Avrupalı denizciler tarafından keşfedildiğinden beri Amerika Birleşik Devletleri'ni oluşturan, adlandırdıkları gibi yaşlı kıtaydı. İngiliz sömürgecilere karşı bağımsızlık savaşında Fransız desteğine güvendi, yeni devletin kuruluş temellerinde Fransız Devrimi'nin pek çok fikrinden yararlandı. İkinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde, Nazi Alman orduları Fransa'yı işgal etti, uçakları Londra'yı bombaladı ve ardından Sovyetler Birliği'ne saldırdı. İngiltere Başbakanı, halkının Nazi gücü karşısındaki kararlılığının uzun sürmeyeceğini ve saldırgan Alman projesini bozguna uğratmanın, geniş çaplı Amerikan askeri, mali ve siyasi desteği dışında bir yolu olmadığını anlamıştı. Churchill, dönemin ABD Başkanı Franklin Roosevelt ile dosttu; ancak onu, Hitler'e karşı savaşta İngiltere'yi desteklemeye ikna edemedi. Amerikan Demokrat Parti'sinden olan, ABD’yi dört dönem yöneten ve Beyaz Saray'dan sadece ölümü nedeniyle ayrılan Başkan Roosevelt başlangıçta Amerikan halkının muhalefeti nedeniyle, İngiltere'ye askeri destek sağlamayı reddetti. Ardından gelen kaderin iki darbesi Winston Churchill'e umduğunu verdi. Birincisi Japonya'nın Amerikan limanı Pearl Harbor'a saldırısı, ikincisi de Almanya'nın Sovyetler Birliği'ne saldırısı. ABD, İngiltere ve Charles de Gaulle önderliğindeki Özgür Fransa güçleriyle müttefik olarak büyük bir askeri güçle harekete geçti. Tarihin akışında yeni bir sayfa açıldı. Almanya'nın İkinci Dünya Savaşı'nda Amerikan askeri makinesinin gücüyle yenilmesinden sonra, Başkan Roosevelt'in yerine geçen ABD Başkanı Harry Truman, Marshall Planı ile harap olmuş Avrupa'yı yeniden inşa etti. Yaşlı kıtanın batısı ABD'nin kontrolü altına girdi.
Şimdi ABD, Başkan Donald Trump'ın eliyle hem Doğu hem de Batı Avrupa'yla ilişkilerinde yeni bir sayfa açıyor. Bunun başlıca nedeni de Rusya'nın Ukrayna'ya karşı yürüttüğü savaş. Savaşlar büyük tarihsel dönüşümlere yol açar. ABD, Avrupa Birliği (AB) ülkeleriyle birlikte son üç yıldır Ukrayna'ya büyük askeri ve mali destek sağlıyordu. Rusya'ya kapsamlı yaptırımlar uyguluyordu.
Donald Trump, başkanlık seçimi kampanyasında Rusya-Ukrayna savaşını 24 saat içinde bitirme sözü vermiş ve eğer savaşın patlak vermesinden önce ABD başkanı olsaydı, bu savaşın en başından çıkmayacağını söylemişti. Trump, başkanlık seçimlerini kazandıktan hemen sonra Ukrayna tarafına çekicini indirmeye başladı. Ukrayna'nın, Rusya'nın işgal ettiği topraklardan vazgeçmeyi kabul etmesi şeklinde kesin olduğunu düşündüğü çözümünü sundu. Bu kanlı savaşı çıkaran o olduğu için Devlet Başkanı Zelenskiy'nin ülkesini yıkıma sürükleyen bir diktatör olduğunu ve iktidardan ayrılması gerektiğini de söyledi. Başkan Trump, ABD'nin Ukrayna’ya sunduğu tüm mali ve askeri desteğin, Ukrayna topraklarının depoladığı madenler aracılığıyla tazmin edilmesini talep etti. Trump'ın çekici aynı zamanda ABD ile Avrupa arasındaki, Rusya'nın Ukrayna'yı işgalini kınayan, askeri ve mali desteği sürdürme eğiliminde olan uzun ittifak tarihi dağının başına da indi. Avrupalı liderler ABD ile stratejik, askeri, ekonomik ve siyasi ilişkilerini gözden geçirmeye başladılar. ABD'nin hakimiyetindeki NATO ittifakından askeri bağımsızlığı sağlayacak bir Avrupa ordusunun kurulması çağrısında bulunan Avrupa sesleri yükseldi. Başkan Donald Trump’ın “Önce ABD” ilkesi doğrultusunda uluslararası örgütlerden çekilme politikası izlediği artık bir sır değil. Dünya Sağlık Örgütü'nden ve Paris İklim Anlaşması'ndan çekildi ve ABD'nin, Mısır ve İsrail dışındaki tüm ülkelere yaptığı yardımları durdurdu. Başkan Donald Trump, BM’nin bütçesinin yaklaşık dörtte birine denk gelen ABD katkısını da ödemeyi durduracak ve böylece BM mali açıdan zor durumda kalıp sona mı erecek? Şüphesiz; dünya başka bir oluşuma doğru gidiyor ve Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov da geçen hafta Duma Meclisi’nde yaptığı konuşmada bunu dile getirdi.
ABD eşi benzeri görülmemiş bir askeri, endüstriyel ve bilimsel güç. İkinci Dünya Savaşı'ndan ve Başkan Franklin Roosevelt ile Başkan Harry Truman'dan bu yana küresel yapılanmayı şekillendirdi. ABD'ye siyasi ve askerî açıdan meydan okuyan tek güç Sovyetler Birliği idi. ABD onun çöküşünden sonra uluslararası alanda en önemli kararların alınmasında tek söz sahibi oldu. Günümüz dünyasında güç dengesi, başta ekonomik açıdan muazzam ilerleme kaydeden, ABD ve Avrupa ile rekabet edecek bir varlığa sahip Çin Halk Cumhuriyeti olmak üzere diğer büyük güçlerin yükselmesi ile değişiyor. Çin-Rusya-Kuzey Kore yakınlaşmasının küresel güç haritasının yeniden çizilmesine katkı sağlayacak büyük bir etkinliği bulunuyor. Başkan Donald Trump ise dünyanın uzun yıllardır birlikte yaşadığı ve yaşattığı pek çok siyasi ve ekonomik kavramı sarsacak; hem Kanada'nın hem de Grönland'ın ülkesine katılmasını talep etti ve Panama Kanalı'nın kontrolünü ele geçirmekle tehdit etti. Meksika Körfezi'nin adını Amerika Körfezi olarak değiştirdi. Roosevelt ve Truman'dan sonra dünya haritasında yeni izler bırakan üçüncü Amerikan başkanı olması ihtimalini dışlamıyoruz. Bu iki başkan 20. yüzyılda dünyanın haritasını çizdiler ve atom bombası attıktan sonra Japonya, Güney Kore ve Batı Avrupa üzerindeki Amerikan kontrolünü kurdular. ABD bu ülkelere kendi siyasi ve ekonomik kalıplarını da dayattı.