Gazze dışındaki Hamas liderliğine yakın bazı kişiler, Aksa Tufanı operasyonunun planlanmasının birtakım temellere dayandığını, bunların en önemlilerinden birinin de “arenalar birliği” olduğunu söylüyor. Arenalar birliği, İran'a bağlı direniş ekseni milislerinden her birinin İsrail ordusunun dikkatini dağıtmak, şaşkına çevirmek ve ona kaldıramayacağı kayıplar verdirmek için kendi cephesinden İsrail’e ateş açması anlamına geliyor. Aksa Tufanı saldırısının düzenlenmesinden sonra, Tahran'daki sorumlularla perde arkasında mutabakata varıldığı gibi, diğer cepheler savaşa girmediği için bu plan bozuldu. Bu ise İsrail ordusunun sadece Hamas savaşçıları ile savaşmasına katkıda bulundu ve öldürerek, yok ederek ve yerinden ederek Gazze halkına istediği zararı vermesine olanak tanıdı.
Tufan saldırısından sonra Hizbullah'ın Lübnan'daki Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın konuşmalarındaki, "Hayfa ve Hayfa'nın ötesini" vurma ve Kudüs'te namaz kılmaya hazırlık olarak İsrail'i yok etme tehdidi, askeri operasyonlara ve İsrail'in üyelerini gizlice dinlemesini önlemek için cep telefonu kullanılmaması talimatına kadar geriledi. Husilerin, İsrail ve dünya üzerinde baskı kurma aracı olarak Babu’l Mendeb'te ticari gemilere yönelik eylemleri ile sınırlı kaldı ve ABD-İngiltere’nin Husi mevzilerini korkunç bir şekilde bombalamasının ardından durduruldu. Irak'taki Haşdi Şabi milislerinin saldırıları, İsrail'e bile ulaşamayıp, Irak topraklarındaki Ramsa yakınlarında düşen üç füze ile sınırlı kaldı. Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaani'nin Hasan Nasrallah'a İran'ın savaşın kapsamını genişletmeye çalışmadığı ve Dini Lider Ali Hamaney'in Hizbullah'ın Lübnan'daki konumunu koruma ve İsrail ile "taş üstünde taş bırakmayacak" bir savaşa karışmaması arzusunda olduğunu ilettiği de artık sır değil. Bunun ardından Hizbullah medyası İsrail'in devam eden saldırılarına yanıt verilmemesini, stratejik sabır ve uygun yer ve zamanda karşılık verme ifadesi ile haklı göstermek için harekete geçmişti.
Şam'daki İran konsolosluğunun vurulmasına misilleme olarak düzenlediği askeri operasyonu ile İran, kapsamlı bir savaş başlatmadan kendi evinde, silahlı kolları ve destekçileri arasında itibarını bir miktar da olsa korumak istedi. Binyamin Netanyahu'nun, Gazze'de işlenen korkunç suçlar nedeniyle kendisine ve ülkesine yönelik küresel çapta oluşan muhalif iklimi değiştirmek, ülkesini yeniden kurban olarak konumlandırmak için böyle bir operasyondan faydalanmasını ise umursamadı. Gerçek şu ki İsrail, İran saldırısının ardından Refah'a saldırıp Filistinlileri öldürme, yerinden etme ve topraklarını boşaltmakta çok ileriye gitme hakkını kendisinde görebilir ve kimse de ona itiraz etmeyecek ya da engel olmayacak. Gökyüzünü aydınlatarak İsrail'e doğru ilerleyen onlarca İran füzesini tüm dünya televizyon ekranlarından canlı olarak izlerken, İsrail’e nasıl itiraz edilebilir veya engel olunabilir ki? Ekranlara kilitlenen bu dünya, İran'ın operasyonlarından saatler önce insansız hava araçları ile füzelerin savaş başlığı ve patlayıcı taşımadığını bildirdiğini, dolayısıyla saldırının yönetmenlik ve gerçekçilik efekti açısından düşük seviyeli bir Hollywood gösterisinden başka bir şey olmadığını görmezden geldi. Böylelikle, öncelikle İran'ın İsrail ile bir savaş istemediği, Filistin davasının ve Kudüs'ün özgürleştirilmesinin bölgedeki rolünü güçlendirmek için kullandığı bir kart olduğu ortaya çıktı. Bunun Aksa Tufanı’nın ardından arenalar birliği planının uygulanmasının engellenmesinden ve son teatral İHA ve füze saldırısından daha net bir delili yok.
İkincisi, İran’ın, bölgedeki rolünü pekiştirmek adına halkları, şehirleri, kültürleri ve ekonomileri feda etmeye hazır olduğu, projelerini yarattığı kollarla hayata geçirmeye çalışacağı, bunların yıkıma, açlığa, yoksulluğa yol açmasını sorun etmeyeceği açığa çıktı. Kanıt isteyenlerin tek yapmaları gereken Lübnan'dan Suriye, Irak, Yemen ve Filistin'e kadar İran'ın kontrol ettiği ülkelerin durumunu gözden geçirmektir.
Üçüncüsü, İran rejimi açısından en önemli konunun Lübnan, Suriye ve Irak'taki kazanımlarını korumak olduğu ortaya çıktı. Safevi devletinin kuruluşundan bu yana arzuladığı şey de budur; ülkeleri ve halklarını korumak değil, İran'ın hayal ettiği kazanımları korumak.
Batılı bir uluslararası ilişkiler uzmanı, İran rejiminin Araplar üzerinden İsrail'e karşı direneceğini, ancak bu amacının önünde engeller olduğunu söylüyor. Bunlardan belki de en önemlisi, rejimin İran halkı da dahil olmak üzere halkların enerjisini tüketmesi ve karşılığında sloganlardan, vaatlerden ve yaşam standardında önemli bir gerilemeden başka bir şey sunmaması. Dini Liderin bu dünyadan ayrılacağı gün, belki de istisnasız tüm tek liderli teokratik rejimlerde olduğu gibi, değişimin ve halkın kendi koşullarını gözden geçirip, olup biteni düzeltmesinin günü olacak.
İran saldırısından sonra yaklaşık bir hafta Ortadoğu ve dünyanın büyük bir kısmı, İran'ın 13 Nisan saldırılarına İsrail'in söz verdiği gibi gerçekleştireceği misillemeyi gergin bir şekilde bekledi. İsrail’in yanıtı, geçtiğimiz cuma akşamı erken saatlerde İran'ın İsfahan ve Tebriz şehirlerinin yakınlarını hedef alan İHA saldırıları şeklinde geldiğinde, Washington ile Avrupa ve Ortadoğu başkentlerinde kolektif bir rahatlama yaşandı.
İsrailliler, İran'ın merkezindeki İsfahan kenti yakınlarında bir askeri hava üssünü vurdu ve İranlı yetkililer, İsfahan'ın yaklaşık 500 mil kuzeyindeki Tebriz bölgesinde başka bir İHA grubunun düşürüldüğünü söyledi. Ancak İran, herhangi bir İsrail savaş uçağının hava sahasına girdiğini veya ağır bombardımanların gerçekleştirildiğini bildirmedi; sadece çok az bir zararın oluştuğunu ifade etti. Saldırının kayda değer bir zarara yol açmaması ile aynı derecede önemli olan bir diğer husus, her iki taraftan da kışkırtıcı açıklamalar gelmemesi olabilir. En azından şimdilik, çok korkulan gerilimin tırmanmasından ve daha geniş çaplı bir savaştan kaçınılmış görünüyor.
Öte yandan İsrail saldırıları, Beyaz Saray'ın istediğinden daha fazlaydı. Zira Başkan Joe Biden, hafta boyunca pek çok gözlemci tarafından tekrarlanan bir ifadeyle, kendisi ile yaptığı telefon görüşmesinde İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu, İran saldırılarına karşı yapılan mükemmele yakın savunmaya atıfta bulunarak, "kazanılan zafer” ile yetinmeye teşvik etmişti. Nitekim İran saldırısı, belki de küresel kamuoyunda İsrail'e yeniden destek kazandırdı ve İsrail'in kapsamlı ve benzeri görülmemiş bir İran saldırısının kurbanı gibi görünmesini sağladı.
Ancak İsrail misillemede bulunmama konusunda bir bakıma Beyaz Saray'ı görmezden geldiyse de diğer bakımdan cuma günkü misilleme, sınırlı bir saldırı çağrısına yanıt verdiğini gösterdi. İHA saldırıları birçok kişinin korktuğundan çok daha yumuşak ve Netanyahu ile savaş kabinesinin riskleri anladığını ve Washington ile başka yerlerden gelen mesajları dinlediğini gösteren bir karşı vuruştu.
Ancak hükümetin resmi bir yorumda bulunmayışı, aynı zamanda İHA saldırılarının İsrail'in İran saldırılarına tam yanıtı olduğunun henüz netleşmediği anlamına da geliyor. Yani intikam henüz bitmemiş olabilir. New York Times gazetesi de pazartesi günü, İsrailli liderlerin Tahran yakınları da dahil olmak üzere İran genelinde çok sayıda askeri hedefi vurmayı tartıştığını, ancak sonunda büyük bir hasardan kaçınan ve en azından şimdilik gerilimin tırmanması olasılığını azaltan daha sınırlı bir saldırıyı tercih ettiklerini bildirdi.
Her halükârda bundan sonra İsrail ile İran arasında onlarca yıldır aralıklı olarak sürdürülen uzun vadeli “gölge savaşa” geri dönülecek. İsrail, bu savaşta İran Devrim Muhafızları, figürleri, İran nükleer programı ve diğer İran kurumları ile bağlantılı hedeflere defalarca saldırdı ve bu tür saldırıları hiçbir zaman alenen üstlenmedi. Dolayısıyla cuma günü, buna benzer başka bir "gölge savaşı" saldırısı olabilir ve daha fazlası da gelebilir.
Buradaki büyük soru şu: İranlılar buna büyük bir misillemede bulunacak mı? Bundan sonra ateşkesin gerçekleşme ihtimali nedir? Bu savaş artık İsrail'in Hamas'a karşı savaşı meselesinin ötesine mi geçti? Emekli bir Batılı general bana şöyle cevap veriyor: “Önümüzdeki günler üç cephede sorunlara sahne olabilir; birincisi, İran'ın vekil güçleri, özellikle de 100 bin füzeye sahip Hizbullah cephesi. Bu cepheye dikkat edelim, füzelerin sayısı artabilir. İkincisi, Kızıldeniz'de ve Husiler cephesinde olup bitenleri takip etmeliyiz. Husiler, aldıkları darbelerden sonra tekrar harekete geçecekler mi? Son olarak da internette siber saldırılar şeklinde olası bir yüksek gerilimin yaşanıp yaşanmadığını araştıralım.
Her halükârda büyük çaplı bir yangın önlenebildi. Ancak “gölge savaşları” hâlâ devam ediyor.