Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

Ragheb Alama'nın söylediklerinin ötesinde

Lübnanlı sanatçı Ragheb Alama'nın kendisine atfedilen ve yalanladığı, kamuoyuna sızdırılan bir telefon görüşmesinde söyledikleri, yalnızca kişisel bir görüş ya da ölüme saygı ve hürmet konusunda görgüsüzlüğün damga vurduğu geçici bir tutum değil. Sızdırılan görüşmeye göre Alama, lideri Hasan Nasrallah'ın öldürülmesinin temsil ettiği Hizbullah'ın hakimiyetinden kurtuluştan duyduğu büyük mutluluğu ve bu olayın aslında Arapların Lübnan'a dönüş kapısını araladığını dile getiriyor. Nasrallah'ın destekçileri, çılgına döndüler ve sokaklarda, sosyal medya platformlarında kendisini hedef tahtasına oturttuktan sonra Alama'ya ait bir okulu da yaktılar.

Gerçek şu ki, Lübnanlı sanatçının söyledikleri, Hizbullah'ın devlete ve topluma uyguladığı şiddet, zorbalık ve zulmün bir sonucu olarak, Lübnan'ın kimliğinin ve ilişkilerinin ne hale geldiğine, ortaya çıkan Arap çevreden izolasyon durumuna dair yaygın popüler algının doğru ve ince bir tanımıdır.

Bazıları onun bir zamanlar Hizbullah'ı övdüğü ve bugün söylediklerinin çelişki veya ikiyüzlülük işareti taşıdığını söyleyerek onu eleştirdi. Ancak bu eleştiriyi yapanların unuttuğu husus, Hizbullah'ın Lübnan'daki toplumsal ilişkiler sistemine demir ve silah gücüyle dayatmayı başardığı şeyin tam olarak “ikiyüzlülük” olduğudur. Yine zoraki övme kültürünün, Hizbullah’ın varlığını çevreleyen ve ona ezici bir halk desteğine sahip olduğu yanılsaması veren şey olduğunu da unutuyorlar.

Ragheb Alama'ya yönelik kampanya aracılığıyla Lübnan'daki ilişkiler sistemindeki dengesizliği sürdürmeye çalışanların en kötüsü, saygı değerinin arkasına saklananlardı. Bu kişiler gerçeği gizlemek, olayların ve tarihi dönüm noktalarının tanımlanmasını engellemek için bunu bir bahane olarak kullanıyorlar. Saygıyı eylemlerden, bunların sonuçlarından, ahlaki ve sosyal sorumluluk koşullarından izole edilmiş sabit bir yükümlülük olarak dayatma girişimi, kesinlikle saygının bir insani erdem olarak değerini arttırmayı amaçlamıyor. Aksine, çarpıtılmış siyasi anlatıları korumak ve hesap verme veya düzeltme yönündeki her türlü girişimi engellemek için saygıyı araç olarak kullanıyor. Burada karşı karşıya olduğumuz durum, saygıyı etik bir değer olmaktan çıkarıp, fiili güçlere boyun eğmekten ve suç ortaklığı durumunu sürekli kılmak ve yüceltmek için kullanılan muğlak bir araca dönüştürme hilesinden başka bir şey değil. Bu da saygının kendisini etik ve sosyal bir sorun haline getiriyor.

Dolayısıyla Ragheb Alama'yı ister sözde cesaret eksikliğinden ister açıkladıkları ile gizledikleri arasındaki çelişkiden dolayı yargılamak ile meşgul olmak, bizi sorunun özünden uzaklaştırıyor.

Ragheb Alama da dahil olmak üzere Lübnanlılar, onlarca yıldır her muhalifi suikast, gözdağı veya dışlama hedefi haline getiren baskıcı bir rejim altında yaşadı. Bunun sonucunda Bilad-ı Şam’da halk kültüründe yaygın atasözünün dediği gibi, Lübnan'da pek çok kişi görünürde Hizbullah'ın elini öperken kendi içlerinde  bu elin kırılması için dua ettiler. Bu kişiler cesaretlerini ancak söz konusu elin zayıfladığını fark edince biraz toplayabildiler ve gerçeklerin bir kısmını söyleme gücü buldular.

Alama'nın açıklaması, sızdırılacağını düşünmediği özel bir anda yapılmış olsa bile, kendisi gibi pek çok kişinin Hizbullah'ın gerilemesi ışığında yaşadığı kısmi özgürleşmenin bir ifadesidir. Dikkatleri, kendisine ve Şii çevredeki diğerlerine sistematik boyun eğdirme tekniklerine dayanan zorlu hayatta kalma koşullarını dikte eden sistemi eleştirmeden onu yargılamak haksızlıktır.

Alama'ya ait bir okulun yakılması şeklinde verilen tepki de, bu boyun eğdirme tekniklerinden sadece biri. Bu teknikler farklı görüştekilere ağır bedel ödetmeyi ve bu barbarca ceza örneği ile diğerlerini, çoğulculuğu, çeşitliliği veya Hizbullah’ın çizdiği çizgiden sapmayı temsil eden her şeyin dışlama ve yıldırmanın hedefi haline geleceğine dair uyarmayı amaçlıyor.

Ragheb Alama'nın söyledikleri ve ardından gelen şiddetli tepkiler, Lübnanlı sanatçının bunu kastetmese de, Hizbullah'ın hegemonyasından kurtuluşun, onun siyasi veya askeri kontrolünü sona erdirmekle sınırlı olmadığını, aynı zamanda Lübnan toplumuna dayattığı zorla ikiyüzlülük kültüründen de kurtulmayı gerektirdiğini ortaya koyuyor. Lübnan'ın egemen bir Arap devleti ve ifade özgürlüğüne ve çeşitliliğe sahip bir toplum olarak doğal konumuna dönüşü, gerçeği gizleyen ve insanları sessiz kalmaya veya boyun eğmeye zorlayan bu baskıcı sistemin parçalanmasıyla başlamaktadır.

Ragheb Alama'nın korkusu ve sızdırılan ses dosyasının yapay zeka teknikleri kullanılarak hazırlandığını öne sürerek açıklamalarını reddetmesi, Lübnan'ın hâlâ yaşamakta olduğu ve politikacılar ile yöneticiler tarafından bile gücü azalan Hizbullah’a yapılan övgüler ile tezahür bulan baskıcı gerçeklik krizinin bir yansımasından başka bir şey değil.

Hizbullah'ın hegemonyasından kurtulmak bir seçenek değil, Lübnan ve halkı için varoluşsal bir zorunluluk. Açıklamanın sızdırılmasından mal ve mülküne yönelik saldırıya kadar Ragheb Alama'nın başına gelenler, Lübnan'ın yaşadığı daha büyük krizin küçük bir örneği. Ancak bu tür anlar, ne kadar acı verici ya da şok edici görünse de, aynı zamanda Lübnan toplumunu onlarca yıldır yöneten baskı ve ikiyüzlülük kültüründe bir çatırdamanın başlangıcını da ortaya koyuyor. Giderek daha fazla ses bu kontrole ve baskıya meydan okudukça, korku yalnızca otoritenin dili değil, aynı zamanda onun gerilemesinin de kanıtı haline gelecektir.

Aslında, tehditlere rağmen bireysel ve kolektif olarak gerçeği söyleme cesaretini geri kazanmak, yeni bir Lübnan, insanların korkusuzca konuştuğu ve geleceklerini diktelerden uzakta seçtikleri bir Lübnan inşa etmenin ilk adımıdır.