Donald Trump başkanlığındaki yeni Amerikan yönetimi altında dünyanın kaderinin nasıl olacağını sakinlerinin merak ettiği coğrafi bölgeler arasında Ortadoğu öne çıkıyor. Nedeni de Biden yönetimi yıllarında bölgedeki Amerikan nüfuzunun kaybolması ve olayların birçok cephede büyüyüp bölgesel bir çatışmaya dönüşmesinden korkulacak derecede alevlenmesidir.
Trump ne yapabilir ve Ortadoğu barışını sağlamak onun alnında mı yazılı?
Bu sorunun ana motivasyonu, özellikle de Beyaz Saray sakininin çatışmayı yönetme konusunda tamamen beceriksiz göründüğü, felaketle sonuçlanan bir savaşla geçen tam bir yılın ardından, bölgede kapsamlı ve adil barışa dair umudun azalması olabilir.
Öte yandan, seçilmiş başkanının aklında saklı olanları bilenler, 2020'de ana hatlarını çizdiği, İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki ekonomik ilişkileri derinleştirme ve İran'a baskı uygulama yönündeki planının artık umut verici olmadığını söylüyorlar. Zira uluslararası sahne değişti, bölge sakinleri ve onların sorunları ile etkileşime girebilen ve bu konuda istekli olan, aynı zamanda onların yer altı ve yer üstü zenginliklerinden maksimum fayda sağlamayı arzu eden, yükselen bir devletin güçleriyle bağlantılı değişkenler ortaya çıktı.
Pek çok kişinin Trump'ın büyük zaferini, hızlı bir savaşı durdurma, ardından derin bir ateşkes, sonra Arap-İsrail çatışmasını bir an önce sona erdirecek kalıcı formüllere ulaşmanın önünü açma yoluyla, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun özellikle Gazze ve Lübnan'a yönelik yürüttüğü feci, kontrolsüz savaş durumunu sona erdirme umutlarını artırma fırsatı olarak gördüğünü söylemek bir sır değil.
Bunlar kriz gerçeğinin üstünden atlayan pembe hayaller mi, yoksa sahada gerçekleşebilecek gerçekler mi?
İster merkezle yani İran ile ilgili olsun, ister Yemen'deki Husilerden, Irak'taki Haşdi Şabi Güçleri, Suriye'deki hücreler, Lübnan'daki Hizbullah ve Gazze'deki Hamas'a kadar on yıldır tek yönlü düşüncenin düzenlediği halkaların, bölgedeki vekillerinin temsil ettiği sınırlarla ilgili olsun, tüm boyutları ve yansımalarıyla İran dosyasının bölgedeki sıcak konuların başında geldiği açıkça görülüyor.
İran ile nasıl başa çıkılacağı şu sıralar Trump'ın masasındaki en önemli sorulardan biri gibi görünüyor. Bu konuyu çevreleyen mayınlarla başa çıkmak için gerekli mekanizmalar üzerinde düşünme süreci devam ediyor.
Öncelikle kesin bir şekilde söyleyebiliriz ki, yapılan seçimler öncesinde Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesini engellemek amacıyla suikast girişiminde bulunan terör örgütünün arkasında İranlıların olduğu gerçekten kanıtlanırsa, yüzleşme feci olacaktır. Hiç şüphesiz bu yönetimin “Master Seen”i ya da ana sahnesi İran etrafında dönecektir.
Ancak buna rağmen Trump'ın bu kez kararlı ve kesin bir askeri eylem konusunda eli çeşitli nedenlerle bağlı olabilir.
Bu nedenlere dair okumaların ön sıralarında, Trump'ın seçim kampanyası sırasında da açıkça belirttiği gibi dünya çapında yaşanan savaşları durdurma niyetinde olduğu, kendisi Beyaz Saray'ın efendisi olsaydı kimsenin bu savaşları başlatmaya cesaret edemeyeceğini defalarca vurguladığı iddiası yer alıyor.
İkincisi, ABD'nin ekonomik koşulları savaş çabalarına daha fazla fon ayırmasına izin vermiyor gibi görünüyor. Anlaşma düzenleme ve formüle etme konusundaki geçmişi ile Trump, Demokratların yenilgisinin nedenlerinden birinin orta sınıfın ekonomik koşullarının kötüleşmesi olduğunun tamamen farkında. Bu nedenle orta sınıfın günlük hayatına yansıyacak icraatlarla onu rahatlatması gerekiyor.
Bu ikisini bir kenara bırakırsak, ABD'de aşırı sol karşısında popülizmin bağlarını koparması korkusu, siyasi kutuplaşmayı azaltma fikrini öncelikli hedef haline getiriyor. Bu da yaklaşık 35 trilyon dolar borcu olan bir ülke için milyarlarca doların savaşlarda heder edilmesiyle değil, daha fazla iş, üretim ve servet birikimiyle mümkündür.
Ortadoğu barışı ve Filistin sorununun çözümü, bölgeselin ve küreselin örtüştüğü karmaşık iplerin üzerinden mi geçiyor?
Trump'ın zaferi, Netanyahu'yu İran'a karşı sert ve saldırganca hareket etmeye teşvik edebilir. İran ise Putin'i ve Ukrayna'ya karşı savaşını destekleyen önemli bir blok haline geldi. Bu nedenle Trump, şu ya da bu şekilde Netanyahu'yu dizginleme gücüne sahip ve bu, Putin’le Ukrayna ile ilgili yapılması kaçınılmaz olan anlaşmanın parçası olarak kullanabileceği bir pazarlık kozudur.
Trump, seçim kampanyası sırasında bağımsız bir Filistin devleti konusundaki tutumu sorulduğunda, “bakacağız” diyerek yanıt vermişti. Trump bir önceki döneminde Filistin davasının dostu değildi, ancak bugün Riyad zirvesinden sonra davanın Arap ve İslam dünyasındaki merkeziliğini ve önemini kesinlikle fark etmeye başlamıştır. Zirvenin nihai bildirisi ve sızdırılan diyalogları, Araplar arasında barış arzusunun gerçek olduğunu, ancak bağımsız bir Filistin devletinin temsil ettiği adaletin her türlü eylemden önce gelen temel koşul olduğunu teyit etmektedir.