40 yılı aşkın bir süre önce Deng Şiaoping’in, Komünist Çin'in ABD’ye devlet ziyareti yapan ilk lideri olduğunda, Başkan Jimmy Carter'ın ifadesiyle, ulusunu önemli bir ortaktan, Washington’un ‘süper güç’ statüsüne meydan okuyan bir rakip ve düşmana dönüşmeye götüren bir merdivenin basamaklarını tırmandığı kimsenin aklına gelmemişti.
Bu ayın başlarında ABD Kongresi, ‘Çin’in emelleri’ konusunda alarm zilleri çalarak Çin'i bu merdivenin en tepesine itti. ABD ile Çin Komünist Partisi Arasındaki Stratejik Rekabete İlişkin Seçilmiş Komite’nin Çin'i doğrudan bir düşman olarak tanımlamadığı doğru, ancak Başkanı Mike Gallagher Çin'i bir ‘tehdit’ olarak nitelendirerek bu noktaya yaklaştı.
İşler bu şekilde giderse, ‘tehdit’ ifadesinin yerini yakında ‘düşman’ ifadesi alabilir. Nitekim yapılan anketler, Çin'in bugün ABD'de Rusya ve İran İslam Cumhuriyeti’nin yanı sıra en sevilmeyen ülkelerden biri olduğunu gösteriyor.
Hepsinden ötesi Çin, Washington'daki partizan hatlarını aşan bir sevilmeme durumundan muzdarip olduğu için benzersiz bir pozisyona sahip. Örneğin Rusya, ‘Amerika’yı Yeniden Büyük Yap (MAGA)’ Cumhuriyetçileri arasında bir miktar iyi niyete sahipken, bazı Obama yanlısı Demokratlar da Tahran'daki molla rejimine aşırı derecede meylediyor. Hatta bazı ABD’li uzmanlar, mevcut yolun, tarihteki Sovyetler Birliği yerine ‘düşman’ sıfatıyla Çin ile yeni bir Soğuk Savaş’a doğru götürdüğünü öne sürüyorlar.
Bununla birlikte, eski Soğuk Savaş ile uzmanların zihnindeki yeni Soğuk Savaş arasında önemli farklılıklar var. Sovyetler Birliği, sadece ABD’ye değil, tüm kapitalist demokrasilere ideolojik bir tehdit oluşturuyordu. Çin ise, Başkan Şi Cinping'in son teorik imalarına rağmen, ütopyasını tüm insanlık için bir model olarak pazarlamıyor.
Ayrıca Sovyetler Birliği, Fransa, Almanya ve Portekiz gibi Avrupa demokrasileri de dahil olmak üzere dünya çapında 40'tan fazla komünist partiyi destekleyerek ABD ve Batı karşıtlığını körüklemeye dahil olmuştu.
Sovyetler aynı zamanda Asya, Afrika ve Latin Amerika'daki bir düzineden fazla ülkede Batı yanlısı hükümetlere karşı silahlı isyan ateşini körüklüyor ve özellikle Afrika ve ‘Arap dünyası’nda olmak üzere bir dizi ‘Üçüncü Dünya’ diktatörünü destekliyordu.
Sovyet liderleri, iradelerini dayatmak için güç kullanmaktan pek çekinmezlerdi. Polonya, Macaristan ve Çekoslovakya'daki muhalefetin güç kullanarak bastırılması, Küba'daki füze şantajı ve komünist rejimi dayatmak için Afganistan'ın işgal edilmesi, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Politbüro'nun ABD önderliğindeki dünya düzenine meydan okurken işi sonuna kadar götürmekten çekinmeyeceğini gösteriyordu.
Daha da önemlisi, Sovyet meydan okuması, ABD'yi tarihin en büyük silahlanma yarışına çekti ve bu yarış Sovyetlerin kaybetmesiyle bitti.
Bugün bile Vladimir Putin, Rusya'yı Sovyetler Birliği’nin halefi olarak görüyor ve gittikçe artan intikamcı bir gündem izliyor.
2008'de Gürcistan’a, ardından 2022'de Ukrayna'ya işgal amaçlı saldırması, bu intikamcı gündemin son tezahürlerinden sayılıyor.
Buna karşılık Çin, 1970'lerde Angola, Mozambik ve Güney Yemen'deki isyancılara verdiği desteği sona erdirerek ve Arnavutluk'ta Enver Hoca ve İran'da Şah'a karşı savaşan Halkın Fedaileri Gerillaları gibi müttefikleri terk ederek, ABD liderliğindeki Batı kapitalizmine yönelik büyük ölçüde farazi ideolojik meydan okumasını durdurmuştu.
Aslında, Sovyetler Birliği-Rusya ile karşılaştırıldığında Komünist Çin, hedeflerini artırmak için nadiren askeri maceralara atılmıştır. 1960'lardaki bir sınır savaşında, Çin topraklarının büyük bir bölümünü Sovyetler Birliği'ne kaptırmıştır. Ayrıca Hindistan ile kısa bir savaş yapmış ve sınırı boyunca Hint topraklarının parçalarını ilhak etmiştir. Çin Halk Cumhuriyeti, Kinmen ve Matsu adalarına daha ziyade dikkat çekmek için ara sıra düzenlenen bombardımanlar dışında askeri güç kullanmamıştır. En son başka bir ülkeyi işgal ettiği zaman, 1979 yılıydı. Kısa bir savaşta Vietnam topraklarının bir kısmını ilhak etmişti.
Bununla birlikte, ABD’nin Çin’den şikayetleri, devasa askeri yığınağıyla ilgili endişelerle sınırlı değil. Çin, eski silah cephaneliğini modernize ederken Güney Çin Denizi'nde hakimiyet kurmak için uluslararası ölçekte faaliyet gösterebilecek bir donanma inşa etmeye çalışıyor.
Başka meselelerde eşitlik olmasıyla birlikte gidişat böyle devam ederse 2035'te Çin, ABD'nin bugün olduğu kadar büyük bir askeri güç olabilir. Yine de mevcut gidişatın bu şekilde devam edip etmeyeceğini ve başka şeylerin aynı kalacağını kim bilebilir?
Çin, Sovyetler Birliği’nin sahip olmadığı bazı zayıf noktalara sahip. Pakistan dışında neredeyse tüm komşuları tarafından şüphe ve hatta belki de nefretle karşılanıyor. Büyük bir enerji ihracatçısı olan Sovyetler Birliği'nin aksine Çin, küresel pazarda enerji ithalatına ve fiyatlarına büyük ölçüde bel bağlamaktadır. Çinliler kendilerini daha iyi beslemeyi öğrenmiş olsa da, Çin Halk Cumhuriyeti şu anda gıda ithalatına her zamankinden daha fazla bağımlı hale geldi.
Tüm bunlar, çok zor da olsa özerk bir sistemle geçinebilen Sovyetler Birliği veya Rusya'nın aksine, Çin Halk Cumhuriyeti'nin büyük ölçüde küresel ticarete bağımlı olduğu anlamına geliyor. Bu bizi, Çin'in en büyük pazarı ve ticaret ortağı olmaya devam eden ABD'ye geri getiriyor.
2021'de Çin, altıda birinden fazlası ABD'ye olmak üzere tahmini 3,5 trilyon dolar değerinde mal ve hizmet ihraç ederken, ABD 300 milyar dolardan fazla açıkla Çin'e 200 milyar dolardan az ihracat yaptı.
Çin genellikle ABD teknolojisini ve becerilerini ele geçirmek için ABD'deki her şeyi satın almaya çalışmakla suçlansa da, gerçek şu ki Çin Halk Cumhuriyeti ABD'deki en büyük yabancı yatırımcılar arasında değil, hatta İrlanda ve Fransa'nın bile gerisinde kalmaktadır. Bunun yerine Çin, dolar rezervlerinin en büyük sahiplerinden biri olarak sahneye çıktı ve bu, ABD'de sürekli dalgalanan ulusal tasarruf rakamlarının desteklenmesine yardımcı oldu.
Washington'da dolaşan iddialardan biri, Çinlilerin ABD'den nefret etmesidir. Ancak bu iddiayı destekleyecek ciddi herhangi bir araştırma görmedik. Aksine, 1970 ile 2014 yılları arasında Çin'e yapılan bir düzine ziyarette toplanan sözlü kanıtlar tam tersini gösteriyor. Aslında ABD, Çinli turistler ve öğrenciler için bir numaralı gidiş yeri olurken, ‘Amerikan yaşam tarzı’ kentsel alanlarda giderek artan sayıda Çinliyi cezbediyor.
Bununla birlikte Çin liderliğinin güç oyununu her zaman kabul edilebilir kurallara göre oynamadığı su götürmez bir gerçektir. Kesinlikle yeni tip koronavirüsün (Kovid-19) gerçek kökeni konusunda ketum davranmış ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) üzerinden hilekârlık yapmıştır.
Çin'in endüstriyel casusluk yaptığına dair haberler abartılı da olsa doğru olabilir. Ancak tüm bunlar, Çin'i bir tehdit statüsüne ve ardından merdivenin en tepesindeki ‘düşman’ konumuna itmemelidir. Nitekim Çin, İran İslam Cumhuriyeti'ne karşı yedi Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi kararının geçirilmesinde ABD ile yakın bir iş birliği yapmıştır. Ayrıca Çin, İran petrol fiyatlarındaki düşüşten yararlanırken eski Başkan Donald Trump tarafından uygulanan yaptırımları da yürürlüğe koymuştur. Aynı zamanda Çin, Putin'in Güney Osetya, Abhazya, Kırım, Donetsk ve Luhansk ilhakını tanımadı ve Rusya'nın Ukrayna'yı işgalini de desteklemedi.
‘Sarı tehlike’ efsanesi, Batılı güçleri on yıllardır Çin'e karşı yanlış bir yola soktu. Batı, Çin'i ‘düşman’ olarak adlandırmadan önce, onu küresel nüfuza yönelik bir rakip olarak görme konusunu dikkatlice düşünmeli ve bir rakibin kişiyi kendi yeteneklerini geliştirmeye itebileceğini her zaman aklında tutmalıdır.
TT
Çin: Rakip mi, düşman mı?
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة