Hüda Huseyni
Lübnanlı gazeteci-yazar ve siyasi analist
TT

Silahları teslim edin ki Güney de kurtulsun!

Hiç şüphe yok ki, Beyrut'ta Devrim Muhafızlarına bağlı Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaani ile Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah arasındaki son görüşme Hizbullah ve müttefikleri açısından bir sıkıntı, hatta krize yol açtı. Bilindiği üzere Kaani görüşmede Nasrallah’a İran Dini Lideri Ali Hamaney'in, angajman kurallarını ihlal etse dahi İsrail saldırılarına yanıt verilmemesi yönündeki talebini iletti. İran savaşın genişlemesini istemiyor ve ABD ile karşı karşıya gelmek ve ulaşmak için çok çalıştığı konumları (bunlardan ilki de Lübnan'daki Hizbullah) kaybetmek onun çıkarına değil. Kaani, büyük bir çatışma yaşanması halinde İran'ın karışmayarak kendisini bundan uzak tutacağını söyledi.

Rejimin çıkarlarını, bir bölümünü kontrol ettiği halklar pahasına ön planda tutan İran'ın bu tutumu, sadece kuluçka ortamı değil, aynı zamanda Lübnan halkı ve tüm direniş cephesi karşısında Hizbullah’ı zor durumda bıraktı. Nasrallah’ın İsrail’in Lübnan'a saldırmaya devam etmesini ve hatta buna cesaret etmesini engelleyecek caydırıcı güç ile tehdit eden sesi yüksek perdeden çıkarken, devam eden savaş, tehdidinin yersiz olduğunu gösterdi. İşte Güney Lübnan'da köyler tamamen yıkılıyor, on binlerce sakini yerinden ediliyor ve İsrail hava saldırıları, suikastlar ve korkutma ile Lübnan’ın derinlerine kadar ilerledi. Bunlara karşılık caydırıcı hatta en azından göz boyamak için de olsa eşit bir karşılık verilmiyor. Hizbullah, yıkıma, kuzeye Beyrut'a doğru kaçan, bölgelerinde Gazze olaylarının tekrarlanmasından korkan sakinleri taşıyan araç sıralarına ait görüntülere sıkı bir medya karartması uyguluyor.

Hizbullah’ın içinde olduğu bu kriz durumunun ortasında, Koordinasyon Sorumlusu Vefik Safa Birleşik Arap Emirlikleri'ni ziyaret etti. Hizbullah'a yakın kaynaklar, Vefik Safa'nın BAE'ye, liderliğinin Güney Lübnan cephesinde çatışmaları durdurmaya ve Mavi Hat boyunca uzanan sınır bölgesini, UNIFIL kuvvetleri ve Lübnan ordusunun sınırlı askeri varlığı ile askerden arındırılmış bir bölge deklare etmeye, ateşkesin gerçekleşmesinin ardından da deniz sınırları gibi kara sınırlarının da çizilmesi konusunda anlaşmaya varmaya hazır olduğunu iletti. Aynı kaynaklar, yanıtın hızlı geldiğini ve İsrail'in tüm Lübnan topraklarında silahlarını Lübnan ordusuna tamamen teslim etmeden Hizbullah ile herhangi bir anlaşmayı kabul etmeyeceğini söylediğini belirttiler. Nitekim İsrail askeri operasyonları Baalbek ve Hermel'e kadar ulaştı. Bir BAE yetkilisi Safa'ya, Hizbullah’ın silahını kendi rızası ile teslim etmeyi kabul etmesinin, zorla silahsızlandırılmasından ve Lübnan'ın yerle bir edilmesinden çok daha iyi olacağı tavsiyesinde bulunmuş. Safa Lübnan'a eli boş döndü ve bundan sonra İsrail’in bombardımanlarının ivmesi arttı. Safa'nın ofisinden ayrılmasının ardından BAE’li yetkilinin, minareden inmenin çıkmaktan çok daha zor olduğunu söylediği aktarıldı. Bununla Hizbullah’ın üstün çatışma ve caydırıcılık gücü konusunda yüksekten atıp tuttuktan sonra silahını teslim etmesinin zor olacağını kastediyordu. BAE’li yetkili, Nasrallah'ın, lideri ve rol modeli Ruhullah Humeyni'nin, 1 milyondan fazla insanın hayatına mal olan 8 yıllık bir savaşın ardından Saddam Hüseyin ile ateşkes imzalayarak yaptığı gibi, zehri yudumlaması gerektiğini de sözlerine ekledi.

Vefik Safa’nın BAE hapishanelerinden çıkarmaya çalıştığı ancak başarılı olamadığı yedi Lübnanlıya gelince, BAE’li siyasetçi ve akademisyen Abdulhalık Abdullah, Spot Shot web sitesine yaptığı açıklamalarda, onların serbest bırakılması için BAE’nin koşullarının bulunduğunu ve Vefik Safa'nın da bu koşulları liderliğine taşıdığını açıkladı. İlk koşul, Hizbullah'ın BAE’de bu faaliyetleri yürüttüğünü gerçekten itiraf etmesi ve bu itirafın aleni veya örtülü olması, ama önemli olan BAE'nin doğru söylediğini, belgelere sahip olduğunu ve bu eylemleri gerçekten kendisinin yürüttüğünü kabul etmesi. İkinci koşul, Hizbullah’ın BAE topraklarında bu eylemleri ve bu tür faaliyetleri tekrarlamaması ve bunu yazılı ve sözlü olarak taahhüt etmesi. Ayrıca, ne Hizbullah ne de diğer tarafların istedikleri gibi faaliyet gösteremeyecekleri BAE topraklarında bu tür casusluk eylemlerini tekrarlamayacağına söz vermesi.

Peki ya Hizbullah ve diğerlerini destekleyen, kendisine bir şey olmaması koşuluyla Lübnan'ı yok etmeye hazır olan İran'a ne demeli? Hizbullah'ın Lübnan'a karşı yaptığı şey bir macera değil suç. Dahası Hizbullah ulusal ağırlığının çoğunu kaybetti, çünkü İran'ın durumu örnek alınacak bir model değil.

İran gibi görünürde ekonomik zorluklar ve iç sorunlar ile boğuşan bazı ülkelerin, uzak bölgelerdeki vekalet savaşlarını finanse etme söz konusu olduğunda çok paraları varmış gibi görünmeleri oldukça ironik. Askeri müdahalelere ve yurtdışındaki gizli operasyonlara büyük miktarlarda para tahsis edilmesi, iyi bilindiği gibi kaynakların kötü yönetildiğini ve nüfusun acil ihtiyaçlarının karşılanmasına odaklanılmadığını gösteriyor. Tahran stratejik olarak askeri harcamalarına 20-25 milyar dolar civarında olduğu tahmin edilen yıllık bir bütçe ayırıyor. Bu da bölgedeki nüfuzunu sürdürme ve genişletme konusunda ciddi bir taahhüdü yansıtıyor. Bu mali taahhüt özellikle Hamas gibi örgütlere verilen özel destek dikkate alındığında açıkça ortaya çıkıyor. ABD Dışişleri Bakanlığı'na göre İran, yalnızca Hamas’ın finansmanı için yılda 100 milyon dolar ödüyor. Bu taahhüt, yalnızca İran'ın bölgesel dinamiklere aktif katılımını göstermekle kalmıyor, aynı zamanda çeşitli örgütlere sunulan ve süreçteki jeopolitik sahneyi şekillendiren önemli mali desteğin de altını çiziyor. Yerel zorlukların ışığında Tahran’ın, ülkenin istikrar dengesini korumak için hem iç hem de dış politikaları dikkate alan dengeli bir yaklaşım benimsemesi gerekiyor. Bu dengeyi sağlamanın bariz önemine rağmen, sahadaki gerçeklik bunun tam aksinin yapıldığını ortaya koyuyor.

Örneğin Batı Azerbaycan eyaletinde Karakişlak sakinleri protesto şeklinde bir gösteri düzenlediler ve her zamanki gibi bu protestolar acımasız bir baskı ile karşılaştı ve 70 kişi tutuklandı. Protestoların nedeni Café Soda Şirketi’nin bu bölgede şişe üretim fabrikası kurma niyetinde olduğunu açıklamasıydı. Bu şirket açıkça Devrim Muhafızları'na bağlı ve fabrika kurduğu her alanda çevreye zarar vermesi ile tanınıyor.

Öte yandan, Tebriz'in Basmınc bölgesinde bulunan Clor Pars fabrikası, üretim işlemleri sırasında ortaya çıkan zehirli sıvıları ve atıkları rastgele bir şekilde yerel sulama hendeklerine boşaltıyor. Bu uygulama bölgedeki yeraltı sularının ve kaynakların aşırı kirlenmesine yol açtı. Aynı şekilde, tehlikeli sıvıların ve kanalizasyon atıklarının doğrudan Erdebil şehrinin içinden geçen Baliglu Nehri'ne boşaltılması, adım adım çevredeki veriml, tarım arazilerini erozyona uğrattı. Azerbaycanlı çevre aktivistleri de onlarca yıldır Urmiye Gölü'ndeki endişe verici ve önlenebilir kuraklık konusunda farkındalık yaratmak için yoğun bir şekilde çalışıyorlar. NASA Gözlemevi'ne göre göl artık geniş, çoğu zaman kuru, tuzlu bir düzlüğe dönüştü, bu da zorunlu göçe ve kanser ile solunum yolu hastalıklarının yayılmasında artışa yol açıyor. Urmiye Gölü'nün vahim durumu, öncelikle verimsiz aşırı baraj inşasından, su kaynaklarının kötü yönetilmesinden ve hükümetin kasıtlı ilgisizliğinden kaynaklanıyor. Örneğin İranlı yetkililer, Urmiye Gölü'nün 14 su kaynağından biri olan Baranduz Nehri'nin kış aylarında göle akmasını engelliyor.

Öte yandan tahminler, İran'da nüfusun yaklaşık üçte birinin mutlak yoksulluk sınırının altında yaşadığını ve buna ek olarak çocuk evliliklerinin yaygınlaştığını gösteriyor. Azeri Türkler, Ahvaz Arapları, Beluciler ve Bahai inancına mensup kişiler gibi azınlıklara yönelik kasıtlı bir ihmal söz konusu.

Sonuç olarak, mali ve yatırım kayıtları, vatandaşlarının temel ihtiyaçlarını karşılayamayan ve vekalet savaşlarına önemli miktarda para ayırmaya istekli bir rejimi yansıtıyor. İran hükümetine olan güvenin hızla aşınması, uzun vadeli istikrarsızlığın artması ile birleştiğinde, İran rejiminin muhtemel çöküşüne işaret ediyor.

Dışarıdan alınan güç ve destek uzun sürmez.