Cemile Bayraktar
Gazeteci-Yazar
TT

İnsan hiç mi ibret almaz?

Dünyadaki tüm canlıların varlığını ne ile açıklarsanız açıklayın, birbirinden çok farklı düşünenler dahi ortak bir noktada buluşur; kâinatın muazzam bir işleyişi var. Nem sağlayan denizin, su kaynağı yağmurun, yeraltı sularının, havayı temizleyen ve hatta yangın sonrasında bile kendini yeniden tohumlayarak yeşerten bitkilerin, tohum taşıyan arının, toprağın altında yaşarken toprağın hava almasını sağlayan köstebeğin, toprağı gübreleyen hayvanların, donan toprağın buzunu eriten güneşin… daha sayamayacağım binlerce şeyin muazzam bir biçimde bir döngü halinde işlediği kusursuz bir sistem var. En azından vardı… Bu sistemde insandan başka her canlı yaratılışlarının gereği olan her görevi eksiksizce yerine getirdi ve sistemin devamını sağladı. Ama insan…
İnsana gelince orada bir yutkunuyoruz. Her gün biraz daha bozguncu bir hale gelerek, varoluş amacının çoğu kez tam aksi hareket eden bir varlık haline gelmiş olan insanla ilgili âyetlerde, insanın bozgunculuğundan, bencilliğinden bahsedildiğinde bunu çoğu kez diğer insanlarla ilişkiler üzerinden anlardım ancak bugün içinden geçtiğimiz sürece biraz daha derinden baktığımda, bu bozgunculuğun ve bencilliğin insan ilişkileri içeriğinde kalmadığını, insanın dokunduğu her yere sirayet ettiğini görebildim.
Taş çıkarmak için dağları tıraşlayan, ekolojik dengeyi bozacak kadar yağmur ormanlarına zarar veren, insanı, suyu, kuşu, çocuğu zehirleyeceğini bile bile atom bombasının zehrini dünyaya salan, sanayi atıklarını içme suyu kaynağı olan yeraltı ve yerüstü sularına akıtan, su kıtlığı başlayınca da develeri toplu halde katleden, doğmamış çocukları annelerinin karnında bombalarla öldüren, mülteci diye bir çocuğa ekmek bile satmayan, binlerce insanı yerinden eden, kızlarının gözü önünde babalarını öldüren, kadınlara sırf savaş esiri oldukları için toplu halde tecavüz edebilen, daha fazla tüketmek için, ihtiyacı olmayanı dahi tüketmek için üretimi arttıran, canlının yaratılış koduyla oynayan, daha fazla kâr elde etmek için vitamin kaynağı meyve ve sebzeyi hormonlayarak insan için zehir haline getiren, rengi bile baktığınızda şifa olabilecek denizleri kirleten, okyanuslarda canlı türünün kökünü kazıyacak şekilde silah denemesi yapabilen, ortalama olarak 70 yıl yaşayacağı dünyaya, 70 gram hayrı olmadan, 70 yılın sonunda dünyanın ömründen 70 yılı yok eden bir türe, insana gelince orada yutkunuyoruz.
Merak ediyorum, şuan evinde olan, iş yerinde olan, bahçesinde olan insanlardan koltuğunu yakan, televizyonunu kıran, camlarını parçalayan, ağaçlarını söken, iş yerinin kapısını açık bırakan var mıdır? Bu sorulardan birine dahi evet cevabı veren çıkmaz. Çünkü bu saydıklarımız kişinin kendine ait dünyasında ona faydası olan, emek vererek edindiği şeylerdir, bırakın zarar vermeyi onları kendini korur gibi korur.
Peki… hepimizin, trilyonlarca canın evi, iş yeri, yaşam alanı olan dünyaya gelince neden çöpü yere atıyor, zehri denize akıtıyor, ormanda ateş yakıyor, dere yatağına ev yapıyor, kâinatın bizim hizmetimize sunulmuş düzenini bozuyorsunuz, bozuyoruz? Suyun tükeneceğini bile bile insan nasıl musluğu sonuna kadar açar… ormanın tutuşacağını, hayvanların diri diri yanacağını bile bile cam şişeleri nasıl ormana bırakır… denize nasıl kirli su akıtır… derenin taşacağını bile bile nasıl dere yatağına ev yapar… yağmuru azaltacağını bile bile nasıl her yere beton döker… bunlar kâinatın muazzam dengesini bozan, mevsim değişikliğine, küresel ısınmaya neden olan maddi nedenler… sellerde, yangınlarda canını ciğerini kaybeden, acı haykırışı arşı titreten insanın kendine yaptığı kötülüğün maddi yönü bu, bir de manevi yönü var.
Afrika’da insanlar içme suyu bulamazken, dünyanın başka yerlerinde suyu israf edenlerin, bebekler açlıktan ölürken yemekleri çöpe atanların, yeni doğum yapmış kedinin yavrularını annenin gözlerinin önünde katledenlerin, kendisine yıllarca hizmet etmiş olan eşeği yaşlandığı için ağzını telle bağlayarak açlıktan ölmek üzere bırakanların, zehirli bombalarla onlarca insanı aynı anda katledenlerin, sakat bırakanların, deniz kıyılarına bedenleri vurmuş bebeklerin cesetlerine bakıp mülteci düşmanlığı yapabilenlerin, mülteci düşmanlığı için yalan haber yazanların, ırkçılık gibi bir illetten medet umanların, daha fazla güç, para elde etmek için insanların hakkını hiç utanmadan etmeden yiyenlerin, annesine, babasına yaşlılık halinde bir bardak su vermeyenlerin, kadınlara tecavüz edebilenler ve tecavüzcüleri koruyabilenlerin, üç kuruş için akrabasına hıyanet edenlerin olduğu bir dünyada bereketimizin, huzurumuzun kalacağını mı sandınız? Allah bunca zulmün failine, fail olmasa da nehyi anil münker yapmayanlara, “Sizi Allah’a şikâyet edeceğim” diyen o çocuğun nidasına karşı cevapsız mı kalacak sandık? Nil’in kıyısındaki kuzuyu kurttan korumayı bırakın, o zalim kurtla birlikte oturup yiyenlere sessiz mi kalacak sandık?
Dünya ölüyorum diyor, bu ölüm bir nefeste can teslim etmek gibi bir ölüm değil, cayır cayır yakan, azametiyle sele karıştırıp koparıp götüren, Amerika, Körfez, Türkiye, Asya, kutuplar ayırt etmeden hepsini alıp götüren bir ölüm. Bu çok acılı ve sürece yayılmış bir ölüm. Dünya, feryat ederek uyarıyor, mazlumun feryadı, dünyanın feryadına karışmışken hiçbirimizin bu feryadı duymamak gibi bir bahanesi, bir lüksü olamaz, bu feryadı duymak ve zararın neresinden olursa olsun dönmek zorundayız. Virüs salgınları, kuraklık, yangınlar, seller arasında her gün bir başka afete gözlerimizi açtığımız gerçeği karşımızdayken kimse artık manevi bozgunculuk, tiranlık, hırs peşinde koşarak dünya sadece kendine aitmiş gibi ona zarar veremez, buna müsaade etme lüksümüz yok. İnsan, Allah’ın gazabını türlü bozgunculuklar, fitneler, katliamlar yaparak, kendi eliyle, kendi isteyerek üzerine çekti, bundan sonra nasuh bir tövbe ile filli bir tövbe ile af dilemekten, yaptığı kötülükten geri durmaktan başka çaresi yok.
Biliyorum ki, ibret almayanlar yine ibret almayacak, garibanın evinin camını taşlayacak, şeytanca bir hal olan ırkçılığı hortlatacak, çocuklara zarar verecek, ihale dağıtarak doğaya beton dökecek, ağaç kesecek, dere yatağına yapılan eve ruhsat verecek, terör bahanesiyle yeni savaşlar açacak, kimyasal silah üretmeye devam edecek, mültecilerin botlarını süngüyle patlatacak, yetimin hakkını yiyecek… ama çok şükür ki, insanların çoğu bu şekilde bozgunculukla meşgul olsa da sayıca az, moral olarak üstün olan, insan olma sürecini tamamlamış olan, kendinden başlayarak hatalarından geri dönme adımı atabilen, af dilemeyi bilen, kaybedeceğini gördüğü anda elindekinin değerini anlayan, bir cümle ile bile gafletinden uyanabilecek olanlar var. Bu dünya bunca kötülüğe rağmen ayakta kalıyorsa iyi insanların ve gafletten uyanabilecek kadar iyiliğe sahip olan insanların sayesinde, bu yazıyı da kendi nefsimden başlamak üzere, dünyayı sorumluluk bilinci ile ayakta tutmaya çalışanlar için yazdım. Evet, insanların çoğu gözleri önünde bir afet ya da bir mucize olsa dahi ibret almazlar ancak içinden geçtiğimiz afetlerden ibret alabilecek kitleler hâlâ var ve onlar var oldukça bir şeyleri kurtarmak için imkân var, ne dersiniz?