Pek çok Sudanlı yorumcunun hedefinin odağında çatışmanın iki askeri tarafı bulunuyor, onların devrime ihanet ettiklerini ve demokratik geçişi durdurduklarını düşünüyor. Ülkenin kaderini savaşan iki tarafın yıktıklarını yeniden inşa etmeleri için sivil güçlere bırakarak bir bütün olarak siyaset sahnesinden çekilmeleri dışında bir alternatif olmadığına inanıyor. Bu tür yazılı ve görsel analizleri takip edenler, Sudan'ın yasal ve anayasal olarak meşru bir kurumu ile paramiliter bir oluşum arasındaki sıfır toplamlı bir çatışma olarak görünen mevcut krizinden nasıl çıkacağını anlamakta hayrete düşüyor. Söz konusu oluşum paramiliter olmasının yanı sıra eylemleri ulusal güvenlik kurumlarının çalışmalarını yöneten standartları da aşıyor. Bu standartların en önemlileri, halkın yararına çalışmak, vatandaşların güvenliğini korumak ve kaynakları muhafaza etmek. Her ikisi de Hızlı Destek Kuvvetleri’nin çalışma yönteminde tamamen yok gibi görünüyor. Hastaneleri işgal etmek, ilaçları, ambulansları, devlet tesislerini yağmalamak, korunmak için yerleşim yerlerine sığınmak, elçiliklere baskın yapmak gibi eylemler failinin niteliğini gösteriyor.
Bir insanın yaşadığı krizin sorumlusu olarak gördüğü tarafların ortadan kaldırılmasını talep etmesi kolaydır, ancak bu kolaylık mutlaka herkesin dokunduğu bir gerçeklik olmaya uygun olmayabilir. Bu noktada, krizin iki tarafının her birinin doğası arasındaki farkı hesaba katmak daha iyidir. Taraflardan her birinin hukuki ve anayasal konumu, tarihsel rolü ve ne ölçüde kanunla tanımlanmış hak ve görevlere sahip ve bunlara bağlı bir kurum olduğu, devletin, güvenliğinin ve egemenliğinin temel direklerinden biri olup olmadığı hesaba katılmalı. Bu kriterlerin dikkate alınması, suçlu ile hak sahibini eşitleyen hayali bir çözüm değil, uygun bir çözüm çağrısında bulunulmasına yardımcı olur. Kamuoyuna hitap eden ve onu bilinçlendiren kişi, çoğu kez olayları olduğu gibi betimleme özgürlüğüne sahiptir. Görüşünü sunarken diplomatik veya belirsiz olmaktan bağımsızdır.
Hiç şüphe yok ki Sudan'daki durum karmaşık ve krizin iç ve dış kaynakları çok sayıda. Savaşın mevcut durumuna ulaşmasında her türden, oluşumdan ve ideolojiden sivil gücün sorumluluğu, büyük ve doğrudan. Bir bölümünün Hızlı Destek Kuvvetleri'nin safını tutmaları, ulusal anayasal bir kurum olan orduya boyun eğdirdikten sonra sivil yönetimi getireceğini sanmaları çok büyük bir yanılgı. Sivil yönetime ve demokratik geçişe önem verdiğini iddia eden hiçbir sivil güç, akım veya örgüt bu yanılgıya düşmemeliydi. Dolayısıyla Nisan ortasından bu yana gördüğümüz şekilde Sudan'ı yıkıma götüren bu yanılsamalardan geri adım atılması kaçınılmaz. Zira yıkım uzayacak ve onunla birlikte Sudanlıların acıları ve sıkıntıları da uzayacak gibi görünüyor. Arzu edilen geri adım, açıkça, bu kötü aşama atlatılana kadar Sudan devlet kurumlarına ve kamu düzenini yeniden tesis etme çalışmalarına ulusal bir vicdanla ve tereddüt etmeden fiilen desteklemek anlamına geliyor.
Bu aşamada, sivil güçlerin, tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi devletin ve asayişin temel direklerinden biri olan ordu kurumunun yanında durması, meşruiyetten yoksun diğer tarafı tüm desteklerinden mahrum bırakması, Sudan'ın gerekçe olarak kullanılsa da hiçbir fayda sağlamayan bazı alternatiflerden kaçınmasının iki temel şartı. Ülke dışında yaşayan ve (ismen) insan haklarıyla ilgilenen Avrupalı kurumların himayesinde yaşayan Sudanlı siyasi aktivistlerin, çeşitli küresel ve Afrikalı örgüt ve devletlerin, kolektif barışçıl girişim ve çabaları biçimindeki mevcut uluslararasılaşmayı göz ardı ederek, zorunlu uluslararasılaşmayı bir alternatif olarak önermeleri endişe verici. Ülkelerinde olup bitenlerin hem bölgesel hem de uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit oluşturduğuna, ciddi insan hakları ihlalleri içerdiğine ve her iki taraftaki savaş liderlerinden kurtulmanın tek yolunun bu olduğuna dayanarak, BM Antlaşması’nın 7’inci bölümü temelinde zorunlu uluslararası müdahale çağrısında bulunuyorlar.
Kendi halkına saygı duyan, BM kararlarıyla desteklenen uluslararası müdahalenin siyasi ve insani trajediler, kaos, kurumlarda başarısızlık, kaynakların sınırsız bir şekilde yok edilmesi açısından neler getirdiğini gören hiç kimse tarafından böyle bir öneri dillendirilmemeli veya talep edilmemeliydi. BM tarafından üzerinde anlaşmaya varılması halinde hayata geçirilecek zorlayıcı müdahalenin ne uygulanmasının ne de sona erdirilmesinin kolay olmadığından bahsetmiyoruz bile. Her halükarda müdahaleler ülkenin kişiliğini tasfiye ediyor, siyasetçilerini kuşatıyor, zenginliğini uluslararası vesayet altına alıyor, kısacası çok büyük felaketler taşıyorlar. Bu tür zorlayıcı uluslararası müdahaleye maruz kalan Arap vakaları derslerle dolu.
Bazı Sudanlı aktivistler arasındaki umutsuzluk duygusunun ve bir şey yapamamanın onları bu tür çok tehlikeli alternatifler düşünmeye ittiği açık. Aynı zamanda BM Antlaşması’nın 7’inci bölümüne başvurmanın pratikte, Güvenlik Konseyi'nde veto hakkına sahip 5 gücün böyle bir konuda anlaşma olasılığının önüne geçen pek çok engelle karşı karşıya olduğu da doğru. Bu da BM'nin savaş krizini kontrol altına almak, ulusal kurumların rollerine halel getirmeden veya doğal varlıklarını yok etmeye çalışmadan Sudan'ı yeniden doğru yola sokacak bir siyasi süreç başlatmak için yürütebileceği ciddi çabalara dair soruları gündeme getiriyor. Bu noktada, BM Misyonu'nun mevcut askeri çatışmaya kaymayı önlemek için ne yaptığını sormak gerekli görünüyor. Belirli bir geçiş döneminin ardından, uluslararası ve Afrikalı garantilerle sivil yönetime köklü bir geçişin kapısını aralayacak olan bir çerçeve anlaşmaya varılmasında uluslararası, Afrikalı ve Arap tarafları desteklemekte önemli bir rol oynadığını söyleyenler olabilir. Ama bu söz çürütülmeli, zira BM’ye bağlı yardım kuruluşlarının rollerini göz ardı etmesek de, BM Misyonu'nun siyasi rolü krizin doğrudan nedenlerinden biri. Misyon, diğerlerine karşı belirli sivil tarafların yanında yer aldı, sivil güçlerin çoğunun öne sürdüğü ve bizzat çerçeve anlaşmasının zayıflığını ortaya koyan çekinceleri göz ardı etti. Silahlı kuvvetlerin Hızlı Destek Kuvvetleri’ni makul bir süre içinde orduya entegre etme taleplerine karşı tarafsız kalmadı.
Sudan Egemenlik Konseyi Başkanının BM Misyonu Başkanının değişmesi talebi, Misyonun artık önemli, temel ve egemenlik sembolizmini taşıyan bir tarafın güvenini kaybetmesi açısından önemli bir gelişme. BM Genel Sekreteri'nin bu koşullar altında Misyon başkanını değiştirmemekte diretmesinin isabetli olmadığına, gelecekteki herhangi bir siyasi süreçte BM’nin rolünü zayıflatacağına inanıyorum. Birçok BM özel temsilcisinin Suriye, Yemen ve Libya krizlerindeki deneyimleri, bu temsilcilerin bazılarının performansında görülen denge ve tarafsızlık eksikliğinin, krizin çözümünün değil, devamının bir parçası olduğunu ve öyle olmaya devam ettiğini gösteriyor. Pek çok örnekte Guterres ve ondan önceki genel sekreterler, Misyon başkanını değiştirmek zorunda kaldılar ve görevinde kalması konusunda ısrarcı olmadılar. Bu nedenle, Guterres’in mevcut tutumu BM özel temsilcisinin çalışmalarını yöneten standartlarla çelişiyor. İnatçılık genellikle fayda etmez.