Son elli yılda, Henry Kissinger'ın uluslararası düzeyde İsrail'e en yakın, İsrail'i en çok destekleyen ve çıkarlarını koruyan kişi olduğu yönünde bir kanaat oluştu. Nitekim İsrail'in gafil avlandığı 1973 Ekim Savaşı patlak verir vermez, dışişleri bakanı ve ulusal güvenlik danışmanı, başkanı Richard Nixon'u İsrail'e her türlü siyasi ve askeri desteğin sağlanması gerektiğine ikna etmek için acele etti. Böylece ABD, ateşkesi kabul etmesi ve kendisi ile Mısır ve Suriye arasında müzakerelere başlaması konusunda İsrail’i etkileyebilirdi.
İç siyasi sorunlarının başladığı bir dönemde olan Nixon, bu mantığı kabul etti ve böylece Kissinger Amerikan yönetiminin pozisyonunun kontrolünü ele geçirdi. Öncelikle İsrail savaş çabalarının muharebe alanında inisiyatifi yeniden kazanmak için ihtiyaç duyduğu tüm zamanı ona kazandırmaya gayret etti. Ayrıca İsrail için uygun bir zaman dışında Güvenlik Konseyi'nin ateşkes kararı almasını da engelledi ve askeri durum İsrail lehine olgunlaşana kadar bu kararın alınmasını engellemek için Moskova’ya karşı manevra yapmaya devam etti.
Kissinger, İsrail'in savaş durmadan önce kendisine avantaj sağlayacak ilerlemeyi sağlaması için ihtiyaç duyduğu her şeyi sağlayacak devasa bir hava köprüsü kurdu. Sovyetlerin savaşı etkileyebilecek şekilde savaşa müdahale etmesini önlemeye de gayret etti.
Onun ateşkes talebi, Mısır'ın İsrail kuvvetlerinin 1967 hatlarına çekilmesini talep eden pozisyonunu kabul etmek yerine, İsrail "kuvvetlerinin bulundukları yerlerde" kalmaları için uygun bir zamanda yapıldı. Mısır'ın, BM’nin Gazze'de sorumluluğu üstlenmesi ve uluslararası barış konferansı organize etmesi şartıyla, BM’nin denetimi altında seyrüsefer özgürlüğünü garanti etmeyi teklif ettiğini de unutmayalım.
Aralarında çok sayıda dışişleri bakanının da bulunduğu bir Arap heyeti, savaştan kısa süre sonra Washington'a giderek 4 Haziran hatlarına çekilmenin takip edeceği bir ateşkes talebinde bulundu. Bu talep, kuvvetlerin bulundukları mevzilerde kalıp geri çekilmeyecekleri bir ateşkes için yapılan ısrarla ve daha sonra 242 sayılı kararın uygulanması için "çalışma" vaadiyle karşılandı. Kissinger, Moskova ve BM’nin barışa ulaşma çabalarından uzak tutulması ve sembolik bir rol üstlenmekle yetinmelerinin gerekliliği konusunda diretti. Bu sırada Avrupa’nın doğrudan müdahale etmeden, çabalarına desteğini garanti etmiş olduğunu da unutmayalım. İsrail ile Mısır arasındaki askeri görüşmelerde ilerleme kaydedildiğinde, Tel Aviv'den bu ilerlemeyi kontrol etmesini istedi, aksi halde Arap tarafının beklentilerini yükselteceğini söyledi.
Cenevre Konferansı'nın düzenlenmesine ilişkin düzenlemelerin tartışılması sırasında, İsrail'e, konferansın yalnızca ikili olarak varılması gereken anlaşmaların onaylanacağı bir yer olacağı konusunda taahhütte bulunmaya gayret etti. Diğer uluslararası tarafların rolünün sembolizmini pekiştirdi.
Sonraki müzakereler sırasında Kissinger, İsrail'e güvence veren ve daha sonraki Amerikan yönetimlerine uzun süre miras kalan taahhütleri içeren gizli Amerikan mesajları göndererek zor noktaları aşmayı amaçladı.
Filistin Kurtuluş Örgütü, İsrail'in var olma hakkını tanıyana, 242 ile 338 sayılı kararları kabul edene, terörizmi reddedene ve Arap taraflara herhangi bir fikir sunmadan önce İsrail ile önceden koordinasyon sağlama sözü verene kadar Washington'un Filistin Kurtuluş Örgütü'nü tanımayacağını veya onunla müzakere etmeyeceğini taahhüt etti. Buna ek olarak, İsrail'in kendisi ile Suriye arasındaki nihai sınırlara ilişkin tutumuna daha fazla ağırlık vermeyi de taahhüt etti.
Kissinger, Washington'un barış sürecine liderlik ettiği hatta sahip olduğu bir formülün temelini attı. İsrail'in müzakerelerle ilgili herhangi bir şeyi veto etme hakkını kabul etti. Bu da daha sonra İsrail'in özellikle Filistin toprakları ile onların mevcut sahipleri arasındaki ayrım ve geçiş aşaması veya aşamalarıyla ilgili önerdiği kavramların kabul edilmesine yol açtı.
Bu kavramların hepsi, Filistinli ve İsrailli taraflar arasında barışı sağlama çabalarının tüm yönlerine hakim oldu ve bu da nihai bir çözüme ulaşılmasını etkili bir şekilde engelledi. Böylece İsrail, Oslo Anlaşması'ndan bu yana geçen 30 yılı nihai çözümü engellemek için harcadı. Bir aşamadan diğerine geçişi engellemekle kalmadı, imzaladığı taahhütlerin çoğundan da döndü.
Bugün, özellikle Gazze'de olmak üzere Filistin halkına karşı yürütülen soykırım savaşı ve iki devletli çözüm konusunda tanık olduğumuz artan uluslararası fikir birliği ışığında, bu çözüme ulaşma çabalarının başarısızlıkla sonuçlanmasına yol açan tüm neden ve etkenleri gözden geçirip, zaman ve emek israfını önleyecek yeni temellerin atılması için çalışmak gerekiyor. Bu da öncekinden farklı bir barış yolunun yeniden inşa edilmesini gerektiriyor. Bu başarılmadıkça İsrail, uluslararası toplumun hemfikir olduğu ve ihtiyaç duyduğu çözüme ulaşamadan, zaman kazanmak için uluslararası çabaları kullanmaya devam edecek.