“Yüzde 99 benimleysen, o zaman benimle değilsin.” (Eski İsrail Başbakanı Golda Meir).
Birleşmiş Milletler’in (BM) eski Genel Sekreteri Dr. Boutros Boutros-Ghali’nin ‘Cam Evde 5 Yıl’ adlı kitabında dile getirdiği bu sözler, İsrail’in dış taraflarla olan ilişkilerinde ve pozisyonlarında değişmez ve daimi bir kanaate sahip olduğunu göstermektedir. Bunlar, ana müttefiki ABD ile aynı çizgide seyreden pozisyonlardır. ABD diplomasiye pek inanmaz. Zira güç yeterlidir. Yalnızca zayıflar diplomasiye bel bağlar.
Geçtiğimiz 24 Ekim Salı günü Ortadoğu’daki duruma ilişkin yapılan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi oturumunda, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in brifingini dinledik. Guterres, Hamas Hareketi’nin 7 Ekim’de Gazze’yi çevreleyen yerleşim yerleri ve beldelere başlattığı saldırının ‘durup dururken olmadığını’ söyleyerek Filistin halkının ‘56 yıldır boğucu bir işgalin altında olduğuna’ dikkat çekmişti. Filistinlilerin devam eden işgal altında acılar çektiğini ve topraklarının yerleşim yerleri tarafından yutulmasına, ekonomilerinin bastırılmasına, topraklarından atılmalarına, evlerinin yıkılmasına ve içinde bulundukları zor duruma adil bir siyasi çözüm bulma umutlarının kaybolmasına tanık olduklarını söylemişti. Bununla birlikte Genel Sekreter, Hamas Hareketi’ne işaret ederek, sivillerin canlı kalkan olarak kullanılmasını kınayıp bunun bir savaş suçu olduğunu da vurgulamıştı. Hamas’ın İsrail’de başlattığı saldırıları güçlü bir şekilde kınayarak bunun haklı bir tarafının olmadığını belirten Guterres “Filistin halkının haklı şikayetleri, Hamas’ın korkunç saldırılarını haklı çıkaramayacağı gibi, bu korkunç saldırılar da Filistin halkının toplu olarak cezalandırılmasını haklı gösteremez” demişti.
Burada Guterres’in Gazze’de olup bitenler konusunda cümlelerini ve ifadelerini büyük bir özenle seçmeye çalıştığı görülüyor. Guterres, İsrail’in iddialarına göre, Filistin hareketinin sivilleri canlı kalkan olarak kullanarak ‘savaş suçu’ işlediğini söylese de neredeyse BM’nin yayınladığı tüm raporların İsrail’i açıkça savaş suçları işlemekle ve uluslararası insan hakları hukukunu alenen ihlal etmekle suçladığını söyleyebilirim. Guterres’in açıklamasında Hamas’ı da suçlamaya yer ayırmasına rağmen sözleri İsraillileri kızdırdı. Hükümet, BM Genel Sekreteri’nin İsrail’e yapmayı planladığı ziyareti iptal etme kararı aldı ve bunun yanında başka adımlar da attı. İsrail’in BM Daimi Temsilcisi Gilad Erdan, Guterres’e görevinden istifa etmesi çağrısında bulundu. Dışişleri Bakanı Eli Cohen onu gerçeklikten kopuk olmakla suçladı. Bu gazetede yer alan bir habere göre, geri adım atıncaya kadar dünyanın çeşitli ülkelerinde ve medyada Guterres’e karşı saldırı kampanyalarının başlatılması talimatını verdi. Ancak İsrail Guterres’e yönelik sert tutumunda kendisine destek veren tek bir ülke bile bulamadı. BM’nin temsilcilerine karşı işlenen suçların örneklerinden yalnızca bir tanesine burada işaret etmek isteriz. 17 Eylül 1948’de aşırılık yanlısı Siyonist Stern çetesi, İsveçli diplomat ve BM’nin Filistinliler ile İsrailliler arasındaki müzakere elçisi Kont Folke Bernadotte’ye suikast düzenlemişti.
Buradaki soru, BM Antlaşması maddeleri ve İsrail temsilcisinin Genel Sekreter Guterres’i hedef alırken yaptığı açıklamalarla ilgilidir. BM Antlaşması’nın Genel Sekreterliğe ilişkin 15’inci bölümün 100’üncü maddesinin ikinci fıkrasında şu ifadeler yer alır:
“Örgüt üyesi her ülke, Genel Sekreter’in ve personelin görevlerinin sadece uluslararası niteliğine saygı göstermeyi ve görevlerinin yapılması sırasında onları etkilemeye çalışmamayı taahhüt eder.”
Eski BM Genel Sekreteri Dag Hammarskjöld, 40 yılı aşkın bir süre önce bu maddeyi okuduğunda, bunun anlaşmada yer almasının amacının, BM’nin sadece bir hükümet kuruluşu değil, üyelerinden bağımsız uluslararası kimliğe sahip bir kuruluş olduğunun teyidi olduğunu söylemişti.
Peki, soruyoruz: İsraillilerin açıklamaları BM Genel Sekreteri’ne eleştiri yöneltmekle mi sınırlı, yoksa temelde BM’nin kendisine mi yönelik? Bunun sebepleri neler?
İsrail’in doğum belgesini, Kasım 1947’de çıkarılan ve Filistin’i Arap ve Yahudi olmak üzere iki devlete bölen 181 sayılı BM Genel Kurulu Kararı ile BM’den aldığını da burada hatırlatmak yerinde olacaktır.
BM raporlarının hepsi olmasa da çoğu, İsrail’in uluslararası insan hakları hukukuna ilişkin ihlallerini ve savaş suçları işlemesini kınıyor. BM Genel Kurulu 1975 yılında, Siyonizm’in bir ırkçılık türü olduğuna ilişkin 1991 yılına kadar yürürlükte kalan bir karar çıkarmıştı. İnsan Hakları Komisyonu, Filistinli grupların terör örgütü olarak sınıflandırılmasını haksız bularak buna karşı çıkmıştı.
Gazze savaşında şaşırtıcı olan şey, Cezayir Kurtuluş Örgütü’nü terörist bir grup olarak nitelendirirken en nihayetinde Cezayir’in bağımsızlığı ile sonuçlanan müzakere masasına bu örgütle oturduğunu unutan Macron’un liderliğindeki Fransa gibi bazı ülkelerin Batılı ülkelerin çoğuna katılarak ‘Hamas Hareketi’ni terörist bir grup’ olarak sınıflandırmasıdır. Bütün bunlardan daha da kötüsü, Alman halkının kabul ettiği ve demokratik bir şekilde iktidara getirdiği Nazizm olmasaydı İsrail devleti diye bir şey olmayacakken Almanya’nın Gazze savaşındaki tutumudur.
Ekim ayı sonunda alınan son BM Genel Kurulu kararında görüldüğü gibi; ezici bir çoğunluk (120 üye) Arap Grubu'nun Gazze Şeridi’nde ‘acil insani ateşkes ilan edilmesi’ yönündeki karar tasarısına olumlu oy verdi. Oylamanın sonucu Batılı ülkeler arasındaki bölünmeyi gözler önüne serdi. Fransa karara destek verirken, Almanya, İtalya ve İngiltere oylamada çekimser kaldı. Avusturya ve ABD ise karara olumsuz oy verdi. Arap ülkelerinin bunlardan ders çıkarıp gelecekte Ukrayna krizi BM’de oylamaya sunulduğunda bunları hatırlaması gerekiyor.
Batılı ülkelerde kamuoyuna, hükümetlerinin krize ilişkin tutumunu etkileyip onları çifte standarttan vazgeçirmeleri hususunda büyük umutlar bağlanmış durumda.