Zuheyr el-Harisi
TT

Dünya en kötüye doğru mu sürükleniyor?

Mevcut verilere baktığımızda dünya en kötüye doğru sürükleniyor. Şayet gerçeği bilmek istiyor isek, her ne kadar rahatsız edici ve yürek parçalayıcı olsa da kanıtların gösterdiği üzere gerçek budur. Hadiselerin ve sonuçlarının ortaya çıkardığı sahnenin karanlık bir çehreye büründüğüne ilişkin pek çok okuma, görüş ve algı var. Dünyamız, bölgesel ve uluslararası değişimler ışığında şu anda tam anlamıyla bir dönüm noktasındadır ve ülkelerin daha önce karşılaştıklarından farklı dönüşümlerle doludur.
Düşünür, aydın ve kanaat sahiplerinin fikir ve analizlerinde mutlak bir doğru olmadığını kabul etsek de şu ya da bu kişinin okuması göreceli bir gerçektir. Belki de bu duyguyu güçlendiren husus, sahip olunan verilerden yola çıkılarak genel sonuç çıkarma yöntemi olan tümevarımdır. Sorunun köklerine döndüğümüzde, Çin, Moskova ve Washington arasındaki açık çatışmaların ardından yaşanan dünyadaki güç dengesizliğini görüyoruz. Batı ile Rusya arasındaki düşmanlık da bunun bir diğer örneğidir. ABD, 18’inci yüzyılın sonlarında İngiliz tehdidini sona erdirmeyi başardı. 20’nci yüzyılın başlarında Japon İmparatorluğu'nu ve Alman Nazilerini yendi ve daha sonra ideolojisi çökene kadar tüm araçlardan yararlanarak Sovyetler Birliği'ni devreden çıkardı. Şimdi de Çin'in etkisini zayıflatmak için her yolu kullanmaya hazırlanıyor.
Artık büyükler arasında barış, güvenlik, işbirliği, istikrar, hoşgörü, bir arada yaşama ve diyalog hakkında söylemler içeren bir dilin kullanıldığını duymuyoruz. Bugün tartışmaya, yanıltmaya, kınamaya, görmezden gelmeye, eleştirmeye, tehdide, aşağılamaya, yıldırmaya, hedef almaya, çarpıtmaya meyilli olan ve kulak tırmalayan tatsız bir dille karşı karşıyayız. Buna daha başkalarını da ekleyebilirisiniz. Pandemi felaketinden sonra dünyanın gücünü toplaması için rahatlamaya ve sakinliğe ihtiyaç duyduğunu hissettik. Planların gözden geçirilmesi, hataların düzeltilmesi, iş birliği ve koordinasyon için ortak paydalar aranması ve hiç şüphesiz herkesin çıkarına olacak bir iyileşme yoluna gidilmesi gerekiyordu.
Ancak tablo sanıldığı gibi olmadı. Dünyayı çatışmanın eşiğine getiren büyük güçlerin silahlara harcadığı milyarlarca dolara bakın. Silahlanma yarışının şiddetlenmesi, onu sınırlama görevini başarısızlığa uğratıyor. Geçtiğimiz yıllarda, “Silahlanma yarışına son verelim. Paylaştığımız bu dünyada istikrar istiyoruz” diyen genel bir ruh hali olduğunu hatırlıyoruz. Fakat özellikle Rusya ve Ukrayna savaşının yansımaları, Çin'in Tayvan'a yönelik uluslararası müdahalelere tepkisi ve Kore'de devam eden bir dizi gerilim bu alanda eşi benzeri görülmemiş bir sahneye tanık oluyor. Dünyanın pandemi krizinden yeni çıktığı, iklim değişikliği, terör, alternatif enerji ve göçmenler konusuna odaklandığı doğrudur. Ancak bazı politikacıların uluslararası sözleşmelerle tamamen çelişen bakış açısına sahip olmaları nedeniyle, savaş atmosferi çok geçmeden geri dönüyor. Bu bağlamda Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş, bu savaşın ortaya çıkardığı gıda ve enerji kıtlığı, Çin gerilimi ve “Taliban”ın geri dönüşüyle ​​birlikte “DEAŞ” meselesi, uluslararası oyunun Hint ve Pasifik bölgesine taşındığını gösterdi. NATO'da Çin’in yükselen gücü karşısında bir endişe hali var. Uzmanların analizleri, Çin'in siyasi ve ekonomik olarak yükselen gücünün ABD başta olmak üzere Batı için gerçek bir endişe haline geldiğini söylüyor.
ABD'nin bölgedeki stratejisi bariz hatalardan biridir. İran nükleer dosyası müzakerelerine doğru çekilmesi bunun kanıtıdır. Tahran bununla bölgedeki silahlı kollarını besleyeceği yıllık büyük mali destekler alırken, bölgesel güvenlik gerçek bir çöküşe sürüklenecek. Bu, Tahran’ın projesinin genişlemesinin, risklerinin ve tehlikelerinin önüne geçmeyen mevcut ABD yönetimi tarafından desteklendiği sürece terörün bölgede kalıcı bir unsur varlığını sürdüreceği anlamına geliyor. Tam da burada yaralarından dolayı acı çeken, inleyen, iyileşmekte güçlük çeken Arap dünyamızı hatırlıyoruz. Örneğin, Lübnan'da cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ilgili olup bitenlere bir göz atın. Bugün anayasada belirlenen sürenin sonuna gelindi ve dolayısıyla cumhurbaşkanı koltuğunun boş kalmasıyla kritik bir aşamanın gelmemesi için yeni başkanın aday gösterilmesi adına istişarelere başlanması ve meclis oturumunun düzenlenmesi gerekiyor. Maalesef Lübnan siyasi kararı Lübnanlı politikacıların elinde değil gibi görünüyor. Irak'a gelince yine talihsiz bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Buradaki hikaye, dışarıya bağlı olduğunu itiraf eden bir sınıf ile ülkesinin çıkarlarını her şeyden üstün tutan cesur bir grubun etrafında dönüyor. Ulusallık ve dışarıya yaslanma arasındaki savaş Irak'ı karanlık bir tünele sokan zor bir denklem ve hiç kimse sonunun ne olacağını bilmiyor.
Bölgenin dosyaları uluslararası mutabakatla çözüme yaklaştığı anda işlerin bir anda karıştığını gördüğünüzde, bunun arkasında alenen inkâr ettiğini gizlice yapan ve çözümün önüne engeller çıkaran İran’ı aramalısınız. Her şey açığa çıktıktan sonra uluslararası toplum İran'ın oluşturduğu tehdide karşı daha güçlü şekilde mücadele etmekle ilgileniyor. Mesele, Tahran'ın eylemlerinin eleştirilmesi ya da kınanması değil, siyasi baskılar ve ekonomik yaptırımlar gibi araçlarla ondan hesap sormaktır. Yemen, Irak, Lübnan ve Suriye'de bir Arap kimliği kalesi inşa etmenin, İran’ın nüfuzu ile yüzleşmek için zorunluluk haline geldiğine inananlar var. Çünkü bu ülkelerde, İran'ın devrimci Şii düşüncesine gerçek bir bağlılık yoktur. Mesele tamamen maddi ve ekonomik çıkar meselesidir. Uluslararası toplumun İran ve onun vekilleri olan Hizbullah, Husiler ve Haşdi Şabi gibi silahlı örgütlerin tehlikesine ilişkin sezgisi görünür hale geldi. Bu, İran’a karşı uluslararası yüzleşmeye ve dünya barışını güçlendirmeye yönelik bir anlaşmaya yol açabilir. Bunun için de Arap dünyamızda yayılan İran’ın uzantılarının kesip koparılması ve finansman kaynaklarının kurutulması gerekiyor.
Geçtiğimiz yıllarda ortaya çıkan bir tür açılımın ve genişliğin ardından bugün siyasi ufukta bir çıkmazın eşiğindeyiz. Dosyaların çokluğu, karmaşıklığı ve iç içe geçmesi, bir kemik kıran savaşı aşamasına girilebileceğini gösteriyor. Dünyanın yeni bir soğuk savaş aşamasına girmesi büyük bir talihsizlik, çünkü hiç kimsenin çıkarına olmayacak. Halkların istikrar, bir arada yaşama, diyalog, güvenlik ve barışı dört gözle beklediği bir zamanda, savaşların, şiddetin, çatışmanın, tehdidin ve silahlanmadaki eşsiz coşkunun manşet haline geldiğini görüyoruz.