Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Uluslararası Ceza Mahkemesi: Temenniler değil gerçekler!

Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcısı geçtiğimiz hafta İsrail Başbakanı ile Savunma Bakanına soykırım ve savaş suçu suçlamaları da dahil olmak üzere bir dizi suçlamada bulunarak, Gazze'deki savaşa ilişkin iddianamesini yayınladı. Aynı zamanda Hamas hareketi lideri, Gazze'deki Hamas lideri ve yardımcısına da benzer suçlamalar yöneltti. Bazıları terimi yanlış anlayarak iddianameyi bir “kınama” olarak anladı.

Uluslararası Ceza Mahkemesi, savaş suçlularının yargılanmasıyla ilgilenen ilk uluslararası mahkeme olarak bu yüzyılın başında kurulmuş bir mahkeme. Kendisini tesis eden temel anlaşmaya (Roma Statüsü) taraf ülke sayısı 145 ve ABD ile Rusya gibi bazı büyük ülkeler bu sayıya dahil değil. Yine taraf olmayanlar arasında İsrail (bu makalenin ilgilendiği nokta da bu) ve doğal olarak Hamas da var, çünkü bir devlet değil.

Roma Statüsü’nün girişinde şöyle denir: “Tüm halkları birleştiren ve bu hassas dokunun her an parçalanmasından endişe eden, hep birlikte ortak bir miras oluşturan ortak bağların bulunduğunu kabul ediyoruz.” Bu, ister küçük ister büyük olsun, insanın insanla sonsuz savaş içinde olduğunu önceden bildiren bir metindir, ancak metinler bir şey, gerçeklik başka bir şeydir.

Savcının iki tarafa, yani Hamas ve İsrail'e yönelik suçlaması, mahkemenin sunulan tüm suçlamaları kabul edeceği anlamına gelmiyor. Burada önemli olan kınamanın, mahkûmiyet kararının daha sonraki bir tarihte mahkemenin tarafları mahkûm etmeye yönelmesi durumunda vereceği karara kadar ertelenmiş olduğudur. Bu süreç de zaman alabilir. Mahkemenin ileride alacağı karar da büyük olasılıkla İsrail tarafı ile Hamas tarafının tüm eylemlerinin “savaş suçu” oluşturan eylemler olduğuna işaret edebilir.

Her iki tarafın da bu suçlamaları beğenmemesi doğaldır. Burada beni ilgilendiren husus, Arap tarafında Güney Afrika devletinin konuya ivme kazandırmak için attığı adımı övmek için çok fazla mürekkep harcanmış olmasıdır. Övgülerin çoğu duygu ile örtülü ve Filistin davasının kendi davası olması gereken Arap ülkelerinin hiçbir şey yapmadıkları yönünde suçlama noktasına varıyor. Arap kamuoyu bir bütün olarak bu gruba katıldı ve Arap hükümetlerine eylemsizlikleri için her türlü hakaret yağdırıldı. Bu, çoğu Arap kamuoyunu etkileyen duygusal bir olgu ve nedeni de duygusal politik eğitim ve meseleyi objektif bir şekilde, sunulması gerektiği gibi sunma cesaretini gösterebilecek seslerin eksikliği. İçinde yaşadığımız bu dünyanın ideal olmadığını veya mutlak hakkı desteklemediğini, çünkü hakkın dereceleri olduğunu, bunların arasına çıkarların ve ittifakların serpiştirildiğini söyleyenler yok.

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin davayı kabul etmesinden bu yana, başta ABD olmak üzere büyük ülkeler İsrail'in yargılanmasını kınadı. Hatta ABD’deki yasa koyuculardan bazıları, bu mahkemede görev yapan kişileri cezalandırmakla bile tehdit etti. Diğer ülkeler de bu adıma kızdılar. Yalnızca sıradan insanlar bunu memnuniyetle karşıladılar. Zira bunların uluslararası çıkarlar ve ittifaklar arasındaki ilişkilerden, bu ilişkilerin herhangi bir davaya yönelik duruşu ile uyumlu olması amacıyla belirli bir yolu benimsemesi için herhangi bir uluslararası ve hatta bölgesel kuruma baskı yapma rolünden haberleri yok. İnanın ki davanın kabul edilmesi bile otomatik olarak Hamas hakkındaki bir hükümdür.

Şimdi yalnızca İsrail'in savaş suçlarından suçlu bulunması yönünde beklenen sonucun ortadan kalktığı aşikâr. Dünya, en azından teoride, neredeyse eşit derecede bir kınama ile karşı karşıya. Ama bu kınama hakkında ne söylenirse söylensin, en çok etkilenen taraf olan Gazze halkını memnun etmiyor!

Bu bizi uluslararası güçler dengesi hakkında dikkatli bir şekilde düşünmeye itiyor, çünkü Mahkeme, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Orta Afrika Cumhuriyeti, Uganda ve Darfur gibi tamamı Afrika'da yaşanan çatışma hadiselerini, yani “yoksulların savaşlarını” soruşturmayı kısmen başardı ve çoğu uygulanmayı bekleyen kararlar aldı. Kaldı ki Mahkeme’nin kendisi verdiği herhangi bir kararı uygulayacak mekanizmalara sahip değil.

Güney Afrika Cumhuriyeti'nin tutumu ya da temennileri, yalnızca savaşa karışan önde gelen İsrailli isimlerin mahkûm edilmesi olabilir. Eğer bu gerçekleşmiş olsaydı, Filistin davası açısından ahlaki bir zafer olarak kabul edilirdi, ancak Savcı göreliliği göz ardı etmiş olabilir. Hatta Roma Statüsü'nün giriş kısmında yer alan “Bu suçların (soykırım) faillerinin cezasız kalmasına son vermeye kararlıyız” gibi metinleri de göz ardı etti.

Dolayısıyla nihai sonuç Filistin tarafı için neredeyse sıfır, hatta olumsuz; bu da bizi Filistin'in öncelikleri meselesine geri götürüyor. Bazı insanlar bunu aşmak istiyorlar çünkü Filistin evi içinde reform yapılmadığı takdirde sonuçlar çoğunlukla olumsuz olacak.

Son söz; şiddet yoluyla geçici zaferler elde edilse de şiddet barış getirmez!!