Sure, “gece yürüyüşü” anlamına gelen “İsrâ” kelimesinden adını alır. İsrailoğullarından bahsettiği için sure “Beni İsrail” adıyla da anılır. Kur’an’ın tertip sırasına göre 17, nüzul sırasına göre 50. Sırada yer alır. Ayet sayısı 111’dir.
İsrâ Suresi Hz. Peygamber’e ve onun peşinden gidenlere yaşadıkları zor bir zamanda teselli olarak verilen İsrâ hadisesini gerçekleştiren makamın yüceliğini ve hadisenin gerçekleştirilme gayesini ortaya koymayla başlar; “O yüceler yücesi Allah ki, mucizelerinden/dellillerimizden/kanıtlarımızdan bir kısmını kendisine göstermek üzere, bir gece kulunu Mescid-i Haram’dan bereketlerle kuşattığı Mescid-i Aksa’ya götürdü. Hiç kuşkusuz O, her şeyi işiten, her şeyi gören mutlak kudret sahibidir.”[1] Böylece, bugüne kadar elden ele taşınan tevhid sancağını devralan Son Elçi, yeryüzünde kendisini bekleyen çetin mücâdeleye hazırlanmak üzere, Rabb’inin huzurunda muhteşem mûcizelere şahit oldu ve tüm insanlığı aydınlatacak mesajlarla yeniden aranıza döndü. İsra hadisesinin zikredilmesinden sonra hemen Hz. Musa’ya kitap verilmesine ve onun İsrailoğulları için bir doğru yol rehberi kılmış olmasına vurgu yapılırken ayetin başında yer alan “ve” bağlacı, sırlarla dolu Gece Yolculuğu’nun -ve dolayısıyla Miraç vakasının- Hz. Musa’ya lütfedilen vahiy gibi yüksek düzeyde ve benzer mahiyette, ilahî lütuf eseri tecrübeler olduğunu işaret etmeye yöneliktir.[2]
Hicretin arifesinde Mekke’de indirilen İsrâ suresi, Hz. Peygamber’e ve ona iman edenlere zor zamanlarda nasıl hareket edeceklerini, dünyevi ve uhrevi kurtuluşa giden yolda nelere dikkat etmeleri gerektiğini hatırlatır. Buna dair rehberliği Kur’an’ın yapacağını vurgular. Çünkü bu Kur’an, insanlığı en güzel, en doğru yola iletir ve gösterdiği yolda yürüyerek güzel davranışlar ortaya koyan müminlere, kendilerini büyük bir mükâfatın beklediğini müjdeler.[3] Aynı zamanda bu Kur’an hakikate susamış gönüllere şifa ve rahmet olurken hakikate düşman olan ve onu yok etmek isteyen zalimlerinse yalnızca yıkılıp yok olmalarını hızlandırır ve kayıplarını arttırır.[4]
Bu özellikler sahip olan Kur’an’ın her alanda yol gösterici oluşu daha da önemli hale gelmektedir. Çünkü o, israiloğulları örneğinde olduğu gibi kendilerine nimetler ve imkânlar verilmiş olduğu halde yeryüzünde fesad çıkaranların akıbetlerinin ne olduğunu haber verir.[5] Bozgunculuğun yapanların büyük bir felaketle yüzsüze geleceklerini ifade eder. Çünkü ahirete iman etmeyenler, yaptıklarının yanlarına kâr kalacağını zannederler oysa onlar için can yakıcı bir azap hazırlanmıştır. İnsana bu uyarı yapıldığı halde yine o, Allah’tan güzel şeyler istercesine, kötülükleri isteyip durur.[6] Kendisini bekleyen mükâfatı ve azabı hiç hesaba katmadan, felaketle sonuçlanacak dileklerde bulunur. Kötülükle karşılaşacağını bildiği halde, kendisine hâkim olamayıp Rabb’ine isyan eder. Oysa her insanın cennet veya cehennemle noktalanan kaderini onun kendi boynuna / ameline bağladık. Dolayısıyla her insan, yaptığı tercihlerle, kendi yazgısını bizzat kendisi belirler, sonucundan da yalnızca kendisi sorumludur. İnsanın yapacağı itirazların önüne geçmek adına Mahşerde, dünyada yapmış olduğu her şeyin bir bir kaydedildiği ve önünde açılmış bir halde hazır olarak bulacağı bir kitap konulacaktır.[7] Böyle bir durumda kimsenin onu hesaba çekmesine gerek kalmadan yapmış olduklarıyla yazmış olduğu amel kitabını okuması istenecek ve “Bugün kendi hesabını görmek için bizzat kendi vicdanın yeter sana!”[8] denilecektir.
Doğru yol, hakikat gösterildikten sonra her kim ona yönelirse veya her kim ondan yüz çevirirse kendi nefsi için olumlu ve olumsuz bir tercihte bulunmuş olur. Çünkü Allah Teâlâ evrene koymuş olduğu sünneti gereği; “İyinin-kotunun ne olduğunu açıkça ortaya koyan bir Peygamber veya onun görevini aynen yüklenen bir davetçi göndermedikçe, insanlara azap etmez.”[9] İnsanlar azabı hak edecek konuma geliyorlarsa bu kendi tercihlerinin sonucudur. Kendilerine gelen elçileri dikkate almayanların değişmez akıbeti; azaba müstahak olmaktır. Azap ve helak kararının zamanı gelmişse oranın ileri gelen lider ve yöneticilerine gönderilen elçiler ve kitaplar aracılığıyla, zulüm ve haksızlıktan vazgeçip ilâhî yasalara itaat etmeleri istenir. Buna rağmen orada günah işlemeye ısrarla devam ederler ve halk da onları desteklerse, işte o zaman azâba müstahak olurlar. Böylece onlar, en ağır biçimde cezalandırıp yok edilirler. Hz. Nuh’tan beri Allah’ın uygulaya geldiği sünneti budur.[10]
İnsanın yapacağı tercih ve seçimler sonunu ve akıbeti belirler. Nitekim Her kim yalnızca şu gelip geçici olan dünyanın zevk ve arzularını isterse, bu dünyada ona Allah dilediği kadar nimeti hemen verir. Ancak isteklerinde ahireti hesaba katmadığından dolayı sonunda cehennem onun ebedî yurdu olur. Ancak buna mukabil kim de ahiretin sonsuz nimet ve mutluluğunu arzu eder ve Allah’a ve ayetlerine iman etmiş olarak, onu kazanmak için gereken çabayı gösterirse, o da amellerinin karşılığını tam olarak görecektir! Dünya için çalışanlara dünyalıkları verilirken, ahiret için çalışanlar dünya nimetlerinden mahrum kalmayacaklardır. Çünkü dünyayı isteyen o azgınlara da, ahireti isteyen fedakâr insanlara da, hepsine Rabb’inin nimetlerinden bol bol verilecektir.[11]
[1] el-İsrâ 17/1
[2] Muhammed Esed, Kur’an Mesajı Meal-Tefsir, 2/559
[3] el-İsrâ 17/9
[4] el-İsrâ 17/82
[5] el-İsrâ 17/4-8
[6] el-İsrâ 17/11
[7] el-İsrâ 17/13
[8] el-İsrâ 17/14
[9] el-İsrâ 17/15
[10] el-İsrâ 17/16-17
[11] el-İsrâ 17/18-20