Yazar Roberta Holstetter, Stanford Üniversitesi tarafından 1962'de yayınlanan "Pearl Harbor: Warning and Decision” başlıklı kitabında, Japonların ABD’ye İkinci Dünya Savaşı'na girmekten başka seçenek bırakmayan Pearl Harbor saldırısında bilgi ile yorumu arasındaki ilişkiyi tartışır. Kitabın temel tezi, ABD için bir sürpriz olan saldırının bilgi eksikliği değil, bilginin yanlış algılanması sonucu gerçekleştiği görüşüne dayanır. Yanlış algılama ise tehlikenin türü veya kendisi ile ilgili hazırlıklar hakkında bir şeyler söyleyen "sinyaller" ile başka bir sinyal türü olan "arka plandaki gürültü"nün çelişmesinin sonucudur. 1973'te Barton Wylie, İkinci Dünya Savaşı'nda Almanya'nın Rusya'yı işgal etmek için giriştiği "Barbarossa Harekâtı" hakkında yazdı ve bilgilerin analiz sürecini zorlaştıran ve onları işe yaramaz hale getiren değersiz bilgiler ile ilgili tarafı yanıltmak amacıyla rakip tarafından kasıtlı olarak yayılan bilgileri birbirinden ayırdı. Alexander George ve Richard Smoak'ın 1974'te "Amerikan Dış Politikasında Caydırıcılık" konulu kapsamlı çalışmasında ise kararın "psikolojik ortamı" ile "operasyonel ortamı" arasında bir ayrım yapılır ve ırksal önyargıların tehlikelerine karşı şiddetle uyarılır. Holstetter, Pearl Harbor'ın insanın görmek istediği veya görmeyi beklediği şeyi görme eğilimi nedeniyle yaşandığını vurgularken, George ve Smoak, Pearl Harbor saldırısının genellikle açık gerçeği görmenin önünde duran bir grup psikolojik engelin sonucu olduğunu belirtirler. Ekim 1973’teki Arap-İsrail Savaşı’na gelince, Handel bununla ilgili üç tür gürültüden bahseder; birincisi, rakibin stratejik veya taktiksel aldatma yoluyla gerçekleştirdiği kandırmaca. İkincisi, çatışmalı uluslararası veya bölgesel ortamın varlığından kaynaklanan gürültü. Üçüncüsü ise ilgili tarafın kendi kavramları, inançları ve algıları aracılığıyla kendi ürettiği gürültü.
Robert Graves, 1976'da stratejik sürpriz için 6 koşul belirleyerek, sürprizin ortaya çıkışını açıklayan kapsamlı bir çerçeve geliştiren ilk kişi olabilir. Bu koşulların ilki rakibin imajı, ikincisi, bilginin mevcut ilgiler ışığında analiz edilmesidir. Üçüncüsü, gelen mesajların istek ve beklentiler ışığında yorumlanması, dördüncüsü, güncel gerçekleri açıklamak için tarihsel örnekleri kullanmaktır. Beşincisi, bilgiyi yerleşik inançlar ışığında yorumlamak ve eğer bunlarla çelişiyorsa, bu inançlarda hafif bir değişiklik olması durumunda kendisini kabul etmektir. Altıncısına gelince, mesajı alan kişiyi değil mesajı gönderen kişiyi ilgilendirmektedir. Bu kişi, kendisi tamamen gizemli ve çelişkili görünürken gönderdiği mesajın tamamen açık olduğunu varsaymaktadır. Dolayısıyla Ekim Savaşı öncesinde hem İsrail hem de ABD arasında sabit olan görüş Arapların bölünmüş olduğu, liderlerinin İsrail'e savaş açamayacakları, diplomatik seçenek dışında takip edecekleri bir seçenek bulunmadığı yönünde idi. O zamanın süper gücü olan Sovyetler Birliği’ne gelince, ABD ve İsrail, Arapların yeni bir yenilgiye uğramalarından korktuğu için Arapların bu tür bir savaşa girişmelerine izin vermeyeceğini düşünüyorlardı.
Yukarıdakilerin tümü Mısır ve Suriye'nin işgal altındaki topraklarını İsrail'den kurtarmak için 1967'den beri yürüttükleri savaşta gerçekleştirdikleri stratejik sürprizin anatomisini içeren “Amerika Birleşik Devletleri ve Ortadoğu'da Ekim 1973 Krizi” konulu doktora tezimin bir parçasıydı. Bu tarihi sürprizlerde dikkat çekici olan, taraflardan birinin diğer tarafın sürpriz saldırı için yaptığı hazırlıklara dair yeterli veya tam bilgiye sahip olması, ancak birinci tarafın yapması gerekeni yapmaması nedeniyle tam bir başarısızlık yaşamasıdır. Analistler, karşı tarafın feci sonuçlar doğuracak sonuçlara varmasına neden olan stratejik körlüğünün nedenlerini belirleme konusunda farklı görüşlere sahiptir. Hamas'ın 7 Ekim'deki İsrail'e yönelik sürprizi ise benzersizdi. Saldırının kara, deniz, hava, füzeler ve konvansiyonel silahlardan oluşan çoklu boyutuna rağmen İsrail'in elinde kendisi hakkında hiçbir bilgi yoktu. Bu nedenle, akademik açıdan bakıldığında ortada bilgileri takip edip algılayamama durumu değil, tam bir "istihbarat başarısızlığı" var. İsrail’in elinde yanlış yorumlanabilecek bir bilgi dahi yoktu.
Her ne kadar “stratejik sürpriz” savaşta kendisini gerçekleştirene inisiyatif sağlasa da her şeye rağmen iki taraf arasındaki güç dengesine dayanan savaşın genel sonucunu garanti etmediğini de belirtmek gerekir. Nitekim Pearl Harbor'a rağmen savaşı ABD kazandı, Japonya ise kaybetti. Barbarossa Harekâtı'na rağmen kaybeden Almanya, kazanan ise Sovyetler Birliği oldu. Ekim 1973’teki Arap-İsrail Savaşı’na gelince, Mısır ile İsrail arasında sonunda barışın sağlanmasına olanak tanıyan bir denge durumu yarattı ama Mısır Cumhurbaşkanı Sedat gücünün sınırlarını bilmeseydi, bunun gerçekleşmesi mümkün değildi. Sedat için stratejik sürpriz, ABD ile kapıları açan, Mısır'ın askeri stratejisine uygun gelişmiş silahlar elde etmesini sağlayan entegre bir stratejinin parçasıydı. Tüm bunları yaparken de Mısır geniş bir uluslararası ve Arap desteğine sahipti.
Hamas'ın stratejik sürprizi ise henüz başlangıç aşamasında ve rolü gelecekteki çalışmalarda ortaya çıkacaktır. Kendisi hakkında dikkat çekilecek belki de en önemli husus, entegre bir stratejisinin olmadığı ve hakkında söylenenlerin pratikte buna dair hiçbir gösterge taşımadığı olacaktır. Hamas'ın öncelikli stratejisi, sürpriz saldırısının Batı Şeria'dan, Suriye, Lübnan ve İran'a kadar cepheler açacağı kapsamlı savaş için tetikleyici bir faktör olmasıdır. Hamas'ın askeri kolunun komutanı Muhammed ed-Dayf veya Ebu Halid'in konuşmasında ifade ettiği şey de buydu. Hamas'ın dünyaya sunduğu tek şey, Filistinlilerin mağduriyetine ilişkin söylem, çifte standart suçlamaları ve uluslararası hukuktan ve "ilgili uluslararası meşruiyet" çözümlerinden kaçınmaydı. Sürpriz saldırısında başarılı olmasına rağmen gücünün sınırlarına dair farkındalığını yansıtacak hiçbir girişimi bulunmuyordu. Dahası kaçırdığı kişileri kendisine bir kalkan olarak kullanma yoluna gitti.