Yarın, Irak'ta peş peşe gelen siyasi krizlerin dayatmasıyla erken seçimler yapılacak ve böylece Saddam Hüseyin'in 2003'te devrilmesinden bu yana beşinci kez genel seçimler gerçekleştirilmiş olacak. Irak’taki seçimlere katılım yüzdeleri başlangıçtan itibaren bir düşüş sergiledi. Seçimlerde elle tutulur sonuçlar alınmamasının ardından vatandaşların sandıklara gitme yüzdesi azaldı. Muhtemelen bu kez de bir istisna olmayacak. Siyasal ve toplumsal çıkmazdan çıkmak için bir ‘sandık hayali’ vardı, fakat bu bir hayal olarak kaldı ve hatta bölünmüş bir toplumda “rahatsız edici bir hayal” haline geldi. 2018'deki son Irak seçimlerinde, sahaya yaklaşık yedi siyasi grup çıktı. Hepsi olmasa da çoğu, “mezhepçi ve etnik” bir nitelikle diğerinden ayrışıyordu. Irak'taki tüm bozulmaların, yolsuzluğun ve kayırmacılığın nedeni budur.
Bölünmüş toplumlarda sandıkların çıktısının ve genel oy kullanımının bir anlamı yoktur. Çünkü politik güçler, toplumdaki bölünmüşlükten ve çatlaklardan faydalanarak emirlerini ihlal edenleri tehdit, ayartma ve hatta tasfiye yoluyla kendi güdümlerine alırlar. Irak'ta siyasi güçler, İran'a olan mezhepsel, ideolojik ve siyasi bağlılıklarını açıkça söylüyorlar. Bazı Iraklı politikacılar, yarınki seçimlerin sonuçlarının göreli de olsa farklı olacağına inanıyorlar. Bazıları ise çeşitli forumlarda bunun Irak'taki değişikliklerle uyumlu olacak bir anayasa değişikliğini beraberinde getireceğini söylüyorlar. Bu gerçeklikten ziyade bir beklenti olabilir. Bir kısmı silahlı olan siyasi gruplar, Iraklıları terörize etmek ve oylamanın sonucunu lehlerine belirlemek için sloganlar atacaklardır.
Peki bu beklentiler bağlamın dışında mı? Akıl, bağlamın dışında olmadığını söylüyor; duygular ise, bu felaket senaryosunun gerçekleşmeyeceğini umuyor. Aksi takdirde Irak ve bölge yeniden krizlerin dibine sürüklenecektir. Karşılaştığımız sorunun büyük bir kısmı “ulusal kimliği küçümseme” ve “ulus ötesi bir kimlik lehine ülkenin sektörlerinin yok olmasını kabul” olarak ifade edilebilir. Bu durum, Irak, Lübnan, Yemen, Libya ve Suriye'de görünürde ya da diğer ülkelerde yer altında cereyan etmektedir ve bölgenin her tarafına yayılmıştır.
İran, meslektaşım Sam Mensi'nin (başka bir bağlamda) “şiddettin kurumsallaşması” diye dile getirdiği bir durumu omuzladı. Kraliyet toplumları, Arap toplumlarının bağlılıkları söz konusu olduğunda işaret edilebilecek yegâne istisna gibi duruyor. Burada dikkatle düşünmemiz gereken bir husus var. Yarım asrı aşkın bir süre önce atılan tüm bu sloganlar, Ortadoğu haritasında İran'dan Moritanya'ya kadar toplumları kıran, yoksullaştıran ve yaralayan içi boş sloganlardı. Aklıma iki çarpıcı örnek geliyor. Birincisi, makul bir büyüme yolunda olan, eğitimli ve modern, nispeten geniş bir kesimi ortaya çıkaran Yemen’dir. Fakat bu seçkinler, toplumun parçalanmasını ve başka bir devlete bağlılığını isteyen bir siyasi mezhebin ortaya çıkmasını engelleyemediler. Diğeri ise garip paradoksların olduğu ve yarı-periyodik seçimlerin yapılmış olduğu Lübnan'dır. Burada da başını saftan dışarı çıkaran kimselere silahların yöneltildiğini görüyoruz. Bu, Lübnanlıların ve özellikle de politikacılarının bildiği bir şeydir.
Bir diğer parçalanmış toplum olan Libya'da, krizden çıkmanın yolunun “parlamento ve cumhurbaşkanı için genel seçimlere gidilmesi” olduğunu söylemek can sıkıcı bir başka hayaldir. Çünkü burada uzlaşının yeri yok. Vaat edilen Libya seçimlerinin olmayacağını ya da en azından uluslararası olarak belirlenmiş bir tarihte, yani yıl sonunda yapılmayacağını söylemek için müneccim olmaya gerek yok. Çevremizdeki parçalanmış toplumların karşılaştığı açmaz, yakın ve hatta olası çözümlerin olmamasıdır. Zira dünyanın büyük güçlerinin aktif müdahaleye karşı isteksiz olduğu, Güvenlik Konseyi ve Birleşmiş Milletler'in gücünün yalnızca “kelimeler ve açıklamalar” ile sınırlı kaldığı bir zamanda, geçici bir çözümden ibaret olan ‘oy sandığından’ başka bir çözüm görünmüyor.
Bu toplumların bu açmazla yüzleşmekten başka seçeneği yok. Öncelikle, devlet dışında kimsenin elinde silah olmamalıdır. Irak'ta, Lübnan'da ve Yemen'de atılacak bu adım, her türlü siyasi eylemin üzerinde mutlak bir öneme sahiptir. Atılması gereken bir diğer adım, bu çatlağın dışındaki ülkelerin, İran hırsının önüne geçmek ve bölgede kendisi için silahlı çeteler oluşturmasına engel olmak isteyen ülkelerle birlikte çalışmaktır. İran’ın tüm bunları yaparken ortaya attığı sloganların içlerinin boş olduğunu herkes biliyor. İran, inandırıcılığı olan bir kalkınma modeli sunamadığı gibi, onunla savaşmak istediğini söyleyenlerin -İsrail gibi- karşısında çaresizdir. Bazıları, “ideolojik körlük” veya “siyasi kazanç” nedeniyle bu gerçeği kabul etmek istemiyor.
Son olarak, birçok ülkemizde, vatanları tahrip eden iç çatışmalar yaşanmaktadır. Vatanın kurtarılmasının sorumluluğu, ülke halkının omuzlarındadır. Bunun için vatanı dışarıya ilhak eden gruplara karşı, “Artık yeter!” denmelidir.
TT
Bölünmüş bir toplumda seçimler!
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة