Sudan'da savaşın kaynaklar ve altyapı üzerindeki tahribi hem sivil hem de askeri can kayıpları muazzam ve korkutucu. Ancak insanlara -düşüncelerine, tutumlarına, anavatanlarına, birbirlerine ve hayatın kendisine karşı hislerine ve duygularına- yaptıkları tarif edilemez.
Sudan'ın önceki uzayan ve yıllara yayılan savaşlarında, çatışmanın coğrafi kapsamı belirli bir coğrafi ve belki de etnik bölgeyle sınırlıydı. Elbette derin sosyal ve psikolojik yaralar bıraktı ve bunların yansımaları zaman zaman hissedilmeye devam ediyor. İlk savaş (1955-1972) ve ikinci savaş (1983-2005) güney bölgesinin sınırları içinde kaldı. Yaktı yıktı, öldürdü ve yok etti, ancak kuzeye etkileri, askerler ve İslamcıların cihat ve şehitlik sloganlarının cazibesine kapılıp, savaşmaya giden genç gönüllülerden oluşan kurbanlarıyla sınırlı kaldı.
Üçüncü savaş (2003-2020) Darfur'un bazı bölgelerini kapsadı ve yine politik, etnik bir karakter taşıyordu. Ayrıca, özellikle hükümetin kabileleri seferber edip, silahlandırarak birbirlerine karşı kullanma yoluna gitmesinin ardından, inkâr edilemez vahşet ve ihlallere tanık oldu.
Mevcut savaşa gelince, tüm savaşların en kötü yönlerini kendisinde topladı. Tüm bu sınırları aştı ve onlardan etkilendi. Politik, coğrafi, etnik ve tarihsel faktörler, kişisel ve ailevi faktörler, korkular ve deneyimlerle kesişti. Bir yandan karmaşıklığı ve çoklu nedenleri, diğer yandan da bazen çelişkili ve açıklanamayan pozisyonlardan kaynaklandığı için basit yaklaşımlar ve yüzeysel okumalarla analiz edilemeyecek bir pozisyonlar ve tutumlar karışımı üretti.
Savaşın coğrafi kapsamı abartısız tüm Sudan'ı kapsayacak şekilde genişledi. Mahallelerinde ve evlerinin önünde çatışmaya tanık olmayanlar uzaktan bombalandı. Bombaların ulaşamadığı kişilere nerede olurlarsa olsunlar askeri uçaklar ve insansız hava araçları ulaştı. Bu bombardımanları yaşamayanlara veya tanıklık etmeyenlere, milyonlarca mülteci, elektrik ve internet hizmetlerinin kesintiye uğraması, hizmetlerin aksaması, mal kıtlığı ve yüksek fiyatlar yoluyla savaşın mesajı ulaştı. Bu, Sudan halkının savaşa tepkisine ve tüm bu karmaşıklıklarla birlikte savaşın etkileri ve sonuçlarıyla etkileşimlerine yansıdı.
En tehlikeli etkilerden biri, her zaman onları diğerlerinden ayıran benzer pozisyonlar benimseyen siyasi aktivist, sivil toplum, sendikacı, aydın ve sanatçılardan oluşan grupları içeren tarihi sivil demokratik blokta hissedildi. Bu blok, en başta demokrasi ve kamusal özgürlükleri savunuyor, barışçıl eylemlerde bulunuyor, savaşı ve totaliter askeri yönetimi reddediyordu. Totaliter rejime muhalefeti ve savaşı reddetmesi nedeniyle önceki üç savaşta iktidar ve otoritenin sürekli vatana ihanet ve döneklik suçlamalarıyla karşı karşıya kalmıştı. Ancak, dayanma ve direnme gücünü, miras aldığı geniş ittifaklar ve geniş çaplı dayanışma deneyimden alıyordu.
Ama bu sefer işler farklıydı. Bu blok içinde yatay ve dikey ihlaller yaşandı. Ne paylaşılan ideoloji ve siyasi programlar ne varsayılan sınıf çıkarları ne de önceki fikri ve siyasi pozisyonlar onu birincil bağlılıklara (bölgesel, etnik veya kabile) veya bölgesel taraflılığa dayalı pozisyonlar benimsemekten, ne geçmiş siyasi düşmanlıkları tek bir gerekçe olarak sunmaktan, ne de kişisel ve ailevi deneyimlere ve intikamlara dayanmaktan koruyamadı.
Kimisi bu bloktan ayrılıp doğrudan doğruya savaşa ve devletin simgesi olarak orduya destek vermeye yöneldi ki, bunların arasında bazıları hayatlarını devletin yıkılması çağrısı yaparak ve ona karşı silahlı eylemleri destekleyerek geçirmişlerdi. Diğer bir kısım, askeri çözümlere muhalefetlerini ve totaliter askeri yönetime karşı duruşlarını, Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) milisleri bertaraf edilinceye kadar ertelemeye karar verdiler. Bunlar daha sonra kolaylıkla ve basitçe askeri yönetime karşı muhalefetlerine dönebileceklerini düşünüyorlar. Oysa bunların geçmişteki en basit söylemi, askerlerin kaybettikleri meşruiyeti yeniden kazanmak için savaşlar başlattıkları ve uzun sürmesini sağladıkları yönündeydi.
Buna karşılık, bir kısmı da HDK’yi eski devleti yıkacak ve güç dengesini yeni güçler lehine yeniden çizecek, siyasi bir projesi olmayan, iktidara ulaşmak için kolaylıkla kullanılabilecek bir silah olarak gördüler. Bunların arasında tarih okumuş, dersler çıkarmış, analiz etmiş yazarlar, düşünürler, aydınlar da vardı.
Bazı yazar, düşünür ve siyasetçilerin her iki taraftan birine verdiği destek, destekledikleri tarafın sivil halka yönelik ihlallerini meşrulaştırma veya görmezden gelme, kendi geçmişlerinin ve pozisyonlarının aleyhine dönme noktasına vardı. Dahası bazen sözde demokratik sivil blok içinde diyalog, aşırı düşmanlığa ve aynı insanların başka şartlar altında benimsemesi düşünülemeyecek bir dilin kullanılması noktasına varabildi.
Araştırmacılar, düşünürler ve tarihçiler, savaşın yol açtığı diğer pek çok olgu arasında bu olguyu da incelemek için altın bir fırsata sahipler. Bilgi ve deneyimini silahın hizmetine sunan kabile düşünürü ve aydını olgusunu, kişisel, kabilevi veya dünyevi intikam için pozisyonlarından geri adım atan entelektüel olgusunu incelemeliler. Ama bunlar arasında en kötüsü, şehirlerin yıkıntıları üzerinde ölüm ve hiçlik şarkıları söyleyen bir “kabile şarkıcısı”na dönüşen aydın ve düşünürdür.