Süleyman Cevdet
Mısırlıaraştırmacı yazar
TT

Bir işaret Bağdat’tan, diğeri Maskat’tan!

Yaklaşık bir gün içinde Bağdat ve Maskat'tan paralel olarak iki siyasi işaret geldi. Bu işaretler zamanlama ve konu bakımından aralarında aşırı derecede benzerlik olmasından ötürü sanki tek bir işaret gibi görünüyordu!
Irak parlamentosunun İsrail ile herhangi bir biçimde normalleşmeyi yasaklayan bir karar taslağını geçen ayın 26’sında geçirmesi, çevremizdeki bölgede olup bitenleri takip eden herkesin ilgisini çekmiş olmalı. Bu karar taslağı, sadece normalleşmeyi yasaklamakla kalmayıp aynı zamanda bu karara karşı çıkanlara ömür boyu hapis ve idam cezasına varan yaptırımlar uygulamaya kadar gidiyor!
Karar taslağı gün yüzüne çıkar çıkmaz, tabi ki ABD bundan çok rahatsız olmuş, hatta İngiltere şu ifadeyi kullanmıştı: “Ürkütücü”!
Parlamento’da onaylandıktan sonra geçerli bir karara dönüşen karar taslağında dikkat çeken şey, parlamentonun bu taslağı oybirliğiyle kabul etmiş olması oldu. Bu, oylamaya katılan tüm milletvekillerinin istisnasız bir şekilde uzlaşma sağladıkları anlamına geliyor. Daha sonra bu taslağa verilen tepkilerden, karar maddesini hazırlayan ve bunu oylama için parlamentoya sunan parlamenter bloğun Mukteda es-Sadr liderliğindeki Sadr Hareketi olduğunu anlayacağız!
Sadr bloğu hakkında bildiğimiz şey şu: Parlamentoda çoğunluğa sahip ve geçen yılın Ekim seçimlerinden beri yeni bir hükümet kurmak için çabalıyor ancak şu ana kadar tüm girişimleri başarısız oldu. Bu noktada şu soru ortaya çıkıyor: Parlamentodaki bütün siyasi güçleri böyle bir karar taslağını çıkarmak için aynı çizgide birleştirmişken nasıl oluyor da yeni bir hükümetin kurulması için onları aynı noktada uzlaştıramıyor (!)
Tabi ki bu başka bir konu. Bu yazıdaki esas konumuz Arap başkentlerinde eşi benzeri görülmemiş bu ses getiren karar. Karar, parlamentoya sunulduğundaki onaylanma yüzdesi, karara ihlal edenleri bekleyen cezaların ağırlığı ve oy çokluğu ile onaylanıp geçirildiği siyasi atmosferi açısından emsalsiz!
Irak’ın karar taslağıyla eş zamanlı olarak Umman Dışişleri Bakanı Bedr el-Busaidi’nin açıklamalarını takip ediyorduk. Bakan, ülkesinin ‘İbrahim Anlaşmaları’na katılmayacağını ve bu anlaşmaların herhangi bir başarısının, Filistin davasının iki devletli çözüm temelinde nihai, kalıcı ve adil bir şekilde çözülmesini sağlaması gerektiğini söyledi. Fransız gazetesi Le Figaro'ya konuşan Bakan Busaidi, ülkesinin 1978'de Kahire ve Tel Aviv arasında gerçekleşen Camp David Anlaşmaları’ndan bu yana Filistinliler ve İsrailliler arasındaki barışı destekleyen ilk Körfez ülkesi olduğunu kaydetti.
Başından beri Umman Sultanlığı'nın tutumu bu şekilde olmuştur. Bölgede kendisine çizdiği bağımsız bir politika izlemektedir. Bu politikayı her pozisyonda ılımlı hale getirmeye çalışmaktadır. Prensip olarak Tel Aviv'e düşman olmasa da bu, İsrail'e hoşgörülü olduğu anlamına gelmiyor. Umman Sultanlığı herhangi bir belirsizliğe mahal vermeden her fırsatta, Filistinlilerin toprakları üzerinde bağımsız ve egemen bir devlet kurma hakkına sahip olduklarını, bunun temelinin dünya tarafından tanınıp onaylanan ve tüm ilgili uluslararası karar taslakları tarafından kabul edilen iki devletli çözüm olduğunu ve bu çözüm sağlanmadığı sürece bölgede istikrarın olmayacağını vurguluyor.
Bakan Busaidi'nin bahsettiği ‘İbrahim Anlaşmaları’nın İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn, Fas ve Sudan arasında diplomatik ilişkileri başlatan anlaşmalar olduğu ve bunların geçen yılın sonunda eski ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin Beyaz Saray'dan ayrılmaya hazırlandığı sırada imzalandığı biliniyor.
O sırada Trump, diğer Arap ülkelerinin de aynı yolda ilerleyeceğinden ve yönetiminin gelecekte bunu sağlama çabasından bahsediyordu. Ancak her zaman gemicinin istediği rüzgâr esmediği gibi yönetimi ve kendisi için de işler tıkırında gitmedi ve Başkan Joe Biden'ın yönetimi iktidara geldi!
Ya Trump ikinci ve son kez Oval Ofis'te başkan olarak kalsaydı ne olurdu diye şu anda konuşmak mümkün değil. Şu veya bu olsaydı ne olurdu diye konuşmanın hiçbir faydası yok. Nitekim ‘keşke’ şöyle olsaydı sözü şeytanın vesvesesine kapı açar!
Bakan Bedr el-Busaidi'nin söyledikleri ile Irak'ta karar taslağında geçenler, içerik ve iki Arap başkentinin Filistin konusunda izlediği politika bakımından hemen hemen aynı. Tabi Umman Sultanlığı Dışişleri Bakanı, sakin diplomatik bir dille konuşup ülkeler arası ilişkilerde olağan diplomatik örften ayrılmadan istediğini söyledi ve ne sözlerinde sert olmayı ne de ülkesinin durumunu ifade ederken kaba olmayı tercih etti. Irak karar taslağında ise tabiri caizse sert, kaba ve tehditkâr bir üslup benimsendi!
Elbette Iraklı milletvekillerinin her birinin ülkesi için neyin iyi olduğuna karar verme hakkı var ve Irak dışında hiç kimsenin bu hakka itiraz etme hakkı yok. Ancak sorun şu ki, karar taslağı Irak'ı Washington ve Londra ile bir nevi karşı karşıya getirdi. Irak şu anda böyle bir karşılaşmayı kaldıramaz ve yansımaları son raddesine ulaşırsa bundan kaynaklanabilecek sonuçlara dayanamaz!
Karar çıkana kadar parlamentoda taslağı oluşturan, düzenleyen ve harekete geçilmesine ön ayak olan Sadr bloğu olduğu için Sadr Hareketi’nin lideri, ABD ve İngiltere başkentleri düzeyindeki yansımaları engellemeye ve onları mümkün olduğunca dizginlemeye çalıştı.
Sadr bu yansımaları engellemeye çalışırken yaptığı açıklamasında dinlere değil, aşırılıkçılığa, terörizme ve adaletsizliğe düşman olduğunu söyleyerek “Biz Hristiyan ve Musevi azınlıkları koruyoruz. Siz ise Arapları ve Müslümanları kovuyorsunuz. Biz DEAŞ’lıların eylemlerini kınıyoruz. Siz ise Batı radikalizmini destekliyorsunuz” dedi.
Mukteda es-Sadr'ın birinci çoğul şahıs zamirini kullanıp biz derken parlamenter bloğunu ya da siyasi grubunu mu yoksa bir devlet, hükümet ve halk olarak Irak'ın tamamını mı kastettiği bilinmiyor. Ne kastettiği açık değil. Daha çok içinde gruplaşma olmayan herhangi bir siyasi grubu değil tüm Irak’ı kastetse de, taslağı kabul eden parlamento, herhangi bir grubun değil, tüm Irak halkının seçtiği bir parlamentodur.
İran’daki dini liderin hükümetinin, parlamento karar taslağını onaylarken Irak kıyılarına yelken açıp açmadığı (bu karara etki edip etmediği) da belli değil. Ancak şu aşikâr ki, parlamentoda alınan karar siyasi açıdan Hamaney hükümetini hiçbir şeyin onu mutlu etmediği kadar çok mutlu etti. Hamaney hükümeti bölgede İsrail ile bariz bir çatışmaya giriyor ve dahası Tel Aviv'in İran’ın kalesine attığı her golle İsraillileri tehdit ediyor!
Bölgede bir Arap devletinin (Irak) İbrani devletine karşı daha önce eşi görülmemiş bu siyasi sert tavrı benimsemesinden ötürü suçlanabilecek belirli bir taraf varsa, o yalnızca İsrail'dir. Çünkü İsrail, bir Arap başkenti ile ilişkilerini normalleştirmeye çalıştığı her zaman barış elde etmek istediğini ve karşılığında toprak vermek istemediğini gösteriyordu. Önünde açık bir yol olduğunu sanıyordu. Ancak Maskat ve Bağdat'ta yaşananlar, bu yolun kapalı olduğunu gösterdi.