İslam, aşkınlığı kendi bünyesinde taşıyan ve ilahi inayetin yeryüzündeki en mücessem hali olarak tezahür eden bir hakikattir. İslam, Allah’ın insana yeryüzü serüveninde yol gösterici ilkeler gönderdiği bir din/yaşam biçimidir. Bu yaşam biçimi ise ilahi kaynağa atfen doğru anlaşılabilir. Bu yüzden İslam modern bağlamı içinde değil ama aşkınlık düzlemi içinde nesnel bir hakikattir. Bu hakikatin izdüşümü insanda doğal olarak mevcuttur. İnsanın sahip olduğu vicdan ve iyilik duygusunun varlığı bu aşkınlığın birlikteliğini ve ortak doğasını işaret eder.
İslam, Allah tarafından insanlara gönderilmiş bir din olma özelliği sayesinde insanlar için aşkın bir düzeyde durmaktadır. Bu yüzden İslam tekele alınamayacak bir özellik taşır. Bu yüzden kimse dinin sahibi olarak davranmak gibi temel bir imtiyaza sahip olamaz! Bu haddi aşmak olduğu gibi tanrıcılık oynama arzusunu da deşifre eder. Tarih boyunca İslam bu özelliğini her zaman korumuştur. İslam’a dışarıdan eklenecek ve saptırıcı bir rol üstlenecek her durum şiddetle reddedilmiştir. Vahyin kendisi de bu durumu reddedecek ayetler ile dopdoludur. Şirkin bütün türevlerini reddeden İslam, kendisi üzerinden bir şirk unsuru barındırmasını ise ilelebet reddedecektir. O yüzden ilahi vahyin kötü emellere konu edinildiği her zeminde yeni bir peygamber gönderilerek bu durum düzeltilmiştir.
İslam’ın nesnelliği aşkınlığında saklıdır. Aşkınlığı sayesinde bütün insanlara eşit mesafede durmaktadır. Herhangi bir insanın İslam’a aidiyeti yasaklanamaz bir gerçekliktir. Her insan İslam’a dâhil olabilir ve ondan beslenerek ilahi inayete açık bir yapı arz edebilir. Bu ilahi inayet üzerinden kendini istikamet üzere sağlam bir zemine yaslandırarak ilahi rızaya talip olabilir. Bu istisnasız her insan için geçerli bir yol ve yolculuktur. Yolun güvenliği ise yoldaki yolcunun samimiyeti ile orantılı bir şekil alacaktır. Samimiyet ve yolun ilkelerine bağlılık ile yolculuğu iyi niyet üzerinden sadakat ve samimiyet ile sürdürdüğü zaman yoldan çıkması da beklenemez! Her insan yola girdiği gibi yoldan çıkabilme istidadı da taşımaktadır. Bu durumun kendisi İslam için nesnel bir zeminin neye tekabül ettiği konusunda bize bir fikir verecektir.
Yöntem açısından da İslam, kendi nesnel zeminini kurmuştur. Beşeri olma vasfını dışarıda tutarak kendi nesnel zeminini garanti altına almıştır. Beşeri düzlemin devreye girdiği yerde ise öznel bir karakter taşıyacağı için bağlayıcı olma vasfını kaldırmaktadır. Öznellik kişisel bir deneyimi ve beşeri bir özelliği taşıdığı için bir başka beşer açısından bir zorunluluk addetmemektedir. Bu olgu doğru anlaşıldığı zaman İslam açısından nesnel zeminin dayanağı ve durduğu zemini de işaret eder. Ayrıca İslam, ilahi vasfını koruma konusunda nübüvveti devreye almış, gönderilen ayetlerin hangi düzlemde anlaşılması ve uygulamaya konu edinilmesi gerektiği konusunda da ortak bir idraki öğretmiştir. Bu yüzden ‘Subuti kati’ ve ‘Delaleti kati’ ilkeler üzerinden İslam yoruma kapalı bir özellik taşır. ‘Subuti zanni’ ve ‘Delaleti zanni’ durumlarda ise muhayyerlik ve yönteme bağlılık esas kabul edilmiştir. Bu durum nesnel zeminin durduğu yeri ve kararlılığını da bize gösterir.
Tarih boyunca bu temel ilkeler uygulana gelmiştir. İstisnai durumlar her zaman vardır. Bu yüzden tartışmaya mahal vermeme adına Ehli Sünnet yaklaşımı bu temel çerçeveyi bir ilke olarak kabul ederek tartışmalara yön vermeye çalışmıştır. Farklı mezhepler ve yaklaşımlar elbette ki vardır ve olacaktır da… Ama genel temayül ve doğru bakış ile doğru yöntem bize farklılığın farklı kültürlerin kabulü ile başlayan süreçte yine farklı bilgi süreçlerinin devreye girmesi ile birlikte ortaya çıkmış ve yapısal bir soruna zemin oluşturmaya başlamıştır. Ama çok kısa dönemler hariç genelde bu temel ilkeler korunmuş ve istikamet üzere olma hali devam ettirilmiştir. Tabi ki tarihsel süreç ve insanların tabiatlarının yapı bozumuna uygun özelliği sayesinde en doğru zeminler bile yanlışa kapı aralanacak şekilde zorlanmaktadır. İktidar kaygısı, ticari kazanca yönelik ihtiraslar veya toplumsal statü yüzünden bazı temel ilkeler zedelenmeye çalışılmıştır. Ama hakikat o kadar apaçık ve aşkınlığı sebebi ile de nesnel bir zeminde olduğu için bu sapmaları ve sapkınlıkları dile getiren ulema ve entelektüeller hep olagelmiştir.
Modern dönemde ise bambaşka bir zemin kurulmuştur. Aşkınlık tamamen reddedildiği için aşkınlığın sağladığı nesnel zeminde kaybolmaya yüz tutmuştur. Müslüman ülkelerin seküler düşüncenin sağladığı eğitim süreçleri ile müslüman nesilleri yetiştirmeye başladığı zemin ve zamandan bu tarafa geçmişle mukayese yapılamayacak kadar tehlikeli şirk çeşitleri devreye girmiştir. Örneğin, vahyin gaybi boyutu nedeni ile onu ispat edilemez bir zemine dair bir bakış olarak değerlendirerek sadece inancın konusu haline dönüştürerek onu sosyal ve bireysel yaşamdan çekilmesine imkân sağlamak… Bu vesile ile nesnel zemini ise ispat edilebilir bir durum olarak tanımlamaları ve deney ile gözlem üzerinden elde edilmiş bilgiyi işaret etmeleri, sonra da bu bilgi çeşitlerinin de aslında öznel bir karakter taşıdığını ilan ederek nesnel bir bilginin mümkün olamayacağını da ayrıca deklare etmektedirler. Bu zemin aslında bilginin doğru olma ihtimali ile yanlış olma ihtimalini eşitleyerek bir şüphe durumunu mutlaklaştırmaktadır. Bu zemin ise anlamın yitimi ile neticelenmektedir.
Modern düşünce çıkarı önceleyen ve kendi yararını öne alan bir yaklaşımı öne çıkartarak, iyi olanı da yokluğa tevdi etmektedir. Yapılacak iyi bir şeyin ise sana faydasının öne çıkarılmasını şart koşması da iyi olmanın doğasına yönelik bir tahribatı içerdiği konusu da ciddiyetle üzerinde durulmayı hak ediyor. Böylece insan, anlamı ve iyiyi kaybettiği gibi başkasını düşünmeyi de kaybetmiştir. Bu da o insanı yalnızlaştırarak onu kendi hapishanesine gönüllü yazılmasını şart koşmaktadır. Modern insanın yalnızlığının temeli de burada açığa çıkmaktadır.
İslam ise aşkınlığı sayesinde gücün belirleyiciliğinden uzak ve iyi olanı kendi doğal seyri içinde taşıyarak kendisini düşünmekten çok başkasını düşünerek kendisini kurtuluşa taşıyacak bir idrake sahip olarak bu yalnızlığı aşabilmeyi sağlamaktadır. İnsan hiçbir zaman yalnız olmayacaktır. Çünkü onun Rabbi her şart ve vasatta onun yanında olmaktadır. Yani Rabbin kulunu yalnız bırakmayacağı Rabb olmanın temel koşulu olarak tesmiye edilmektedir İslam tarafından… O yüzden insanın yalnız kalma durumu söz konusu bile edilemez! Bu da insanın tavır ve davranışlarını geliştirirken tam bir özgürlüğe ve tam bir özgüvene sahip olmasını mümkün kılar. Bu zeminde ‘Şart bağımlı’ bir insan olmaktan ‘Şart’ı inşa eden bir insan olarak temayüz edebilir. Bu da insanın yeryüzündeki varlığının anlamını tezahür ettirmesi bağlamında önemli bir yerde durmaktadır. İnsanın yeryüzündeki anlamı; ilahi rızaya matuf ve ulûhiyetin gözetiminde yaşadığının bilinci içinde varlığını iyiyi, hakikati, doğruyu ve adaleti ikame etmeye adamaktır. Bu ‘adama’ onun yolculuğunu işaret eder. Bu yolculuk boyunca da dikkate alması gereken şey, başkaları için yaptığı şeylerin kendi yolunu kolaylaştıracağı ve ilahi rızaya eriştireceği hakikatine tam olarak sadakatle bağlı olması gerektiğidir.
İnsan, modern veya modern dışı toplumların içinde varlık kazanmış olsun, vicdan sahibi bir varlıktır. Vicdan sahibi olmak demek ise kendi öznelliğini aşarak nesnel bir zeminde durup meseleleri ve olayları değerlendirebilme istidadının varlığını gösterir. İnsanın kendisi ile hesaplaşmasının zemini de bu vicdani özelliği sayesinde sağlanır.
Son Gazze katliamı bu durumu daha da gözler önüne sermiştir. Müslümanlardan çok batılı bireyler bu duruma karşı şiddetli bir tepki göstermeye başlamışlar ve bu vesile ile İslam ile tanışma durumu söz konusu olarak müslüman olmaya karar vermişlerdir. Son dört ayı geçkin bir zamandır, daha önce olmadığı kadar kişi batıda İslam ile müşerref olmakta ve müslüman olmaktadır. Bu da vicdanın her insan teki üzerindeki etkisini ve kültürlerin farklılığına rağmen kendi konumunu koruduğunu gösterir. İşte vicdanın insanın nesnel bir aşkınlığa sahip olabileceği gerçeğini kendisinin tecrübe etmesini sağlayarak ona kendisi olma imtiyazı sağladığı gerçeklik budur.
Vicdanın aşkın nesnelliğini kavrayan biri İslam’ın aşkın nesnelliğini de rahatlıkla kavrayabilir. Bu aşkın nesnellik sayesinde insanın umudu hep diri kalır. Ne kadar saparsa sapsın tövbe kapısının açıklığı ve vicdanının sesini dinlemeye başladığı andan itibaren saatin geri sarılacağı bir zemini ve zamanı yeniden gündemleştirebileceğini görür ve bilir. Bu da her insanın iman ile taçlanacağı bir zemini işaret eder. İman, vicdani duyarlılığı daha da yükseltir ve aşkınlıkla doğru ve sahici bir bağ kurmayı mümkün kılar. İlahi inayet ile yüzleşen kişinin ilahi aşkınlığı kendi tecrübesine konu edinerek ilahi varlığın esma ve sıfatları ile daha sahih ve sahici ilişkiler kurmasını mümkün kılar. İşte bu tecrübe ile birlikte vicdan ve iman şahlanarak bütün maddi unsurları aşan ve maddi unsurları yeniden biçimlendirmeye yarayacak bir olgunluğa ulaştırır. Rabbin her daim yanında oluşunu bilen ve idrak eden biri, her davranışında ilahi rızayı eksene alır ve sadece iyiliği çoğaltan bir özelliği kaim ve daim eyler.
Modern düşüncenin görelilik üzerinden ürettiği müphemliği aşarak nesnel bir zemine yaslanan mümin kişi, iradesini güçlendirerek kötülüğün her türlüsünü reddederek onu yokluğa tevdi etmenin yolunu ve yordamını bulur. Kötülükle savaşır. Kimden gelirse gelsin, kötülüğün karşısında yer alır. Bu yüzden temel ilke; ‘kötülüğe davette itaat yoktur’.
Anlamın ve iyinin yeniden yaşam tarzımıza geri dönüşünü sağlamak için gereken temel vasat; aşkın nesnelliği yeniden idrak etmek ve onu hayatın nirengi noktası kılmaktır. Bu aynı zamanda ilahi inayetin varlığının kesintisiz devam ettiğinin göstergesi olarak insanın aşkınlıkla kuracağı bağın zeminini de inşa edecektir.
Ey insan! Tercih senin… İstersen, müphemliği seçer ve anlam ile iyi olanı reddedersin… İster, aşkın nesnelliği/İslam’ı seçer ve anlam ile iyi tercih ederek hayatını hakikatli hale dönüştürerek hakikatin izdüşümü kılarsın… (iyi, kavramı, günlük kullanımın dışında kullanılmaktadır)
Ey insan; uyarılmadım deme…