Sam Mensa
TT

Alaska: Bölgesel endişeler değişmedi

Geçtiğimiz cuma günü Alaska'da düzenlenen ABD-Rusya zirvesi, herhangi bir konuda herhangi bir anlaşmaya varılmadan sona erdi. Dolayısıyla, Ortadoğu perspektifinden bakıldığında Alaska, güvenilebilecek yeni bir şey sunmadı. Görünüşte Putin, bu zirveden kırmızı halıda bir fotoğraf, Donald Trump ile dostça el sıkışma ve Batı'nın izolasyonunu kırma zaferleri ile çıktı. Gerçekte ise basın toplantısının sorulara izin verilmeden kısa kesilmesi, zirvenin ardından ne olacağı beklentisiyle ilgili umut ve korkulara belirsizlik kattı, en önemli husus da bu. Zirvenin amacının, Ukrayna'daki devam eden savaş olduğu ve bunun da muhtemelen diğer sorunları ve çatışmaları gölgelediği doğru. Trump'ın zirveye ilişkin değerlendirmesi belirsiz kaldı, ancak olumlu bir tondaydı. Muğlak açıklama gibi, diğer çatışmalarla ilgili sonuçlar da belirsiz kalacak, zira Trump'ın tartışılabilir bir stratejisi olabilir ama asıl engel, barışı sağlama konusunda sistematik bir yaklaşımdan yoksun, dengesiz ve koordinasyonsuz bir yaklaşımının olması.

Zirveden iki gün önce ve Gazze'yi işgal etme planından sonra İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu bir televizyon röportajında, “Tarihi ve manevi bir görevdeyim ve Büyük İsrail vizyonuna duygusal olarak bağlıyım” dedi. Netanyahu, Filistin Ulusal Otoritesi’ne Gazze Şeridi'nde herhangi bir rol verecek tüm uzlaşı girişimlerini reddetmekte ısrar ediyor. Bu durum, onu Gazze'de Arap güçlerinin konuşlandırılmasını içeren herhangi bir girişimi engellemeye yöneltiyor, çünkü Araplar, Gazze'yi yönetmeye yönelik herhangi bir projeye Filistin Otoritesi'nin katılmasını şart koşuyorlar. Filistin Otoritesi'ne herhangi bir rol verilmesi ise İsrail'deki koalisyonun düşünmeyi bile reddettiği iki devletli çözüme giden yol anlamına geliyor. Bu düşünmeyi bile reddetme, yalnızca bu çözümü engellemek için değil, aynı zamanda Gazze sakinlerini sürgün etmek için de her türlü çabanın harcanmasına neden oluyor. Bu da dünyanın gözü önünde gerçekleşiyor; bombardımanlar ve aç bırakma yoluyla Gazze’ye el koymak, sakinlerini umutsuzluğa düşürme ve boyun eğdirme yoluyla da Batı Şeria’yı ilhak etmek amaçlanıyor. Sonuç ise Batı Şeria'daki Filistinliler için giderek hapishaneye dönüşen bir apartheid devleti ve Gazze sakinlerinin yerinden edilmesidir. Bu açıkladıklarımızı en doğru ifade eden, Maliye Bakanı Bezalel Smotrich'in Batı Şeria'da 3 bin konut inşa etme niyetine dair açıklamasıdır. Söz konusu inşaat, Batı Şeria'yı parçalayacak ve ona göre Filistin devleti projesini kalıcı olarak gömecektir. Bu bağlamda, ABD ve İsrail'in birçok ülkeyi Filistinlilerin Gazze'den topraklarına transfer edilmesini kabul etmeye ikna etme yönündeki ciddi girişimleri göz ardı edilmemeli. Bu planlar ve uygulamalar gölgesinde, İsrailli yetkililerin, İsrail varlığının sona ermesinden sonra Gazze Şeridi'nin yönetiminde Arapların rolüne ilişkin ortaya koyduğu ilkelere kim inanır?

Bu yok edici senaryo, eğer gerçekleşirse, iki devletli bir çözüm olmadan, yakın ve uzak her yerde düşmanları olan bir İsrail'in geleceği sorusunu gündeme getirecektir. Bu durumda kendisi ile ilişkilerini güçlendirmeye ve genişletmeye çalıştığı Arap ülkeleriyle ilişkilerinin geleceği ne olacak?

İsrail, bir Filistin devletinin kurulması şansını sıfırlamakta direttiği gibi, ABD ile birlikte İran'da uranyum zenginleştirmenin sıfırlanması konusunda da ısrar ediyor. Bu durum, özellikle her iki taraf da inat etmeye ve pozisyonlarına bağlı kalmaya devam ederse, yaklaşan müzakerelerin daha başlamadan olumsuz sonuçlanacağına işaret ediyor. İran, zenginleştirme hakkını bir egemenlik meselesi olarak görerek geri adım atmayacak. Ona göre bundan vazgeçmek, egemenliğini ihlal edecek, İsrail ve ABD ile savaşından, sonucundan ve Maşrık’taki müttefiklerinin yenilgisinden sonra yaşadığı sıkıntılara ilave olarak, rejimi daha fazla iç baskıya maruz bırakacaktır.

Bu durumda en iyi senaryo, Tel Aviv ve Tahran arasında aralıklı olarak devam eden savaşın sürmesi ve Washington tarafından sert yeni yaptırımların uygulanması olacaktır. Buna karşılık İran, Maşrık'ta, özellikle Lübnan'da ve yeni rejimi zayıflatmak için her türlü çabayı göstererek, zorlukla da olsa Suriye'de nüfuzunu yeniden tesis etmek için yoğun bir şekilde çabalayacaktır.

En kötü senaryo, Washington'un muhalefetine rağmen İran ve İsrail arasında yeni bir savaşın patlak vermesidir. Ama İsrail hükümeti değişirse, bu durum bölgede yeni bir evreye kapıyı açacaktır ki bu, yakın gelecekte pek olası görünmüyor.

Lübnan, ABD-İran müzakerelerinin sonuçlarından bir şekilde etkilenecektir. Uygulanması zor hükümet kararları ile bir dini grubu idare eden silahlı grubun katı tutumları arasında ince bir çizgide yürümeye devam etmesi muhtemeldir. Bu silahlı grup, kendisini hayatta tutmak için Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı ve Dini Lider'in Danışmanını gönderen İran’a bağlı kalarak, devletin dışında kalmakta ısrar ediyor. İranlı yetkilinin ziyaretinin sonuçları, Hizbullah Genel Sekreteri’nin ertesi gün yaptığı sert ve katı konuşmada açıkça görülüyordu.

Lübnan'daki çıkmazı sarsabilecek bir değişken, Tahran ve Washington'un, Hizbullah’ın silahı sorununu İsrail'in güvenliğini tehdit etmeyecek biçimde çözecek bir formüle varmak da dahil olmak üzere bir anlaşmaya varmalarıdır. Amerikalılar için önemli ve acil olan, İran ile organik ilişkilerini tehlikeye atmadan ve aynı zamanda itibarını koruyarak, Hizbullah’a siyasi bir rol ve garantiler sunmaktır. Bu formül, Trump yönetimindeki bazı kişilerin dolaşıma soktuğu formülden tamamen farklı değil ve güvenliklerini temin ettiği sürece İsraillileri de rahatsız etmeyecektir. Ama bu formül, Lübnan'ın Hizbullah ile ilişkisine bir çözüm değildir. Hizbullah, tek başına Şii toplumunu temsil ettiği sıfatıyla siyasi roller üstlenir ve garantiler elde ederse, Lübnan'ın siyasi, sosyal ve kültürel kimliği, halihazırda Hizbullah silahlı ve kontrolsüz olsa da daha tehlikeli bir durumla karşı karşıya kalacaktır. Çünkü Şiileri Hizbullah ile sınırlamak, Şiilerin ve bildiğimiz haliyle Lübnan'ın ölümü demektir. Dış tarafların işine gelenin, Lübnan'ın çıkarları, geleceği veya bölgedeki rolü için her zaman en iyisi olmadığı bir kez daha ortaya çıkmaktadır.