomik çöküşünün dikkatleri sınır güvenliğine ve yasadışı göçün durdurulması meselesine yönelttiği bir zamanda milyonlarca mültecinin Avrupa'ya gitmek üzere Libya'ya akın etmesi ihtimali oldukça endişe verici bir durum.
Görünüşe göre Libya'daki iki rakip kamp, Ulusal Mutabakat Hükümeti güçlerinin ezici bir darbeyle kontrol altına alamadığı ülkedeki mevcut durumun bu şekilde devam etmesinde kararlı. Mareşal Halife Hafter’in komutanlığındaki güçlerin -büyük uluslararası oyunculardan birinin askeri müdahalesinin yokluğunda- önemli taktiksel kazanımlar elde ettiği çatışmalar, birbiriyle çatışan iki taraftan hiçbirinin karşı tarafı ezip savaş alanından çıkarmasını sağlayamayacak.
Bu sonuç bizi Libya krizinde dikkat etmemizi gerektiren dördüncü ve son nedene getiriyor. Ulusal Ordu güçlerinin hükümet güçleri ile şiddetli çatışmalara girdiği şu durumda, uluslararası terör örgüleri -DEAŞ ve El-Kaide’nin Afrika kolları gibi- Libya topraklarında yer edinmeye çalışıyorlar. Bunun yanı sıra diğer etnik odaklı onlarca grup, kendi çıkarlarının güvence altına alınması şartını öne sürerek iki büyük rakip kampın herhangi birine katılmaya hazırlanıyor. Bu nedenle burada da Suriye sahnesine benzer durumun yaşanabileceği yönündeki ihtimaller ciddiye alınmalıdır. Diğer uluslararası oyuncuların yanı sıra Recep Tayyip Erdoğan, yeni Osmanlı takıntılı stratejisiyle Libya'da ateşle oynamaya devam ediyor.