ABD Başkanı Donald Trump Kurtuluş Günü'nde, ABD'nin ithalat yaptığı tüm ülkelere yüzde 10 gümrük vergisi uygulanacağını açıklayarak “küreselleşmenin sonu”nu ilan etti. Ama bu başlangıçtı, daha sonra, başta Çin olmak üzere Amerikan devletinin iş yaptığı ülkeler ve bloklar arasında değişen miktarlarda bir gümrük tarifesi oluşturdu. Çin başta dedik çünkü kendisine getirilen gümrük vergileri yüzde 54’e ulaştı ve daha da yükselebilir. Onu Avrupa Birliği ve Kanada, Meksika gibi komşu ülkeler ile Güney Kore, Vietnam gibi ABD ile yoğun ticaret yapan ülkeler takip etti. Bu duyuru uzun Amerikan tarihine aykırıydı. 20’inci yüzyılın ilk 80 yılı, ABD'nin dünyaya çıkışına hem küresel hem de bölgesel olarak sıcak ve soğuk savaşlara girişmesine sahne oldu. Bu durum Theodore Roosevelt'ten Ronald Reagan'a kadar Demokrat ve Cumhuriyetçi başkanların dönemleri arasında dönüşümlü olarak yaşandı. 1990'lı yıllardan sonraki çeyrek asırda Amerikan küreselleşmesi tüm dünyaya yayıldı. Cumhuriyetçi Başkan George H.W. Bush ile başlayan bu süreç ondan sonra Demokrat Başkan Bill Clinton ile devam etti ve her ikisi de Sovyetler Birliği ile başa çıkmak için küresel koşulları yeniden düzenlemeye çalıştılar. Başta Balkan ülkeleri olmak üzere Avrupa'daki koşulları düzenlediler ve Madrid Konferansı ile birlikte Ortadoğu'yu barış sürecine sokmaya çalıştılar. Dünya, ABD’nin ticaretin serbestleştirilmesi, Dünya Ticaret Örgütü'nün kurulması ve Rusya ile Çin'in bu örgüte dahil edilmesi, uluslararası mali krizlere karşı sermaye transferinin düzenlenmesi geleneğiyle uyumlu hale geldi. Dünya, “şerefli” güvenliği ABD, uyduları, kıtalara ve okyanuslara yayılmış silahları tarafından denetlenen “küçük bir köy” haline geldi. Sonraki dört ABD başkanları döneminde küreselleşme, 21. yüzyılın kaçınılmaz olarak bir Amerikan yüzyılı olduğu varsayımına dayanıyordu. Bu, George W. Bush dönemindeki neo-conların savunduğu ve 2008'deki küresel ekonomik krizle son bulan bir düşünceydi. Barack Obama'nın iki dönemi sorunu, Francis Fukuyama'nın 1990'ların başında öngördüğü gibi, “küreselleşmeyi” tarihin “sonu” olarak ifade etmeye çalışan liberal-demokratik terimlerle dile getirdi.
Sovyetler Birliği'nin dağılmasına ve Çin'in yükselmesine neden olan sebeplerden biri olan bu büyük küreselleşme dalgasının ortasında; her ikisi de daha sonra, çeşitli boyutlarıyla ekonomi ile başlayan tek bir dünyanın habercisi olan Dünya Ticaret Örgütü'ne girdi. Bu süreç, Samuel Huntington'ın öngördüğü kaçınılmaz çatışma tehdidi altındaki medeniyetlerin etkileşimine alan yaratan çoklu teknolojilerle dayatılan değerlerle devam etti. Terörizme karşı “küresel” savaş, güvenlik konularında benzeri görülmemiş bir uluslararası iş birliğine sahne oldu; 11 Eylül 2001'de New York ve Washington'da yaşanan saldırılarla yükselen terör dalgası geriledi, Suriye-Irak sınırında kurulan hilafet tamamen yıkıldı. Madde ve düşünceye yönelik “diyalektik” felsefe, her şeyin kendi içinde karşıtını taşıdığını ileri sürer, bu küreselleşme için de geçerliydi. Sonunun, küreselleşmenin öncüsü olan ABD'nin eliyle gerçekleşmesi ve yeni bir tür emperyalizmin örtüsü olmakla suçlanması şaşırtıcıydı.
Küreselleşme, küresel etkileşimleriyle küresel ekonomide benzeri görülmemiş bir büyüme gerçekleştirdi, onunla birlikte teknolojik ilerleme biçimleri de artış gösterdi. Dünyadan artık bir gezegen şeklinde bahsediliyor, Dünya gezegeninin çektiği acılar biliniyor ve çevresinin ötesine geçerek, uzaya doğru uzanıyor. Küreselleşme artık küresel olarak kavranamayan insani gelişmeler tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir hızla gerçekleşiyor. Bir şekilde, ekonomi ve toplumda devletin rolüne ilişkin bilinen sağcı fikirlerin, küreselleşme fikirleriyle hatta serbest ticaretle karakterize edilen uluslararası sistemle örtüşmesi artık mümkün görünmüyor. Tam aksine “sağ”ın eğilimleri daha çok izolasyona ve içe kapanmaya, ulus-devlet kozası içinde yalnızlaşmaya doğru yöneldi. Ulusal sınırları aşan ittifaklar, birlikler ve entegrasyonlar içinde bir araya gelen ülkeler de dahil olmak üzere diğer ülkelerden büyük bir tedirginlik duymaya başladı. Bu yeni eğilimlerin pratik biçimler almaya başlaması uzun sürmedi ve İngiltere'nin Avrupa Birliği'nden “Brexit” olarak bilinen çıkış süreciyle somutlaştı. İlk Trump dönemi, sağın bayrağı altında yeni bir başkanın seçilmesinin ötesine geçen “Amerexit” olarak tanımlanabilecek bütünleşik bir olguydu. Küreselleşmeye karşıt eğilim ister İngiliz ister Amerikan olsun, karakteristik özelliği ulus-ötesi uluslararası örgütlerden, çoğunlukla zengin ve beyaz ülkeler tarafından haksız olarak değerlendirilen etkileşimlerinden çekilmekti. Geri çekilme sadece ekonomik küreselleşmeden değil, aynı zamanda uluslararası güvenlik kurumlarından da geri çekilme şeklinde kendini gösterdi; tıpkı Rusya’nın Uluslararası Ceza Mahkemesi’nden çekilmesi ve diğer ülkeleri de çekilmeye davet etmesi ya da ABD'nin Dünya Sağlık Örgütü'nden çekilmesi gibi. İkinci Trump dönemi bu konuyu sonlandırmaya mı geldi?! Ama bu sonunun geldiği anlamına gelmiyor