İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırganlığı bitmiyor. Gazze'nin her bölgesinde sivilleri ve yerinden edilmiş insanları hedef almaya devam ediyor ve şu ana kadar çoğu kadın ve çocuk olmak üzere yaklaşık 42 bin kişinin ölmesine neden oldu. Ardından sivilleri ve Hizbullah savaşçılarını da hedef aldı. İsrail iki gün boyunca Hizbullah’ın iletişim araçlarına sızarak patlattı ve geride yaklaşık 4 bin yaralı ile 40 ölü bıraktı. Ertesi gün ise Rıdvan Birliği lideri İbrahim Akil'i hedef aldı ve 15 Hizbullah lideri ve savaşçısı ile aralarında çocukların da bulunduğu yaklaşık 30 sivili öldürdü. Caydırıcılık veya hesap sorma ile karşılaşmadan savaşlarını genişletmeye her zamankinden daha hazır görünüyor.
7 Ekim 2023 operasyonundan bir yıl sonra İsrail vahşetinin nedenleri ve Arap-İsrail savaşları da dahil olmak üzere İkinci Dünya Savaşı sonrası savaşlarda alışılmış olandan sapma sebepleri hakkında sorulacak asıl soru şu; her gün gördüğümüz manzaraların sorumlusu tek başına ya da esas olarak 7 Ekim mi? Yoksa İbrani devleti yapısının, yürüttüğü projeyi daha acımasız bir şekilde ilerletmesi için 7 Ekim'e mi ihtiyacı vardı? İsrail bu proje kapsamında Batı Şeria topraklarını ilhak etti, Filistin şehir ve beldeleri arasındaki bağları kesti, ordusunu konuşlandırmakla yetinmedi, yerleşimcileri Batı Şeria'nın dört bir yanına “dağıttı” ve böylece 1993'te Oslo Anlaşması'nın imzalanmasının arifesinde 100 bin olan yerleşimci sayısı yaklaşık 800 bine yükseldi.
Gerçek şu ki, İsrail projesi çözüm ilkesini ve iki devletli çözümü kabul etme yönünde ilerlemiyordu. Kasım 1995'te barışı destekleyen bir konferans sırasında İzak Rabin'i öldüren Yahudi terörist Yigal Amir'in kurşunları, İsrail toplumunun geniş bir kesiminin içinde gizli iki devletli çözüme yönelik itirazın görüntüsünden başka bir şey değildi.
Şaron hükümetinden Netanyahu hükümetlerine kadar İsrail elitlerinin çoğunluğunun iki devletli çözümü nasıl ele aldıklarına, barış anlaşması konusunu nasıl reddettiklerine bakmamız gerekiyor. İmzaladıkları anlaşmaya saygı göstermediklerini ve böylece Batı Şeria'da yerleşimciliğin, tüm İsrail hükümetleri tarafından farklı derecelerde desteklenen sistematik bir politika haline geldiğini, ülkelerimizdeki bazı dini hareketlerin uyguladığı “takiyye”nin, İsrail elitleri içinde hâkim olan ve imzaladığı anlaşmaların tam aksi gizli niyetler taşıyan akımın uyguladığı takiyyenin aynısı olduğunu görmeliyiz.
İsrail'in, bir yıl içinde bu sayıda kurbanı öldürmeden Filistin topraklarını ilhak etme ve iki devletli çözümü ortadan kaldırma hedefine doğru yavaş yavaş ilerlemek yerine, 7 Ekim'i maskesini değiştirme fırsatı olarak gördüğü doğru. 7 Ekim'i, içindeki yıkıcı canavarı ortaya çıkarmak, çocuklardan ve kadınlardan intikam almak, İkinci Dünya Savaşı sonrası savaşlarda alışılmış olmayan soykırımlar yapmak için bir fırsat olarak değerlendirdi. Amacı ise aynı hedefe, yani iki devletli çözümü ortadan kaldırma, Batı Şeria'yı ilhak etme ve Gazze halkını yerinden etmeye yönelik girişimlerden vazgeçmeme hedefine daha kanlı bir şekilde ulaşmak.
7 Ekim operasyonunun barışçıl çözümü ortadan kaldırdığı söylenemez ama kısmen bu barışçıl çözümün ortadan kaldırılmasının bir sonucu olduğu söylenebilir. İsrail'in de yaptığı bahanesiyle sivillerin ve askerlerin hedef alınması da dahil olmak üzere tüm boyutlarıyla kabul edilmesinin mümkün olmadığı da doğru. Gerçek şu ki, Hamas'ın sivilleri hedef almamaya ve askerlere karşı bir askeri operasyon düzenlemeye diğer taraflardan daha fazla ihtiyacı vardı. Çünkü bu, dünya kamuoyunun bazı kesimlerinin ve bazı Avrupalı siyasi elitlerin “bu bir savaş” demesine kapı açabilirdi. Ancak uluslararası alanda terörist olarak sınıflandırılan bir örgütün yalnızca sivilleri hedef alması, İsrail'e yaptığının terörle savaş olduğunu söyleme fırsatı verdi.
İsrail'in savaşları durmuyor çünkü Hamas ve Hizbullah'ın gediklerinden ve yapısal sorunlarından sonuna kadar yararlanıyor. Birincisi, siyasi ve askeri kanadıyla bir terör örgütü, ikincisi ise askeri kanadıyla terör örgütü olarak sınıflandırılıyor. Ayrıca her biri dünyadan kopuk ve bölgedeki müttefikleri ile Rusya dışında hiçbir ilişkileri bulunmuyor. Birçok nedenden dolayı Hamas, askeri kanadın yanı sıra ulusal kurtuluş meselesi etrafındaki “küresel mücadelenin” bir parçası olan, sömürge ülkelerinde bile onunla politik olarak çatışan siyasi bir kanadı da bulunan ulusal kurtuluş örgütlerine benzeyemedi.
Hamas'ın sorunları, İsrail'in kendisini uluslararası meşruiyet kararlarına saygı duyan uysal, barışçıl bir devletmiş gibi tasvir etme, ılımlı Otorite’nin bulunduğu Batı Şeria'yı bir barış vahası ve Filistin devletinin çekirdeği haline getirme görevini kolaylaştırdı. Ama aslında 30 yıl boyunca yaşananlar, barış anlaşmasına ve iki devletli çözüme düşman olan İsrail'deki hâkim elitlerin, ideolojik ve politik bir duruşla barışçıl çözümün içeriğini boşaltmalarıydı.
İsrail, Arap, bölgesel ve uluslararası denklemler kendisini buna itecek şekilde değişmediği sürece savaşlarını durdurmayacak. Bu değişim gerçekleşene kadar farklı şekillerde savaşlarına devam edecek, çünkü sadece 7 Ekim'de yaşananların intikamını almak istemiyor, aynı zamanda onlarca yıldır planladıklarını daha büyük bir vahşetle hayata geçirmek istiyor.