Suriye halkının yaşadığı trajedi, iç ve dış faktörler arasında meydana gelen etkileşimin bir sonucudur. En belirgin iç faktör de halkın beklentilerine ve sıkıntılarına olumlu bir şekilde karşılık vermek için gerekli esnekliği göstermeyen ve hayal gücünü kullanmayan iktidardaki Şam rejiminin doğasıdır. Yine halihazırda uluslararası sistemde yaşanan geçiş sürecine hakim sürpriz gelişmelere karşı etkili bir şekilde hareket etmemek de iç faktörler arasında yer almaktadır.
Dış faktörler ise -ya Şam rejimini devirip yerine dost bir rejim getirmek ya da İran’ın bölgedeki emellerine karşı koymak amacıyla- bölgesel ve uluslararası güçlerin bölgedeki çıkarlarını güçlendirmek için krize yatırım yapmaya yönelik girişimlerdir.
Şu an Şam karşıtı güçlerin, rejimi devirmenin mümkün olmadığını kabul etmelerinin ardından çözüm girişimlerinde -iç ve dış politikasını değiştirmesi için Şam rejiminin nasıl ikna edileceği ve Suriye krizini iç çatışmadan bölgesel ve uluslararası güçler arasındaki vekalet savaşına dönüştüren dış müdahale meselesinin nasıl çözüleceği gibi- zorluklar yaşanmaya başladı.
Son 10 yılda Suriye krizinin çözümü en zor krizlerden biri olduğu anlaşılmasına rağmen çözüme ulaşmak imkânsız değil. Şayet siyasi irade, iç ve dış olmak üzere iki düzlemde hareket ederse çözüm mümkündür: İlki, içeride Suriyelilerden sistemli bir değişikliğin olmasını destekleyen önemli bir blok oluşturmaktır. İkincisi ise başta İran, İsrail ve Türkiye’nin müdahaleleri olmak üzere dış müdahale meselesine bir çözüm getirmektir.
İç düzlem, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 2254 sayılı kararını uygulamaktan geçiyor. Bu da şu ana kadar siyasi süreçte göz ardı edilmiş iki ana meselenin çözümünü gerektiriyor: İlki, BMGK’nın 2254 sayılı kararını uygulamak için gerekli politik ve ekonomik reformları belirlemek, bu reformları yeniden imar süreciyle ilişkilendirmek ve ardından da özgür ve adil seçimlere gitmektir. İkincisi ise siyasi geçiş kavramını tanımlamaktır.
2254 sayılı kararı uygulamak için hükümet tarafından yapılacak somut reformları, yeniden imar sürecini ve Suriye’nin Arap çevresine ve uluslararası topluma yeniden dahil edilmesini kapsayan kapsamlı bir anlaşma çerçevesinde Suriye’deki çözümü hızlandırmak amacıyla birkaç yıldır bir Arap girişimine çağrı yapıyorum. (19 Aralık 2019 tarihinde Şarku’l Avsat’ta yayımlanan yazım bununla ilgilidir.) Açıkçası bu da yeniden istikrar ve erken toparlanmadan yeniden imar sürecine kadar uzanan birtakım faaliyetlerin yapılmasını zorunlu kılıyor. Hatta bu süreçlerin her biri, yerine getirmesi için Şam rejiminin ikna edilmesi gereken belirli politik ve ekonomik reformlarla irtibatlandırılabilir. Bu süreç çerçevesinde siyasi geçiş meselesi de kendiliğinden çözülecektir.
Dış düzlem ise Suriye’deki yabancı askeri müdahaleleri sonlandırmaya odaklanmaktadır. Bu da Moskova ve Washington arasında bir anlaşma yapılmasını gerekli kılıyor. Arap ülkelerinin ya da Mısır, Irak ve Ürdün gibi Suriye’nin istikrara kavuşmasında doğrudan çıkarı olan bazı ülkelerin bu konuda iki önemli adım atması gerekiyor: İlki, Washington ve Moskova’nın Suriye krizini aralarında meydana gelen görüşmelerde öncelik haline getirmeye sevk edecek Suriye’yle ilgili bir girişim başlatmak. İkincisi ise Arap ülkeleri ile Ankara ve Tahran arasında ilişkileri iyileştirmek için yapılan müzakere programına Suriye ve Irak’taki İran ve Türk varlığı meselesini eklemek. Aynı şekilde bu durum, Arap ülkeleri ve Şam arasında da bu konunun yeniden imar meselesiyle irtibatlı olarak ele alınmasını zorunlu hale getirecektir.
Açıkçası İran ve İsrail’in bölgesel politikaları, Arap ülkeleri için bir tehdit kaynağı olmaya devam edecektir. Bu, tüm bölge ülkelerinin duyduğu güvenlik endişelerinin kapsamlı bir şekilde giderilmesini gerekli kılan bir sorundur. Bunun en iyi yolu da Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nı ortaya çıkartan süreçten esinlenerek bölgesel bir güvenlik sistemi oluşturmaktır. Tabi öncesinde şu iki önemli fark göz önünde bulundurulmalıdır: Birincisi, işgal altında bulunan halkların ve toprakların varlığı. İkincisi ise nükleer silaha sahip bir ülkenin yanı sıra nükleer silah üretmesini sağlayacak teknolojiye sahip olmaya çalışan başka bir ülkenin varlığıdır.
Bu da kitle imha silahlarından arındırılmış bölgesel güvenlik ve iş birliği oluşturulmasını hedefleyen aşamalı ve sistemli bir yöntemi gerektirmektedir. Bu çerçevede iki devletli çözüme uygun olarak yaşanabilir bir Filistin devleti kurulmalı ve İsrail tarafından işgal edilen tüm Arap toprakları iade edilmelidir.
Bu süreçte Tahran ve Ankara’nın, istikrarı sarsmaya yönelik herhangi bir eylemin pahalıya mal olacağını bilmeleri gerekiyor. Arap ülkeleri; ABD, Avrupa Birliği ve Rusya’yla -ki Rusya’nın herhangi bir şekilde bu tür bir işbirliği düzenine katılması ihtimal dışı değildir- işbirliği yaparak ve çevreleme politikası izleyerek bunu gerçekleştirebilir.
Hiç şüphesiz iç ve dış düzlem arasındaki etkileşim, çözümün başarılı olma olasılıklarını artırabilir. Bunun için şu ana kadar Suriye’de çözümün gerçekleşmesini engelleyen karışıklıklardan dolayı krizin çözüm ihtimaline yönelik meydana gelen son gelişmeleri, göz ardı etmemeliyiz. Zira Suriye konusunda ABD ve Rusya arasındaki işbirliğini canlandırma ihtimali mevcut. Bunun yansımasını Güvenlik Konseyi’nin 9 Temmuz 2021 tarihinde oybirliğiyle kabul ettiği 2585 sayılı kararda görüyoruz. Nitekim iki ülke, Suriye’ye sınırdan yapılan yardımların süresini uzatma noktasında karşılıklı tavizleri de içeren bir anlaşmaya vardı. Buna göre Washington, yeniden imar sürecinin ilk adımlarından sayılan erken toparlanma sürecinin başlamasını ilk kez kabul etti. Yine yeni bölgesel anlaşmaların yapıldığına dair işaretler de var. Zira bazı Körfez ülkeleri, Şam’la ilişkilerini yeniden başlatmayı düşünürken aynı zamanda Tahran’a açılmak için de hazır olduklarını gösteriyor.
Diğer yandan Körfez ülkeleri ve Mısır’ın, Ankara’yla ilişkileri netleştirme konusunda daha açık olduğu görülüyor. Bunun yanı sıra İran nükleer anlaşmasını yeniden canlandırma olasılığı mevcut. Tüm bunlar, bölgesel güvenlik konusunda bir diyalog başlatabilir. Ayrıca Ankara, Şam rejiminin varlığını kabul ederek YPG tehdidine karşı Suriye’yle olan sınırını korumaya odaklandı. Buna paralel olarak Amerikan yönetimi, Filistin-İsrail çatışmasına ilişkin iki devletli çözümü yeniden canlandırmanın yanı sıra İran, Yemen ve Libya meseleleri gibi bölgedeki krizlere siyasi çözüm bulma girişimlerine daha fazla önem vermeye başladı.
Bu fırsatın değerlendirilmemesi halinde İran, Suriye’deki varlığını artıracaktır. Bu da ülkenin nüfuz bölgelerine ayrılmasına yol açacaktır: Şam yönetiminin kontrolünde bulunan topraklar ve halk, Türkiye’nin kontrolünde bulunan Kuzey Suriye’nin bölümleri ve ABD’nin desteğiyle Suriye Demokratik Güçleri’nin istikrarsız kontrolünde bulunan Doğu Fırat.
Bu, uzun süreli bir istikrar şekli değildir. Bu bölünmüşlük durumunu kabul etmesi halinde Şam’da iktidarda kalabilecek bir yönetim de olmaz. Belki de bunun en tehlikeli sonucu şu olabilir: Eğitimli gençlerin göçünün hızlanması. Öyle ki Suriye, eğitimli gençler olmadan bu köklü ülkenin hak ettiği şekilde kendisini yeniden inşa edemeyecektir.
Suriye devletinin yıkılması halinde bu durum, bölgede daha fazla istikrarsızlığa yol açacaktır. Hatta bu, “Bereketli Hilal” bölgesinde ulusal devlet modelini yok edebilir. Bu durumda Lübnan’da istikrar umudu olmayacaktır. Irak’ta ulusal devleti yeniden inşa etme şansı azalacaktır. Ürdün, istikrarına zarar veren tehlikelere artan bir şekilde maruz kalacaktır. Bu bölgenin istikrarsızlığıyla birlikte Arap ülkelerinin benzeri görülmemiş tehditlerle karşı karşıya kalması ise an meselesi olacaktır. Hatta İsrail, bu gelişmelere tarafsız kalmayacaktır. Dünya, Ortadoğu’da bu kriz durumunun yansımalarını kontrol altına almak için kendisini müdahale etmek zorunda bulacaktır. Böylece en ağır bedeli bölge halklarının ödeyeceği yeni bir kısır döngü başlayacaktır.
*Mısırlı Büyükelçi ve eski BM yetkilisi
TT
Suriye krizinin çözümü için iç ve dış düzlem
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة