Prof.Dr. Bilal Sambur
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
TT

Alevi-Sünni eşitliği: Hiçbir kimlik, kutsal değildir!

Kişi,  içinde doğduğu, büyüdüğü ve yaşadığı toplumda ve kültürde var olan dinsel, mezhepsel veya ideolojik  inanışları benimseyebilir. Toplumların ve kültürlerin, uzun tarihsel süreçler içinde  siyasal, sosyal, ekonomik ve psikolojik faktörlerin etkisi altında şekillendirdikleri dini, mezhebi ve etnik anlayışlar, zamanla   o toplum içinde kimlik olarak  algılanmaya başlanabilir. Kişi,  o topluma aidiyetini göstermek için  toplumsal ve kültürel çevrenin  sunduğu  dini veya mezhebi kimliği benimseyebilir.
Kişinin, bir dini veya mezhebi kimliği benimsemesinde hiçbir anormallik yoktur. Toplumsal kabul ve aidiyet ihtiyacını   gidermek için kişi, kendini bir sosyal gruba ait görebilir, o grubun normlarına göre davranabilir veya  gruptan insanlarla birlikte hayatını sürdürebilir. Anormal olan şey, bir kimliğin kendisini kutsallaştırıp diğer insani kimlikleri  şeytanlaştırması ve düşmanlaştırmasıdır.
Ehl-i Sünnet kimliğini  koruma ve kollama  görevine sahip olduklarını vehmeden birtakım insanlar ve yapılar, Alevi kimliğini ötekileştirerek kendileri için oluşturdukları sosyal, siyasal, dinsel ve ekonomik hakimiyet alanını korumanın arzusundadırlar. Alevi kimliğine karşı gösterilen düşmanca tavrın kendisini  gösterdiği en kritik alan, özel hayattır. Bir Sünni’nin sapkın bir inanca sahip olduğu gerekçesiyle bir Alevi’yle evlenemeyeceği ve  aile kuramayacağı şeklindeki  cehalet, fanatizm ve faşizm ürünü anlayışlar geçmişte  üretildiği gibi, günümüzde de üretilerek insan ilişkilerini  zehirleme ve yozlaştırma çabaları   sürdürülmektedir.
Bir Sünni’nin sapkın olduğu gerekçesiyle bir Aleviyle evlenemeyeceğini söylemenin hiçbir ahlaki, hukuki ve insani temeli ve meşruiyeti bulunmamaktadır. Evlenmeyi din adına yasaklayarak Alevi ve Sünniler arasına sınır koyma  imtiyazını  kendinde gören kişilerin tutum ve davranışlarını, sosyal psikoloji açısından  açıklamak lazımdır. Sosyal psikoloji açısından  Aleviler ve Sünniler   birbiriyle evlenemez demek, tipik bir grup içi ve dışı  davranış örneği  olup  grup asabiyetinin  ve  taassubunun  faşist, fanatik ve yıkıcı bir şekilde ortaya çıkması anlamına gelmektedir. Sosyal psikoloji alanına ait grup taassubunu  ilahiyat alanına  taşıyarak  kutsal grup oluşturmanın  hiçbir gerçekliği ve yararı bulunmamaktadır. Hiçbir grup taassubu, kutsal ve erdemli değildir. Bütün grup taassupları, yapay,  fanatik, faşist ve ayırımcıdır.
Sünnilerin Alevilerle evlenmesinin dinen yasak olduğu şeklindeki  dayatmanın, çok ciddi bir sosyal, dini ve psikolojik temeli bulunmaktadır. Sünni’nin Aleviyle evlenemeyeceğini dayatanlar, Sünniliğin, gerçek İslam olduğunu vehmetmekte, Aleviliğin ise İslam’ın  akidesiyle bağdaşmayan sapkın inançları bünyesinde  barındıran sapkın bir mezhep olarak konumlandırmaktadırlar. Bu anlayış çerçevesinde  bir Müslümanın sapkın inançlara mensup bir mezhep mensubuyla evlenemeyeceğini  öne sürerek  Alevileri İslam’ın ve insanlığın dışında konumlandırmaktadırlar.
Ehl-i Sünnet adı altında kendisini  İslam’ın tek doğru ve saf  temsilcisi olarak  gören   yaklaşımın yüzyıllardır tekrar ettiği  bir yanılgı, yanılsama ve yanlış vardır. Yüzyıllardır Ehl-i Sünnet adı altında  kendisini  ilahi doğruyla özdeşleştiren Sünnilik, Aleviliğe  İslam’dan sapmış bir mezhep kurgusu üzerinden yaklaşmaktadır. Dinden çıkmış sapkın mezhep kurgusu, Alevi olgusunu sağlıklı  bir şekilde  anlamaya yetmediği gibi, Alevilerle hukuk, ahlak ve akıl çerçevesinde insani ilişkiler geliştirmenin de önünü kapatmakta ve engel olmaktadır. Sünniler,  kendilerini gerçek mümin, Alevileri ise sapkınlar olarak görmek şeklindeki  eşitlikle, ahlakla ve hukukla bağdaşmayan  yoz anlayışlarından vazgeçmelidirler. Sünni zihin yapısı, Alevi ve Sünni ayırımı yapmadan bütün insanların birbirine eşit  olduğunu kabul etme konusunda kendisini  değiştirmelidir. Bir Sünni’nin sapkın bir inanca sahip olduğu gerekçesiyle  bir Aleviyle evlenemeyeceği  şeklindeki fanatik ve ayırımcı yaklaşımın arkasında Sünnilerin kendilerini Alevilerle eşit görmemesi ve sürekli olarak kendilerini  üstte konumlandırma  saplantısı bulunmaktadır. Sünniler, üstünlük saplantısından  kurtulup kendilerini Alevilerle eşit görmeye başladıkları andan itibaren Aleviler ve  Sünniler arasında gerçek anlamda ahlaka, akla ve adalete uygun insani ilişkiler kurmanın yolu ve imkanları açılacaktır.
Yüz yıllardır Sünni toplumlar, Alevilerin kendilerine eşit insanlar olduğu gerçeğini anlama ve içselleştirme olgunluğuna ulaşamamışlardır. Alevilik ve Aleviler, Sünnilik ve Sünniler kadar eşit, özgür ve hak sahibi  olmalıdırlar. Sünni olmak hiç kimseyi doğru ve üstün yapmadığı gibi, Alevi olmak da hiç kimseyi sapkın ve düşük   bir düzeye getirmemektedir.
Birbiriyle evlenme ve aile kurma konusunda kararı, Alevi ve Sünni bireyler özgürce vermelidirler. Sünniliğin doğru İslami inanç olduğu, Aleviliğin ise İslam akidesine aykırı sapkın bir mezhep olduğu gerekçesiyle  bir Sünni’nin bir Aleviyle evlenemeyeceğini ve aile kuramayacağını dayatmak, ağır bir insan hakları ihlalidir.  İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 16. Maddesi, ailenin ve evlenmenin  özgürce gerçekleştirilen bir insan hakkı olduğunu net olarak ifade etmektedir:
 “Evlilik çağına varan her erkek ve kadın, ırk, uyrukluk veya din bakımından hiçbir kısıtlamaya tabi olmaksızın evlenmek ve aile kurmak hakkına haizdir. Her erkek ve kadın evlenme konusunda, evlilik süresince ve evliliğin sona ermesinde eşit hakları haizdir. Evlenme akdi ancak müstakbel eşlerin serbest ve tam rızasıyla yapılır.  Aile, cemiyetin tabii ve temel unsurudur, cemiyet ve devlet tarafından korunmak hakkını haizdir.”
Aile ve evlenmede din, mezhep veya kültür ölçü alınamaz. İnsan hakları doktrini, bireylerin istedikleri kişilerle evlenmeye ve aile kurmaya  haklarının  olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Aleviler ve Sünniler arası ilişkilerde Ortaçağ  zihniyetinin değil, günümüzün  insan hakları, insan onuru ve demokrasi ve bireysel özgürlük anlayışının esas alınması gerekmektedir.
Bir Sünni’nin  bir Alevi’yle evleneyeceği  saplantısı, Ehl-i Sünnet denilen kimliğin  aslında kapalı ve dar tutulması anlamına gelmektedir.  Ehl-i Sünnet kimliğinin kapalı doğası, onu dışlayıcı ve ötekileştirici hale getirmektedir. Kapalı ve dışlayıcı bir doğaya sahip  Ehl-i Sünnet kimliğinin  doğru İslami inanç şekilde dayatılmasının hiçbir gerçekliği bulunmamaktadır. Ehl-i Sünnet kimliği, mutlak doğru olmadığı gibi, kutsal da değildir. Kimliklerimizi ve aidiyetlerimizi ilahileştirmeye ve kutsallaştırmaya hiç gerek olmadığı gibi, kutsallaştırmak yoluyla kimlikleri kurgulamanın da hiçbir anlamı, işlevi ve değeri  yoktur.
 Kimliklerimizi ve aidiyetlerimizi özgürlük, hukuk, çoğulculuk ve akıl çerçevesinde insanileştirmeli, açmalı, özgürleştirmeli ve çoğulculaştırmalıyız. Alevi ve Sünni başta olmak üzere bütün insanları amasız bir şekilde  eşit gören bir anlayışla  hayatı, hukuku ve hürriyeti birlikte yaşamayı öğrenmeliyiz.