Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Taliban: Ertesi gün

Afganistan'da yaşananlara ilişkin analizlerin artması doğal. Arka plana ve olası senaryolara geçmeden önce iki nokta üzerinde durmak istiyorum. Birincisi, bölgemizdeki radikal güçlerin modelin başka yerlerde de tekrarlanabileceğine dair iyimserlik durumu. Bu bir yanılsama ve kusuru anlaşılırsa daha iyi olur. Söz konusu modelin başarılı olduğu ülke, sonuca götüren unsurların birçoğunda kendine has bir özelliğe sahip ve bu unsurlar başka yerlerde mevcut değil. Hayal satın almayı bırakmalılar. İkinci nokta, olayın sonunu henüz görmemiş olmamız, çünkü uzun sürebilecek bir süreci var.
Afganistan zor ve tarihsel olarak tehlikeli bir coğrafi ve sosyal ortamdı ve hala da öyle. Çağdaş tarihte kanlı bir iktidar mücadelesine tanık oldu. Afgan monarşi rejimi ilk olarak 1973'te kraliyet ailesi içinden insanlar tarafından değiştirildi. Muhammed Zahir Şah devrildi ve yerine Muhammed Davud Han iktidara geldi. Yapmaya çalıştığı reformlar kendisini o dönem en yakın ve güçlü ülke olan Sovyetler Birliği ile iş birliği yapmaya götürdü. Ancak Sovyetler Birliği, Afganistan'ın Sovyet sistemine katılmasını istiyordu. Davud Han yönetimi, Nisan 1978'de komünistler tarafından kanlı bir darbeyle devrildi. Bir yıldan kısa bir süre sonra, Aralık 1979'da Sovyet ordusu, artan silahlı muhalefetle mücadelede "dost hükümete" yardım etmek için Afganistan'a girdi. Hikâyenin geri kalanı iyi biliniyor. Dünyadaki çeşitli ülke ve gruplar, Soğuk Savaş'ın zirvesinde olduğu bu dönemde Sovyetler Birliğine nispet yapmak için kendisine meydan okuyan ve “savaş ağaları” olarak bilinen tarafları desteklemeye karar verdi. Fakat farklı ve rakip etnik ve aşiret gruplarından savaşçılar, Sovyetlerin çekilmesinden sonra bu kez birbirlerine karşı savaşa giriştiler ve Afganistan’da durum iyice sarsıldı. Bu gelişmeler arasında Taliban Hareketi kuruldu ve Afganların bildikleri, kabul ettikleri bir yolla (şeriat) güvenliği temin etme temelinde kontrol alanını genişletti. Bunda kısmen de başarılı oldu ve Afganların büyük bir bölümü Taliban yönetimini kabul etti.
Arap ve Arap olmayan gruplar, bir “İslam emirliği” değil, uluslar ötesi bir imparatorluk projesi tesis etmek için Taliban'a katıldılar. Ülke, Ortadoğu’nun birçok karşıt ve muhalif gücüyle birlikte el-Kaide dahil tüm aşırılıkçı güçler ve unsurlar için çekici ve açık bir merkez haline geldi. Afganistan uluslararası toplum tarafından kaderine terk edildi. Radikal örgütler çok geçmeden Taliban’a karşı bir savaşın fitilini çeken ve ABD öncülüğünde uluslararası bir işgale yol açan Eylül 2001 saldırılarını düzenledi. Koalisyon güçleri 20 yıl sonra bugün geri çekilişini tamamladı. Afganistan'da siyasi gelişmenin zorluğu, modern bir siyasi sistemin inşa edilememesiyle net bir biçimde açığa çıktı. Ülke bir taraftan aşırı bir toplumsal aşiretçiliğe, diğer taraftan sosyal dokuda kök salmış, zamana ayak uydurmayı kabullenmesi zor, herhangi bir dış güce düşman dini fikirlere dayanıyor. Bu nedenle, Amerikan projesine katılan siyasi güçler deyim yerindeyse kendilerini aralarında çözülmesi ve üzerinde uzlaşılması zor bir mücadelenin içinde buldular. Amerikan gözetimi altında inşa edilen ve modern ekipmanlarıyla bile Taliban'ın ilerleyişine direnme kararlılığı gösteremeyen güvenlik kurumları dahil devlete olan inanç zayıfladı.
Ertesi gün için en az dört olası senaryomuz var:
Birinci senaryo, Taliban’ın Afgan topraklarının çoğunu ele geçirmesi ve bir süre sonra diğer güçlerin kendisiyle bir çatışmaya girmesi. Afganistan’da üç ana etnik grup var; yüzde 42 ile (bunlar tahmini rakamlar) çoğunluğu oluşturan Peştunlar, yüzde 27’ye ulaşan Tacikler ve yüzde 9 oranında olan Hazaralar. Bunların yanı sıra birkaç küçük azınlık grup (tümü de azınlık) daha var. Tüm bunlar, özellikle Taliban şu ana kadar iktidarı nihai olarak ele geçirip tekeline alamadığı için, bir tür bölgesel veya uluslararası müdahale gerektirebilecek bir çatışmaya girebilir. Bağışçı ülkelerin temin ettiği kalkınma yardımları da kesilebilir. Bu öğütücü çatışma Afgan halkının enerjisini uzun süre tüketmeye devam edebilir. Yoksulluk gediği gittikçe genişleyebilir ve bu da çatışmanın sürmesi ve sömürülmesi için müdahale etmek isteyen herhangi bir gücün para ile silahlı gruplar kurup seferber etmesinin önünü açabilir.
İkincisi, Taliban’ın iktidara gelişinin, radikal güçler için bir model olması ve senaryonun tekrarlanması umutlarını canlandırması.
Üçüncüsü, Taliban’ın yayınlandığı gibi ABD’ye verdiği taahhütlere uyması. Yani, uluslararası yasalara uygun bir şekilde ülkeyi yönetmek, genel olarak insan haklarına, kadınların ve azınlıkların onuruna saygı göstermek. Kendi topraklarında küresel düzeyde terör örgütü (küresel cihatçı) olarak sınıflandırılan herhangi bir gücün barınmaması için iş birliği yapmak ve küresel olarak yasaklanmış her türlü mahsulün yetiştirilmesi veya ihraç edilmesini yasaklamak. Ancak, şu ana kadar bunlarla ilgili göstergeler belirsiz.
Dördüncüsü, Taliban yönetiminin önceki döneminde veya en azından 1969 ile 2001 arasındaki büyük göreceli üstünlüğü sırasında, onu tanıyan sınırlı sayıda ülke vardı. Dünyanın çoğu ülkesi sosyal politikaları nedeniyle onu tanımaktan kaçındı. Dünyanın orada meydana gelen gelişmeleri kabul edip etmeyeceğini, nasıl tepki vereceğini, uluslararası tanımanın yeni emirliğin davranışlarını kontrol etmek için bir teşvik olarak mı kullanılacağını, gelecekte göreceğiz.
Görünen, genel bir beklenti duygusu olduğu. Afganistan'daki gelişmeleri hafife almanın veya görmezden gelmenin yanlış olduğudur. Tedbir almak, ihtiyatlı olmak ve olasılıkları değerlendirmek bölgemizin güvenliği için önceliklidir.
Son olarak, ABD'nin Afganistan'dan ayrılma nedenlerine ilişkin bol miktarda analiz bulunuyor. Herkes olayları kendi perspektifinden okuyor. Ancak, dikkate alınması gereken önemli bir unsur var, o da, genel olarak değişen ve dünya olayları üzerinde derin etkileri olabilecek Batı toplumundaki "demokratik mekanizmaların" işlevidir.